top of page
< Back

Şadi Çalık, Ferruh Başağa, Özer Baykay, Reşide Bayar

Bugün 24 Aralık. Türkiye Cumhuriyeti'nin 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın eşi Reşide Bayar, ünlü ressam Ferruh Başağa, ünlü heykeltraş Şadi Çalık, akademisyen-yazar Özer Baykay'ın ölüm yıldönümleri bugün. BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz. Şadi Çalık kimdir? Mehmet Şadi Çalık (d. 1917, Kandiye - ö. 24 Aralık 1979, Girit), Türk heykeltıraş.
1917’de Girit, Kandiye’de doğmuştur.1923’te Büyük Mübadelede ailesi ile birlikte Izmir’ e yerleşmişlerdir. Şadi Çalık 1932- 1939 yılları arasında İzmir´de resim hocası Abidin Elderoğlu atelyesinde sistematik olarak desen çalışmıştır. Klasik teknik, plan, kompozisyon ve denge ilkelerini derinine içselleştirmiştir. 1939´da İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel bölümünde plastik çalışmalara başladığında üstün klasik modlaj tekniklerine hakimiyetini göstermiş, 1940´ta yaptığı ilk sipariş işi "Atbaşları" ve sayısız büst geleneksel yapı ve kompozisyonda rahat ve hızlı çalışmasının örnekleri olmuştur. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nde 1940 ile 1948 yılları arasında profesör Rudolf Belling'in öğrencisi oldu ve onun atölyesinde heykel sanatının detaylarını ve temellerini öğrendi. .1950-1951 yıllarında Paris'te çalıştı. Bu yıllarda yaptığı Parsi seyahatini kendi parasıyla karşılamış , Pariste gördüğü eğitim ona çok şey kazandırmıştır. Rue Grand Chaumiere´deki Soyut Sanat Atölyesi ve Güzel Sanatlar Akademisinde çalışmalar yaptı. Şadi Çalık Paris´te hem modern klasikleri ilk kez gördü, hem de çağdaş sanatın, mimarı ve tüm sanatların kaynaşması ve ayrılmazlığı yolundan geçtiğini haber veren yeni öncülere tanık oldu. Paris'ten döndükten sonra 1959 yılına kadar serbes olarak çalışmıştı. 1959 Yyılında mezun olduğu ve eğitim gördüğü okul olan, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü'nde öğretim üyesi oldu. 1971 yılında aynı okulda profosör oldu. 1 Eylül 1951´de İzmir´de Necati Cumalı’nın kızkardeşi Müfide Cumalı ile evlendi ve İstanbul´a taşındı. 9 Temmuz 1952´de kızı Siren dünyaya geldi. Müfide ile evlenmiş bu evliliğinden daha sonra oğlu Osman Çalık dünyaya gelmiştir. Şadi Çalık'ın Cevat Şakir, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat gibi sanatçılarla yakın dostlukları olmuştur. Paris, Berlin ve Viyana´ya götürülen Çağdaş Türk Sanatı sergisine katilmış,. Dostları Sabahattin Eyüboğlu ve Azra Erhat ile Mavi Yolculuk´lara girmiştir. 1952 yılında Anıt Kabir'in yapımı esnasında Paris´ten yeni dönen ve Pariste de tanıştıkları ve beraber oldukları yakın ddostu İlhan Komanla birlikte Zühtü Müridoğlu ile kurdukları ekip çalışmlarında bulundu. 1953 yılında Hürriyet gazetesinin açtığı Atatürk Anıtı yarışmasında 1.Ödülü aldı. Londra´daki Institute of Contemporary Arts´in (ICA) açtığı Uluslararasi Meçhul Mahkum Yarışması´na katıldı. 3.Ödül A grubunda Alexander Calder, Lippold, Minguzzi, Max Bill, Adam ve Lynn Chadwick yanında ödül aldı. İzmir Fuarındaki Sümerbank rölyefini Hakki Atamulu ile birlikte yaptı. 1955 Ankara Sıhhiye´de Etibank Genel Müdürlüğü binasi cephesi için açılan yarışmada 1.Ödülü aldı.
1955 - 59 yılları arasında İlhan Koman ve Şadi Öziş ile birlikte kurdukları Karemetal demir atelyesinde mobilya tasarımları yaptı. İlhan Koman´ın yurtdışına gitmesi, Şadi Çalık´in 1959´da DGSA öğretim görevi üstlenmesiyle bu çok ileri, yalın ve nesnel tasarımlarıyla bir çığır açan Türkiye´nin ilk design atelyesi kapandı. Dostu Nuri Iyem ile Beyoğlu Şehir galerisinde Ocak 1956 ve yine Ocak 1957´de resim ve heykel sergisi açtı. 1960´da Adnan Çoker ile Van, Tatvan ve Bitlis´e yaptığı gezide gördükleri Anadolu dağları, kaya formasyonları, Akdamar adası, Ermeni ve Selçuk eserleri içlerinde unutulmaz izler bırakmıştı, hem de iki sanatçı arasında derin bir dostluğu doğurmuştu. Aynı yıl İzmir Fuarı´nda dönemin heyecanını dile getiren 27 Mayıs Devrimi Anıtı´nı yaptı. Hüseyin Gezer ile birlikte İstanbul Belediye Sarayı Sergi Salonu için Hitit Güneş Kursu´nu bronza büyüttü. 1969´da ODTÜ Fizik-Kimya Anfi (Üçlü Anfi) binası için Soyut Heykel´i gerçekleştirdi. Bulunduğu mekanla ilişkisi biçim, oran ve ışık açısından mükemmel olan bu heykel büyük etki yarattı. VAKKO Genel Müdürlüğü havuzu icin 1968´den beri denediği yapısal soyut heykellerinden biri olan Soyut Plastik´i gerçekleştirdi. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel bölümünde doçent oldu ve bölüm başkanlığına seçildi. Alçı, tunç, demir ve tahta gibi çeşitli malzemelerle yaptığı heykelleri, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ile çeşitli koleksiyonlarda yer aldı. Eserleri arasında, Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde yer alan Atatürk anıtı. İstanbul Ticaret Odası için yaptığı bakır ve taş rölyefler, İzmir Kültür Park'taki heykelleri, Asaf Halet Çelebi büstü ve İstanbul Belediye Sarayı süslemeleri dikkat çeker. Geleneksel bir klasisizmden başlayarak gitgide daha soyut bir anlayışa yönelen Çalık'ın eserlerinde, sadelik ve açıklık ön plandadır. 1971´de ilk kez doğduğu Girit´e gitti. İzmir Kordon´da Yapı ve Kredi Bankası binasına 9 Eylül Bağımsızlık ve Kalkınma konulu rölyefleri, Ankara Kızılay Yapı ve Kredi Bankasi binasına amblem rölyef ve soyut taş bir rölyef, Lizbon TC Büyükelçiliği binasına soyut taş bir rölyef ile Erzincan, Batman ve İzmit Seka İşletmeleri Atatürk Anitlari´nı gerçekleştirdi. Halkalar heykelinin yeni bir versiyonunu yaptı. 1977 DGSA´daki heykel bölümü başkanlığından çekildi. Devlet Sanatçısı ödülünü aldı. İzmir´de Konak meydanı yakınında taş kaideye uygulanmış, oturan bronz bir figürden oluşan Süleyman Ferit Eczacıbaşı Anıtı´nı gerçekleştirdi. 24 Aralik 1979 İzmir´de ani bir kalp kriziyle yaşamını yitirdi. Bornova Hacılar Kiri mezarlığına gömüldü. ŞADİ ÇALIK'IN HEYKEL ANLAYIŞI Doğum yeri olan Kandiye'deki Miken ve Minos uygarlığına ait freskler ve figürlerle dolu Knossos sarayının hafızasında kalan belli belirsiz izleri, Urla sahilinin ve kırlarının görüntüleri, küçük yaşta yitirilen babanın eksikliği ve resim sanatına duyduğu ilgi Şadi Çalık’ın sanat anlayışının temellerini oluşturan faktörler olmuştur. Ressam Abidin Elderoğlu´nu tanıması ve onunla başlayan sistematik sanatsal çalışma, sonra ,İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Paris, onun heykelcilik anlayışını şekillendiren önemli kilometre taşları olarak görülebilir. Geleneksel bir klasisizmden başlayarak gitgide daha soyut bir anlayışa yönelen Çalık'ın eserlerinde, sadelik ve açıklık ön plandadır. Yaşadığı dönemin devlet destekli ve Atatürk büstünden öteye geçemeyen kamusal heykel anlayışına karşın Şadi Çalık yenilikçi bir heykeltıraş olmayı tercih etmiştir. Buna rağmen Şadi Çalık dönemin taleplerine uygun olarak Atatürk heykelleri ve büstleri de yapmıştır. Heykel sanatında yaptığı ilk neo klasik denemelerden sonra soyut minimalizm anlayışına geçerek bu anlayışa uygun çalışmlar gerçekleştirdi. Daha sonra figür çalışmalardan soyut çalışmalara yönelerek soyut heykeller üretmeye başlamıştır. 1950´de iIk kez soyut çalışmalar üretmeye başlar. Soyut çalışmalarına ilk örnek alçı"Soyut Heykel"i olmuştur. Fakat onun soyut çalışmaları da birer doğa yorumudur. Doğayı araştırmak ve doğayı etüd edip özümlemiş olan Antik Çağ sanatını, Mısır´ı ve Yunan´ı inceleyerek heykel yapmayı heykelciliğin ideali olarak gören bir soyut heykel anlayışı olmuştur. Onun heyklellerindeki anlayış " resim ve heykel hikaye anlatmaz" ilkesi üzerinde kuruludur. Soyut heykellerinde Hans Hartung, Alman heykeltraş Uhlmann'ın tesirlerinin izlerini görmek mümkündür. Bu heykelcilerin yanı sıra Rothko ve Fontana, 1967 Venedik Bienali'nde gördüğü Mary Vieira onu derinden etkieyen soyut dışavurumcu yabancı heykelcilerdir. 1950´de başlayan modern sanat düşüncesini yaşadığı toplumdaki tüm bilgi ve düşünce farklarına, iletişim zorluklarına ve sanat pazarının olmamasına rağmen sürdüren, heykeltraş olarak yaşamak için vermesi gereken sanatsal ödünlere rağmen Türk heykel sanatının kilometre taşları olan anıt ve heykelleri yaratmıştır. Malzemesi çamur ya da alçıyı, büyük bir hızla sanki desen yapar gibi ama emin ve kesin hareketlerle, aramadan kullanır. Büstleri olsun, İzmir Fuarı´ndaki "Yatan Kadın", İstanbul Resim ve Heykel Müzesi´ndeki "Nü", Giresun´daki "Adalet Sembolü", Konak Sineması rölyefleri olsun tümü bu esaslar üstüne kurulmuştur. 1950´li yıllardan başlayarak "sanatların bütünlüğü" ekolü ve yakın arkadaşlarının kurduğu Espas grubuna koşut olarak mimarinin bir parçası olarak görmüş, heykelin mimari ile kaynaşması gerektiğine inanmıştı. "Şadi Çalık´ın soyut anlayışı yalınlık, hafiflik, uçuculuktur, kütlenin çizgisel ifadesidir. Çizgi çok tutumlu kullanılması gereken ve çok sey ifade edebilen bir faktördür. " Şadik Çalık heykel anlayışını ve soyut heykellerden anladığını şu şekilde ifade eder: "Şadi Çalık sanatta araştıran bir yenilikçidir, ama biçimci değildir, "fizik"çidir. "Bizim anladığımız sanat metafizik değil, fizik sanat, yani rasyonel sanattır. Gereçlerin olanaklarını zorlayarak, deneyerek yapılan sanattır" Ocak1974, Milliyet Sanat Dergisi’nde ,Mustafa Önes ile yaptığı bir söyleşide heykel ,anıt ve sanat anlayışı hakkında şunları söylemiştir. "Sanatçı bir akım etkisinde çalışmaz, bir akım yaratmaya çalışır. Yirminci yüzyılın başlaması ile sanatçı sanatın öz problemlerini yeniden elden geçirmeye başlamış, sanatın her olanağını yeniden denemeye kalkmıştır. Bu yüzden başlangıçta (Kübizm, Fovizm, Fütürizm, Konstruktivizm gibi) gibi akımlar giderek çoğalmış, hattâ sanatın karşısına çıkan düşüncelere sahip olmuştur. Günümüzde çeşitli akımlar biri öbürünün karşıtı olarak meydana gelmiştir. Bu çatışmalar günümüzün güzel tarafıdır.Bir taraftan güdümlü sosyal sanat akımı zoraki bir şekilde sürdürülürken, diğer taraftan psikanaliz yolu ile sürrealist akım meydana gelmiş, bence sanat düsüncesi yerine metafizik etkilerle sanat yapılmıştır." Beyoğlu’nda Galatasaray Lisesinin önündeki 50.yıl Anıtı da formu zorlayan ve dönemin devlet destekli sanat zevkine karşı göze değil de düşünceye hitap eden soyut bir heykeldir. 1923- 1973 tarihleri üzerinden göğe yükselen, cumhuriyetin dinamizmi ve özgürlüğünü temsil eden, paslanmaz çelik borularla; yakaladığı dinamizm ve diyagonal duruşla Beyoğlu’nun kargaşalığını yenmeyi amaçlamıştır. ÖDÜLLERİ 1953 yılında Hürriyet gazetesi, Atatürk Anıtı yarışması 1.Ödülü 1955 Ankara Sıhhiye´de Etibank Genel Müdürlüğü binasi cephesi 1.Ödülü 1962´de Eskişehir Atatürk ve Gençlik Anıtı yarışması 1.Ödülü 1977 Devlet Sanatçısı ödülünü aldı. 1979´da TBMM Atatürk Anıtı ve Bolu Köroglu yarışmalarında 3.'lük ödülleri aldı. ESERLERİ Eskişehir, Niğde Sakarya Atatürk anıtları ( Nusret Sumanla birlikte) Erzincan ve ODTÜ Atatürk Anıtları İstanbul Ticaret Odası bakır ve taş rölyefler, Galatasaray Lisesi 50.yıl Anıtı İzmir Kültür Park heykelleri Ercüment Tarcan büstü, 1940. Hüseyin Batuhan büstü, 1941. Asaf Halet Çelebi büstü, 1942 "Atbaşları", 1940. Pirinç döküm "Masadakiler" Resim ve Heykel Müzesi´ndeki "Nü", Giresun´daki "Adalet Sembolü" Konak Sineması rölyefleri İzmir Fuarı´ndaki "Yatan Kadın", Etibank rölyefi, 1955. Büyük Efes Oteli, Antik Ege Rölyefi, İzmir, 1963. Ekonomi Rölyefi, İstanbul, 1964. Pişmiş toprak Soyut Rölyef, Lizbon, 1971. Soyut rölyef, İstanbul, 1972. Dövme bakır. Eminönü'ndeki İstanbul Ticaret Odas SOYUT HEYKELLERİ Minimum" adlı soyut heykel 1957 "Paris Kuşu" 1950. Tahta, soyut "Soyut Heykel", 1950 Alçı. Küçük Demir", 1951. "Halkalar 1", 1952. Alçı. İ "Uçan Form", 1952. "Horoz", 1952. Alçı "Koltuk" ve "Heykel", 1955- "Demir 3- Kuşlar" 1957. Demir. "Demir 4", 1957. Demir "Vietnam", 1970. Alçı, bronz, patine. Müfide Çalık Portresi, 1970. "Virüs Entelektüel", 1970. Ferruh Başağa kimdir? Türk Ressam Ferruh Başağa 1914’de İstanbul’da doğdu. D grubundan sonraki kuşağın güçlü ressamlarındandır. İlköğrenimini İstanbul’da tamamlayan sanatçı daha sonra ortaokul ve teknik liseyi okuyacağı yer olan Yugoslavya’ya gitti. Teknik lise mezunu olarak yurda döndüğünde bir yıl süre ile Beşiktaş Uçak Fabrikası’ndaki çalışmasının ardından; şimdiki adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan dönemin Güzel Sanatlar Akademisi’ne 1936 yılında girdi. Dört yıl boyunca Zeki Kocamemi, Nazmi Ziya Güran ve Leopold Levy’nin öğrencisi olarak 1940 yılında mezun oldu. Aynı yıl açılan Yüksek Resim Bölümü’ne Nuri İyem , Turgut Atalay, Selim Turan, Agop Arad , Avni Arbaş, Mümtaz Yener, Fethi Karakaş ve Haşmet Akal ile birlikte devam etti. Bir yıl sonra aralarına Abidin Dino ’nun da katlımıyla “Toplumsal Gerçekçi” anlayış gözetilerek Yeniler Grubu’nun kurucuları arasında yer aldı ve grubun tüm etkinliklerine katıldı. Müstakil Ressamlar Derneği üyeliği de yapan Ferruh Başağa, ilk sergisini İstanbul’ Beyoğlu Kitap Sarayı’nda açtı. Sanatçının eserleri, bir yıl sonra UNESCO tarafından Musée d’Art moderne de la Ville de Paris’te açılan sergide yer aldı. İngiltere, Fransa ve Hindistan’da sanat fuarları ile karma sergilere katılan sanatçı, soyut kavramı ile 1947 yılında tanıştı. 1949’da Devlet Resim ve Heykel Sergisi’ne soyut resim ile katılıp; birincilik ödülü alan ilk sanatçıdır. 1950 yılında kurulan Ressamlar ve heykeltıraşlar Derneği’nin de kurucu üyeliğinde bulundu.1971-1981 yılları arası İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde Vitray ve Mozaik atölyelerinde hocalık yaptı. 1980 yılında Geometri ile ilgilenmeye başlayan ve “Geometri bir problemdir. Ben problem dışına çıkarak geometrinin estetiğini aradım”. Diyen Başağa , “Geometrinin Sonsuz Estetik Olasılıkları”nı keşfetmeye İstanbul’daki atölyesinde sürdürdü. Başağa, 24 Aralık 2010’da vefat etti. 27 Aralık 2010 pazartesi günü Teşvikiye Camisi’nde kılınan cenaze namazının ardından Aşiyan Mezarlığı’nda toprağa verildi. Reşide Bayar kimdir? Türkiye Cumhuriyeti’nin 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın eşi (D. 1886, Bursa - Ö. 24 Aralık 1962, Ankara-Kayseri yolu). 1903 yılında Celal Bayar'la evlenmiş ve bu evlilikten Refii (1904-1941), Turgut (1911-1983) ve Nilüfer (Gürsoy, 1921) adlı üç çocukları dünyaya gelmiştir. İlk çocuğu olan Refii kalp romatizmasından hayatını yitirmişti. Bir “Osmanlı kadını” kimliğinde ısrarlı olan Reşide Hanım, geleneklerine bağlılığı ve dindarlığıyla olduğu kadar tevazusu, ciddiyetiyle tanınmış ve “yuvayı dişi kuş yapar” sözünü haklı çıkaracak derecede evini ustaca çekip çevirmiş bir hanımdı. Reşide Bayar, Çankaya Köşkü’ne orta yaşın üzerinde bir büyükanne iken yerleşmişti. Reşide Hanım’ı köşk çalışanları; “sakin, sessiz ve çok dindar bir hanımefendi” olarak tanımlardı. Yolculuklarda bile Kur’an-ı Kerim ’i elinde bırakmadığı belirtilen Reşide Hanım, gündüzleri de odasında okurdu. Köşk’te her salı günü 15.00-20.00 saatleri arasında Reşide Hanım’ın kabul günleri yapılırdı. Gelenler arasında eski Ankaralılar, bakan eşleri ve kimi zaman da Reşide Hanım’ın hiç tanımadıkları olurdu. Reşide Hanım, giyime fazla meraklı biri değildi. Evde rahat ve pamuklu kıyafetleri tercih eden Reşide Hanım, davetlerde ise sade ve yünlü takımlar giyerdi. Köşk personeline, “Benim için siyasi fikirleriniz önemli değil. Hepiniz evladımsınız” diyen Reşide Hanım, köşkteki eğlencelere de pek katılmazdı. Reşide Bayar, 22 Mayıs 1950 - 27 Mayıs 1960 tarihleri arasında Çankaya Köşkü’nün ev sahibeliğini yaptı. Reşide Bayar, 24 Aralık 1962 gecesi, Kayseri hapishanesinde yatan eşiyle görüşmek üzere yola çıktığı Ankara Ekspresi’nde kalp krizi geçirerek ölmüş, cenazesi Ankara’da düzenlenen görkemli bir kalabalıkla kaldırılmıştı. Özer Baykay kimdir? (20 Kasım 1946, İzmir - 24 Aralık 1981, Muğla ), öğretim üyesi, ekonomist, siyasetçi, yazar . Türkiye geneli matematik ikinciliğiyle kazandığı ODTÜ /Ekonomi Bölümünde üniversite eğitimine başlayan Özer Baykay, buradan Ekonomi Bölüm birincisi olarak mezun olmuştur. Yüksek Lisans ve Doktora eğitimlerini İngiltere 'de Durham Üniversitesi 'nde tamamlayıp doktorasını alarak Türkiye'ye dönmüştür. İlk yayını Aspects of Modern Turkey isimli kitapta derlenmiştir. İzmir Ticaret Odası Başkanlığı 'nın müşavirliğini yapmış, sonrasında bir süre Tariş'te müdürlük görevini yürütmüştür. Ardından Ankara Üniversitesi / İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ne bağlı Muğla İşletmecilik Yüksekokulu'nda öğretim üyesi olarak ders vermeye başlayan Özer Baykay, beraberinde aktif olarak köşe yazarlığı ve siyasetle de uğraşmıştır. Ekonomi başta olmak üzere siyasi pek çok alandaki görüş ve fikirleriyle dönemin önemli aydınlarından biri haline gelmiştir. Muğla'da verdiği bir seminer sonrasında İzmir'e dönerken trafik kazasında yaşamını yitirmiştir. Vefatının ardından anısına o yıl ODTÜ'den dereceyle mezun olan ilk on kişiye Dr. Özer Baykay Seminer Ödülü verilmiştir. Doğum günü: Tevfik Fikret kimdir? 24 Aralık 1867'de İstanbul Kadırga'da dünyaya geldi. Asıl ismi Mehmed Tevfik. 12 yaşında öksüz kaldı. Mahmudiye Rüşdiyesi'nde okudu. 1888'de Galatasaray Lisesi'ni (Mekteb-i Sultani) birincilikle bitirdi. Çeşitli görevlerde memurluk yaptı. Kuzeniyle evlendi. Ticaret Mekteb-i Âlisi'nde hat ve Fransızca dersleri verdi. 1891'de "Mirsad" dergisinin açtığı şiir yarışmasında birincilik kazanınca edebiyat çevrelerinde adını duyurdu. 1892'de Mekteb-i Sultani'ye Türkçe öğretmeni olarak atandı. 1894'te "Malumat" dergisini çıkaranlar arasında yer aldı. 1895'te hükümetin memur maaşlarında kesinti yapmasını protesto için görevinden ayrıldı. 1896'da Servet-i Fünun Dergisi'nin Yazıişleri Müdürlüğü'ne getirildi. Dergi onun döneminde Edebiyat-ı Cedide'nin yayın organı kimliği kazandı. Aynı yıl Türkçe öğretmeni olarak Robert Kolej'e girdi. Aydınlar üzerinde süren yoğun baskılar nedeniyle birkaç kez gözaltına alındı. Bir süre sonra dergideki görevinden ayrıldı. 1906'da Robert Kolej'in hemen yanında bir ev yaptırarak "Aşiyan" adını verdi. Eşi ve oğlu Halûk'la birlikte buraya yerleşti. 1908'de 2'nci Meşrutiyet'in ateşli savunucularından biri oldu. Hüseyin Kazım Kadri ve Hüseyin Cahit Yalçın'la birlikte "Tanin" gazetesini kurdu. Gazete İttihat ve Terakki'nin yayın organı haline getirilmek istenince karşı çıktı ve Tanin'den ayrıldı. Mekteb-i Sultani Müdürlüğü'ne getirildi. 31 Mart Olayları'nı protesto için bu görevden de ayrıldı. Ama öğrencileri ve Maarif Nazırı Naili Bey'in ısrarlarıyla göreve döndü. 8 ay sonra yeni Maarif Nazırı Emrullah Efendi ile anlaşamayınca bir daha dönmemek üzere bu görevi bırakttı. İttihat ve Terakki iktidarına da karşı çıkarak Aşiyan'a çekildi. Ağır bir şeker hastalığına yakalanmıştı. Kolundan olduğu bir ameliyatın ardından 48 yaşında yaşamını yitirdi. Eyüp'teki aile mezarlığına defnedildi. Küçük yaşlarda şiir yazmaya başladı. Başlangıçta Muallim Naci ile Recaizade Mahmut Ekrem şiirleri arasında uzunca bir arayış dönemi geçirdi. Daha sonra Fransız şiiriyle tanıştı. Özellikle François Coppe'den etkilenerek kendi şiirini yaratmaya koyuldu. Aşırı titiz tutumu, en küçük ayrıntılar üzerinde dikkatle durmasıyla kendine özgü bir üslup yarattı, döneminin tüm edebiyat ve şiiri üzerinde etkili oldu. Biçimsel kaygıları gözardı etmedi, sürekli yenilik aradı. 1900'de yayınlanan "Rübab-ı Şikeste"de toplumsal sorunlara ağırlık veren şiirlerin yanısıra, günlük konuşma diline yakın dille yazılmış şiirlerde vardı. Betimlemelerindeki ayrıntılı ustalığının ressamlığına bağlanır. Doğa şiirlerindeki doğayla uyumluluk da dikkat çeker. Oğlu Halûk'un şiirlerinde büyük etkisi oldu. 1911'de yayınlanan ikinci şiir kitabı "Halûk'un Defteri"ndeki şiirler, en umutlu ve iyimser şiirleridir. Bu şiirlerde oğluna ve Osmanlı gençliğine çalışkanlık, yurt sevgisi, hak ve hukuktan yana olma gibi erdemleri öğütledi. 1911'de basılan "Rübabın Cevabı"ndaki şiirlerde halkın acılarını, zorbalıkları, baskı ve haksızlıkları anlattı. Bu kitapta yer alan "Tarih-i Kadim'e Zeyl" başlıklı şiirde, kendisini eleştiren Mehmet Akif Ersoy'a yanıt verdi Din ve doğa konusundaki görüşlerini açıkladı. Kendisinin doğanın bir izleyicisi olduğunu söyledi. 1914'te yayınlanan "Şermin"de yalın bir dille yazılmış, kısa dizelerden kurulu, dolaysız bir anlatımın egemen olduğu şiirler yer alır. 30'lu yaşlarından sonra çevresindeki olumsuzluklardan oldukça etkilendi. Dünya görüşü, çağının koşullarını aştı. Özgürlük ve eşitliğe inandı. Sınıfsal çıkarlara dayalı yönetim biçimini eleştirdi, belli egemen sınıfların yönettiği devlete ve bu devletin koyduğu yasalara karşı çıktı. Özel yaşamında da katı bir ahlak anlayışı sürdürdü. İnsana büyük değer verdi. Ona göre tüm soruların üstesinden gelecek, mutlu yarınları hazırlayacak olan insandır. İnsanın üstünlüğünü sağlayan ise duyarlılığı ve sezgi gücünden çok düşünme gücü ve aklıdır. Tevfik Fikret'in Edebi Kişiliği Tevfik Fikret, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Tanzimat ruhuyla yetişen ve o ruhun edebiyatımıza kazandırmaya çalıştığı yeni değer yargılarıyla beslenen yenilikçi ve değişimci zihniyetin bir devamı olarak yüzyılın sonlarına doğru Türk edebiyatında adını duyurmaya başlamış bir sanatçıdır. Servet-i Fünûn dergisi ile yeni bir edebi hareketin başlatılmasında gösterdiği liderlik vasfı, sanatı ile de aynı düzeyde bir seyir gösteren şairin bu dönemde kaleme aldığı şiirler, hem konu dağarcığı ile karşımıza çıkar hem de şiirinin kompozisyonu ile kendinden önce üstâdlarının çizdiği yolda yeni ve farklı bir oluşum göstermiştir. Hocası Recaizade Mahmut Ekrem "Zerratdan şumûsa kadar her güzel şey şiirdir" demişti, Tevfik Fikret ise bu hükmü bir sanat ilkesi olarak aldı ve buradaki güzel kavramını kaldırarak "her şey" şiire konu olabilir ilkesini getirdi. Bu dönemde Tevfik Fikret'in kaleme aldığı nesirleri de ayrıca dikkat çekici niteliktedir. Bu yazılar hem kendi sanat anlayışını yansıtması bakımından hem de Serve-i Fünûn hareketinin edebiyat ve sanat anlayışını dile getirmesi bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Tevfik Fikret'in 1901 sonrası kaleme aldığı şiirlerinde büyük bir değişim gözlenir. Servet-i Fünûn yıllarında daha ılımlı, daha yumuşak bir üslûpla şiirler yazan sanatçı topluluğun dağılması ve ilk inziva günlerinin yarattığı ruh hali ile daha sert ve daha yüksek bir perdeden siyasi şiirler ile karşımıza çıkmaktadır. Bunun ilk örneğini "Sis" ile veren şair ölümüne kadar yazdığı şiirlerde hep bu üslubu korumuştur. (Şermin hariç) Tevfik Fikret, nazım biçimi, nazım tekniği gibi konularda üstün bir hassasiyet duygusu taşırken dil konusunda böyle bir tutum sergilememiştir. Araştırmacılar Tevfik Fikret'in şiirini canlı kılacak hatta yaşatacak bir Türkçenin kaygısının hiç çekmediğini sık sık dile getirmişlerdir. Bunun sonucu olarak da dildekieski söyleyişe ve kendilerinin yarattığı yeni terkiplere aşırı yönelme ve bağlanma şiirinde ortaya koymaya çalıştığı tüm yeni değerleri ve yargıları ikinci plana atmıştır. Ferda, Millet Şarkısı, Hân-ı Yağma, Halûk'un Vedâ'ı Tevfik Fikrenin yalın ve anlaşılır bir Türkçeye yöneldiği meşhur şiirleridir. Tevfik Fikret Hakkındaki Değerlendirme Yarattığı konu zenginliği ile Türk şiirinin ufkunu açan, boyutlarını genişleten ve yeni bir şekil ve söyleyiş kurgusu oluşturmaya özen gösteren çabalarıyla kendinden sonra gelen kuşaklara başta Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'e şiir sanatı bakımından, Cumhuriyet kuşağına ise fikri yönden büyük ölçüde örneklik etmiş bir sanatçıdır (Servet-i Fünûn Edebiyat, Akçağ Yayınları) Tevfik Fikret'in Şiir Dünyasına ve Eserlerine İlişkin Önemli Hususlar Hasta Çocuk adlı manzum öyküsü kulağa göre kafiye tartışmalarının yaşandığı dönemde kaleme alınmıştır ve Servet-i Fünûn kuşağının kafiye tercihinin ne olduğu yönündeki ilk önemli örnekti. Hasta Çocuk şiirinde bahsedilen çocuk, oğlu Halûk'tur. Servet-i Fünûn dergisi 256. sayıdan itibaren edebiyat ürünlerine yer vermeye başlamıştır, Hasta Çocuk ise 257. sayıda çıkmıştır. Yani bu şiir hem edebi hareketin hem de Fikret'in dergide yayımlanan İlk şiiri oluyordu. 1896- 1901 yılları arasında yayımlanan şiirler Rübâb-ı Şikeste adlı eserinde bir araya getirilmiştir. Bu eserin ilk baskısı 1899'da yapılmıştır. İlk baskı acemice ve eksik olduğu için eser ikinci kez genişletilmiş olarak basılmıştır. Hemşirem İçin, Uzletgeh-i Mader-i Ziyaret, Halûk'un Bayramı, Halûk İçin, Yine Halûk, Halûk'un Sesi, Yarın; aile temasını işlediği şiirlerdir. Hasta Çocuk, Balıkçılar, Nesrin, Ramazan Sadakası adlı eserleri günlük hayatı yansıtmaktadır. Tevfik Fikret'in aşk şiiri oldukça azdır. En meşhur aşk şiiri olarak "Tesadüf" kabul edilir genellikle. Tabiat şiirlerinde ressamlığının etkisi hissedilmektedir. Yapma Çiçek Yapan Kıza, Resmini Yaparken, Aveng-i Şuhûr, Bir Yaz Levhası, Yağmur önemli tabiat şiirleridir. Tevfik Fikret'in en meşhur tabiat şiiri: Yağmur'dur. Aveng-i Şuhûr önemli bir eserdir. Bu eser aslında bir seri olarak kaleme alınmıştır. Yılın her bir ayı için şiirler yazmıştır. Bu şiirler dergide yayımlanırken aynı zamanda şiirin yanına o ayı temsilen bir resim de konulmuştur. Aveng-i Şuhûr serisi, eski edebiyat geleneğindeki melhame ile ilişkilendirilebilir. Aveng-i Şuhûr serisi François Coppee'nin "Aylar" adlı şiirinden etkilenilerek kaleme alınmıştır. Aveng-i Tesâvîr portre şiir türünün yeni Türk edebiyatındaki ilk başarılı örneğidir. Bu şiirlerde Tevfik Fikret'in önemli olarak gördüğü 12 edebiyatçı ele alınmıştır. Fuzûlî, Cenap, Nedim, Hamit, Üstad Ekrem, Rıza Tevfik, İsmail Safa, Ahmet Mithat ele alınan sanatçılardan bazılarıdır. Ahmet Mithat bu şiirlerde "Timsâl-i Cehalet" başlığı altında ele alınmıştır. Tefekkür, Gayya-ı Vücud Ukde-i Hayat, Per-de-i Teselli Fikret'in önemli felsefi şiirleridir. Tevfik Fikret 'in "Tevhid" adlı eseri Şinasi'nin akılcı yaklaşımına uygun dinî bir şiirdir. Eserin adının Tevhid olması eski edebiyat geleneğini akla getirmemelidir. Tevfik Fikret şiire eski gelenekle başlamıştır bu dönemde kaleme aldığı şiirlerinde "Nazmî" mahlasını kullanmıştır. Meşrutiyet Öncesi Yazılan Önemli Şiirler Sis: Sis önce Tanin gazetesinin ilk sayısında daha sonra Rübâb-ı Şikeste'nin yeni baskısında yayımlanmıştır. Sis, II. Abdülhamit rejimi dönemi İstanbul'una duyulan nefretin şiiridir. Sis; İstanbul'dan hareketle dönemin çürümüşlüklerini vb. vs. hicveden/eleştiren ilk örnektir. Sis adlı şiir büyük tepki görünce Tevfik Fikret bir anlamda özür niteliğinde "Rücû" adlı şiirini kaleme almıştır. Yahya Kemal, Sis şiirine karşı Siste Söylenişler adlı bir şiir kaleme almıştır. Sabah Olursa: Hürriyet temasına dayanan bir şiirdir. Bir Lahza-i Taahhûr: Fikret'in en çok yankı uyandıran ve eleştirilen şiiridir. Bu şiirin aynı zamanda siyasi bir hikayesi vardır. Bu şiir, 21 Temmuz 1905 tarihinde Ermeni lobisinin Abdülhamid'e düzenlediği fakat padişahın Cuma selamlığında devlet erkanı ile sohbetinin uzaması üzerine başarısızlıkla sonuçlanan suikast üzerine kaleme alınmıştır. Tarih-i Kâdim: Bu dönemde çokça tepki toplayan şiirler arasındadır. Tarih-i Kâdim'de tarihin derinliklerinden gelen değerlere dair olumsuz bir benzetme yapılmak suretiyle Türk tarihinin ve kültürünün değerleri bir "hortlak" metaforu ile anlatılmıştır. Bu şiirde Tevfik Fikret'in inançsızlık temine saplanıp kaldığını görüyoruz. Tarih-i Kâdim, Tevfik Fikret ile Mehmet Akif Ersoy'un edebiyatımızdaki o meşhur tartışmayı alevleyen şiiridir. Bu şiirden sonra Tevfik Fikret Mehmet Akif'i "Molla Sırat"; Mehmet Akif de Tevfik Fikret'i "Zangoç" olarak eleştirmiştir. Mehmet Akif'in eleştirileri üzerine Tevfik Fikret "Tarih-i Kadim'e Zeyl" adlı eserini yazmıştır. Meşrutiyet Sonrası Yazılan Önemli Şiirler Millet Şarkısı: Bu dönemin en önemli şiiri Millet Şarkısı'dır. Meşrutiyet sonrasının ilk kitabı Halûk'un Defteri'dir. Halûk 'un Defteri yayımlanmadan önce yayımlanan en meşhur şiirleri; Vatan Şarkısı, Bir Güfte, Kitabe, Darü'l Muallimin Marşı. Halûk'un Defteri adlı eser üç bölümden oluşur. Bu eser bütünüyle Halûk'un kişiliğinde Türk gençliğine yol göstermek için kaleme alınmıştır. Kitabın ikinci bölümünün adı "Hayata Karşı Beşer"; üçüncü bölümünün adı ise Hitabeler'dir. Haluk'un Defteri'ndeki Doğan Güneşe adlı eser "meşrutiyet" için yazılmıştır. Haluk'un Vedâ'ı ise Halûk'un Avrupa'ya tahsil görmek üzere gidişini anlatır. Haluk'un Amentüsü, adlı şiirinde bilimin önemi vurgulanmıştır. Meşrutiyet sonrasında çocuklar için kaleme aldığı Şermin dışındaki şiirler genellikle ülkenin içinde bulunduğu sıkıntıların neticesinde şairde uyanan karamsarlık duygularının ürünüdür. İttihat ve Terakki'nin Meclis-i Mebûsan'ı kapatması üzerine Fikret "Doksan Beşe Doğru" adlı şiirini kaleme almıştır. Bu kapanma olayını, Abdülhamid'in ilk meclisi kapattığı hicrî 1295 yılındaki olaya benzetir ve bundan dolayı da şiirine 95 tarihini isim olarak verir. Şermin Tevfik Fikret'in hece ölçüsüyle ve sade bir dille çocuklar için yazdığı şiirlerini bir araya getirdiği eseridir. Tevfik Fikret eğitimci dostu Satı Bey'in ısrarına dayanamayarak onun açtığı bir okulda dersler vermiştir. Bu dersler sırasında çocukların duygularına uyum sağlamak için bazı çocuk şiirleri kaleme almıştır. Daha sonra bu şiirler Şermin adlı kitabı olarak yayımlanmıştır. Tevfik Fikret'in Sanat Anlayışı Rübâb-ı Şikeste -> "sanat için sanat" Halûk'un Defteri -> geçiş süreci eseridir. Bu eseriyle birlikte toplumcu şiire "yönelimi" söz konusudur. Ferda Promete, gibi meşhur şiirleri bu kitaptadır. Rübâbın Cevabı -> "Toplum için sanat" Tevfik Fikret'in Eserleri Rübab-ı Şikeste (1900-1984) Haluk'un Defteri (1911-1984) Rübabın Cevabı (1911-1945) Şermin (1914-1983) Tarih-i Kadim (1905) Son Şiirler (1952. Yay. Haz. Cevdet Kudret) Doğum günü: Aliye Berger kimdir? Aliye Berger 24 Aralık 1903 tarihinde Büyükada'da doğdu. Sanat yaşamı boyunca dünya çapında bir üne sahip olan Aliye Berger, 9 Ağustos 1974 tarihinde Büyükada'da hayata veda etti. Aliye Berger, Türk gravür ve grafik sanatçısı, ressamdır.Türkiye’nin ilk kazıma ve oyma gravür sanatçılarındandır. Adını geniş sanat çevrelerine ilk kez 1954’te Yapı Kredi Bankası’nın düzenlediği resim yarışmasında birinci seçilerek duyuran sanatçı, dışa vurumcu oyma baskıları ile tanınır.

ALİYE BERGER HAYATI
24 Aralık 1903 günü Büyükada’da doğdu. Babası Kabaağaçlızade Mehmed Şakir Paşa, annesi Giritli Sare İsmet Hanım’dır. Yazar Halikarnas Balıkçısı ile ressam Fahrünnisa Zeyd’in kardeşi; seramik sanatçısı Füreya Koral, tiyatrocu Şirin Devrim ile ressam Nejat Devrim’in teyzesidir.
ALİYE BERGER KARL BERGER AŞKI
Notre Dame de Sion Fransız Lisesi'nde eğitim gördü. Resim ve piyano dersleri aldı. 1924’te Türkiye’de bulunan Macar keman virtüözü ve pedagog Karl Berger’den ders aldı. İlişkileri aşka dönüşen çift, yirmi üç yıl beraber yaşadı.

1935’ten 1939’a kadar Berlin ve Paris’te kardeşi Fahrünnisa Zeyd’in yanında kalarak sanat hareketlerini izledi. 1947’de Karl Berger’le evlenen Aliye Berger, altı ay sonra eşini kaybedince Londra’ya giderek John Buckland Wright’in atölyesinde heykel ve gravür çalıştı, 1951’de Türkiye’ye 150 gravür ile dönerek ilk kişisel sergisini açtı.
ALİYE BERGER GÜNEŞİN DOĞUŞU TABLOSUNA ÖDÜL
Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği’nin 1954’te İstanbul’da toplanan kongresi nedeniyle Yapı Kredi Bankası’nın düzenlediği “İş ve İstihsal” konulu yarışmada “Güneşin Doğuşu” adlı ilk yağlı boya çalışmasıyla birincilik ödülünü kazandı. Sanatçı, ertesi yıl 2. Tahran Bienali'nde ikincilik ödülünü aldı.

ALİYE BERGER SANAT ANLAYIŞI
Aliye Berger desen ve yağlı boya resimler yaptıysa da çoğunlukla oyma baskı tekniğinde, siyah-beyazın ara tonlarında yapıtlar verdi. Zımpara kağıdı, kasap kağıdı ve tülbenti malzeme olarak kullanan sanatçı günlük yaşamın kalıplarını, İstanbul’un çeşitli köşelerini bazen gerçekçi, bazen de fantastik biçimde, özgün bir lirizm ve dışavurumculukla yansıttı. Yaşamı boyunca dünyanın çeşitli kentlerinde on iki özel sergi açtı, kırk sekiz karma sergiye katıldı.

Sanatçı, 9 Ağustos 1974'te Büyükada'da hayatını kaybetti.
Ölümünden sonra yapıtları çeşitli defalar sergilenmiştir. En büyükleri, 16 Ekim- 1 Kasım 1975 tarihleri arasında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde düzenlenen sergi ile Yapı Kredi Bankası’nın 11 Şubat-6 Mart 1988 tarihleri arasında düzenlediği sergidir. Sanatçının İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde dört, Albertina Müzesi'nde de üç yapıtı sergilenmektedir. Google tarafından Aliye Berger, önceki yıl 117. yaş gününde doodle yapılarak hatırlandı.

Şadi Çalık, Ferruh Başağa, Özer Baykay, Reşide Bayar

Bugün 24 Aralık. Türkiye Cumhuriyeti'nin 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın eşi Reşide Bayar, ünlü ressam Ferruh Başağa, ünlü heykeltraş...

bottom of page