top of page
< Back

'Derviş Dayı' Haydar Şişman der ki: 'Bu insandan umudum yok!'

Söyleşen: Alâettin Bahçekapılı Yaşamda insanı mutlu eden rastlantılar vardır; tersi de doğrudur… Belli bir yöredenseniz, aynı kültürün içinde yoğrulmuş ve belki de aynı gurbete savrulmuşsanız, rastlaştığınızda “kalpten kalbe bir yol vardır” sözünü doğrularcasına, tanırsınız birbirini o zamana dek hiç karşılaşmamış olsanız da… -          Belli ki bugün Perşembe ( gerçekten de perşembeydi, 14 Kasım ). Biri televizyonu açık bırakmış; Atilla’nın (Atilla Alp Bölükbaşı ) sergisinde ( Beylikdüzü’nde açtığı Mavi Çığlık Fotoğraf Sergisi ) Hudutsuz Sevda yayımlanıyor… Ben sizi tanıyorum! Takılmayı anladı, uzattığım eli tuttu, sıktı: -          Hangi kitap açık kalmış böyle… Ben de sizi tanıyorum. -          Dağ dağa kavuşmaz ama… -          İyi ki insanız… -          “Ha boyle oturalım / Dizun dizume vursun / Bi röportaj yapalum / Akan dereler dursun.” -          “Bildiğum yerden sor ki / Dostluğuni anlayım / Dünya ahvali köti / Dili tutalum kayim” -          “Acayirum teybumi / Diyeyim bilduğumi / Atışmanun soni yok / Koyayirum düğumi.” Geçen yıl başlayıp bu yıl da süren Hudutsuz Sevda dizisinin oyuncularından… Senaristlerinden… Daha önce iki festivalde (52. Uluslararası Altın Portakal Film Festivali 2015 ve 35. İstanbul Film Festivali 2016) en iyi erkek oyuncu ödülüne layık görüldüğü Kalandar Soğuğu (2015), ardından Yol Kenarı (2016), Lady Winsley’i Kim Öldürdü (2018), Uzak Ülke (2020) ve Yaban (2022) sinema filmlerinde, 2017-2020 arasında Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz TV dizisinde oynadı. Şimdilerde Now TV’de Perşembe akşamları 2 buçukla 5 milyon arasında seyirciye ulaştığı reyting raporlarına yansıyan Hudutsuz Sevda’da 'Derviş Dayı' rolüyle karşımıza çıkıyor. Dizinin üç senaristinden biri. 1966’da Trabzon’un Maçka İlçesinde doğdu.      Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünden mezun olduktan sonra oyunculuk eğitimi aldı. Sergiler açan bir ressam aynı zamanda.     Hudutsuz Sevda, 21 Eylül 2023 tarihinde yayımlanmaya başladı Now TV’de. MedYapım imzalı. Fatih Aksoy yapımcısı. Murat Öztürk yönetmeni. Dram türündeki dizinin başrollerini Deniz Can Aktaş ,  Miray Daner ,  Esra Dermancıoğlu ,  Burak Sergen ,  Burak Sevinç  ve  Asuman Dabak  paylaşıyor. 26 Eylül 2024’te başlayan ikinci sezonda diziye Engin Benli , Burak Çelik ve Erkan Can gibi başarılı oyuncular da katıldı.       Ve biz, şimdi, Hudutsuz Sevda dizisinin senaristlerinden ve Derviş Dayı rolünü canlandıran oyuncusu Haydar Şişman ile birlikteyiz. -          Sevgili yerdeşim, Hudutsuz Sevda’da 41-42. Bölüme vardınız. İlgiyle de izleniyorsunuz. İzlenme oranınız hayli yüksek. Ne zaman bitirmeyi düşünüyorsunuz? Yersiz uzun sorusu… -          12-13 bölüm sonra. -          TV Yönetmeni arkadaşım Korkut Akın, dizileri “yersiz uzun” bulur. Bu konuyu yazdığı kitapta da irdeledi. Sizce? -          Uzun olmasının nedenleri var. Yapımcı onu  üçe dörde bölüp öyle bir  dizi çıkarsa, başka bir şey olur; ama Türkiye’de dizilerin ömürleri, süreleri o dizinin reytingine göre belli olur. Siz eğer diziyi yarım saate veya 40 dakikaya indirirseniz reyting kaybedersiniz. Türkiye’de insanlar televizyon dizilerini ana akım medyada bedava izlerler. Dolayısıyla televizyonların gelirleri sadece reklama bağlı. Siz süreyi uzun tutmak zorundasınız. Yoksa yapımcının tercihi olan bir şey değil süre. -           İlk yarım saatte reklam kullanmama yasağı da söz konusu… -          Mesela paralı kanallar 40 dakikayı geçirmiyor. Diziler ücretli izlenirse, o zaman yapımcı kalkıp 2 saat yayın yapmaz, 40 dakikada bitirir.. Orada çünkü reyting derdi yok, insanlar bedelini ödeyip öyle seyrediyor.  Bizde rekabet  çok sert. Keyfi bir şey değil yani. -          Bildiğim kadarıyla siz Hudutsuz Sevda’nın senaryosuna da yardım ediyorsunuz. -          Evet, senaryo grubundayım dizinin. -          Öteki arkadaşlarınız.?. -          Bahadır Özdener , Berna Aruz . -          Merak ediliyor, film mekânı neresidir? Birçok kişi Artvin diye tahmin yürütüyor. -          Yok, ana mekânımız Beykoz ve çevresi… Polonezköy’de de mekânlarımız var; ama mekânların çoğu Beykoz’da. -          Filmde 83 plakalı bir araba da merak uyandırıyor. Neden 83 plaka? -          Bizim ürettiğimiz sanal bir mekânın/yerin/ilin plakası. Diziyi Karadeniz dizisi olarak ifade ediyoruz, fakat, Karadeniz Artvin, Rize, Trabzon, Giresun, Ordu’dan ibaret değil. İstanbul’un kuzeyi de Karadeniz, İstanbul’un kuzeybatısı da Karadeniz. -          11 ili var Karadeniz’in … -          Başka ülkeleri de var Karadeniz’in. Romanya’sı var, Bulgaristan’ı var, Ukrayna’sı var, Rusya’sı , Gürcistan’ı var. Yani Karadeniz çok büyük bir havzadır. Yani biz burada Karadeniz’den bahsederken, özellikle bir şehrin plakasını kullandığınızda diğer şehirlerle yabancılaşabilirsiniz. Sonra bir şehre indirgediğinizde, seyirci ister istemez o şehrin ağzını/diyalektini/şivesini bekliyor. Artvin’de geçen dizi yaparsanız, Rize için, Trabzon için yabancı olur, dolayısıyla dizimiz bütün Karadeniz’in dizisi olsun kararımızın mantığı bu. -           Kimi dizilerde akışa “sosyal mesajlar” ekleniyor. Siz bir Karadeniz dizisi yapıyorsunuz.  Karadeniz’in çevre sorunlarıyla, kirliliğiyle ilgili mesajlara yer vermeyi düşünür müsünüz? Anımsatmak isterim ki, Karadeniz dünyanın en kirli denizlerinden birisi, hatta birincisi. Karadeniz'in verimli su tabakası 80 metre.  80 metrenin altında yaşam yok, bu kalınlık bile giderek azalıyor. Dünyanın, Türkiye’nin ve özellikle Karadeniz’in çevre sorunlarıyla ilgili olarak   Çevre Kurtuluş Savaşı Hemen Şimdi! adlı bir kitap yazmış kişi olarak biliyorum ki Karadeniz'in kirliliği sorunu dünyanın en yakıcı sorunlarından biri. O nedenle özellikle soruyorum,  bu soruna dikkat çeken “sosyal mesajlar” vermek ister misiniz? -          Çevre kirliliği Kuzey ve Güney Kutuplara kadar ulaşan bir sorun. Özellikle plastik kirliliği.  Şöyle bir şey var: Bu yaptığımız iş, yani Hudutsuz Sevda bir ticari iş, bir belgesel değil. Dolayısıyla dizilerde ya da sinema filmlerinde ana konu,  hikâye üzerinden böylesi bir sorun anlatılabilir, değinilebilir, mesaj olarak verilebilir; ama etkili olacağına inanmıyorum.      Yani çevre kirliliğinin ortadan kaldırılması ya da azaltılması için dizilerden medet ummak yerine bilinçli bir toplum yetiştirmek, bunun için de  ta anasınıfından, kreşlerden başlayarak  çocukların bilinçlendirilmesi ile olur.  İyi vatandaşlar yetiştirmeniz gerekir; yani elindeki çöpü çöp kutusu bulamadığında diyelim ki Göztepe’den Kadıköy'e kadar taşıyabilecek yurttaşlar yetiştirmek gerekir.  Çevre kirliliğinin boyutları bakımından dizi filmlerin mesajları çok yetersiz kalır. Bu ciddi bir problemdir, bu ciddi problemi çözmek için, ciddi projeler geliştirmek gerekiyor ve bunun için de ciddi bir eğitim gerekiyor.       Ben ve eşim Karadenizliyiz, birkaç ay önce dağa çıktık gördük ki insanlar piknik yaptıkları yerlerde, en temiz olması gereken yerlerde bile çöplerini bırakmış. İnsanlar ormanlara gidiyor piknik yapıyor, diyor ki “her taraf çöplüktü biz de bıraktık.” Şimdi kendine göre bir savunma mekanizması bulmuş; ama Trabzon'un yaylasına gittiğinizde eskiden bir tane izmaritin olmadığı yüzlerce dönüm arazi içinde şimdi piknik yapanlar yüzünden, yaylalara gezmeye çıkanlar yüzünden  çöpler var.  Oturup bir kişiyle konuştuğunuz zaman milliyetçilik, yurttaşlık, muhafazakârlık konusunda mangalda kül bırakmazlar; yurttaşlığın, milliyetçiliğin ne olduğu konusunda fikri yok, oysa yurttaşlığın en önde gelen görevi kendini olduğu gibi çevresini de temiz tutmak, bu milliyetçiliği de kapsar.       Yani lafın kısası bu  çevre sorunu can yakıcı bir sorun: dizileri ve belgeselleri çok aşar. Ciddiyetle ve bütün devletlerin işbirliğiyle ele alınması gereken bir sorun. -                 Çok haklısınız. Karadeniz’i örnek alırsak, bu deniz hem kıyılarında kurulu devletlerin, hem de buraya dökülen nehirler, özellikle Tuna Nehri nedeniyle bütün Avrupa ülkelerinin etkilediği bir alan, bir iç deniz. -                 Yani siz Türkiye olarak tek başınıza Karadeniz'i temiz tutamazsınız. Tuna Nehri'nin bütün pisliği Karadeniz'e dökülüyor. -                Kesinlikle öyle. Avrupa'nın ta Manş Denizi’nden başlayarak Main Nehrinin Tuna ile birleştirilmesi nedeniyle bütün Almanya’nın ve  Tuna nehrinin geçtiği ülkelerin evsel, ayrıca sanayi kirlilikleri Karadeniz'e geliyor ve bunun Karadeniz’in kirlenmesinde %60- %70 hatta %75 oranında etkisi var. -                Evet öyle. Romanya'nın, Bulgaristan'ın şimdi kuzeyde savaş var, Ukrayna savaşının birçok maliyeti vardın, kirlilik, kimyasal maliyeti vardır. Onlar da geliyor. Öte yandan Karadeniz'e kuzey bölgelerinden akan nehirler var, Dinyeper, Dinyester onlardan akan sular da aynı şekilde kirlilik unsuru.      Maalesef şöyle bir şey var: Bu sorun çözülecek gibi durmuyor, yani dünyada insan sorunu var.  İnsanların yaşamadığı bölgelerde, coğrafyalarda doğa çok temiz ve sağlıklı; ama oraya insanlar girdi mi kısa süre sonra orada kirlilik başlıyor. Siz dünyadan insanları çekebilseniz, 20 yıl sonra başka bir gezegene dönüşür dünya. Ama insanların dünyadan çekileceği yok. Bir düşünür “insan bütün canlıların en budalasıdır” der.  Kendi bindiğimiz dalı kesiyoruz, kendi yaşadığımız gezegeni yok ediyoruz. Çocuğuna daire, ev, arsa almak peşine düşerken ona içilebileceği bir suyu bile bırakmıyor insanoğlu.  Bu herhalde insanın en büyük açmazıdır, diye düşünüyorum ben. Bunu bilip de bile bile yapmak, en büyük budalalıktır.      Bunu bilir ama gene yapar herhalde, yapmaya da devam edecektir. Çünkü müthiş bir bencillik var, benden sonrası tufan, bana ne diye düşünülüyor. -                 Çok veciz konuştunuz; ama Nâzım Hikmet ustanın söylediği gibi “umut / umut / umut /umut insanda. -               Şimdi  konuyu Nâzım'a getirirseniz… Nâzım kendi dünyasının asisiydi, kendi döneminin anarşistiydi. Şimdi biz geriye doğru baktığımızda biz o günleri arar olduk. Herhalde bugün yaşıyor olsaydı gene aynı şeyleri yazacaktı: İyiye, doğruya gidişin hiçbir umudu yok.      Ben olumsuz görünmek istemem; ama bilimsel bir bakış açısıyla konuşmaya çaba gösteriyorum: Bir umudu diri tutmak duygusal bir şeydir; ama devrimcilik aynı zamanda matematiksel bir şeydir, gözlemlenebilen, ölçülebilen, tartılabilen bir şeydir. Bugünkü gidişata baktığınız zaman dünyada kullanılan kimyasalları artıyor, bencillik artıyor, plastik artıyor. Nâzım Hikmet zamanında plastik su kabı yoktu, şimdi trilyonlarca atılmış, suya karışmış plastik su kapları var. Yani Nâzım'ın dünyasına biz şimdi eyvallah deriz, ben razıyım o döneme. -               Ekonominin, sanayinin gelişmesiyle kirlilik de artıyor, diyorsunuz. -              Kirlenmek geometrik olarak büyüyor. 50 yıl sonrasını düşünebiliyor musunuz? Denizlerde yaşayan balık kalmayacak. Bu kesin. Karamsar bir tahmin değil. Bakıyorsunuz son 500 yıla, hatta o kadar geriye gitmeyelim, son 100 yıla bakıyorsunuz, 70'li yıllardaki çocukluğumuzdan hatırladığımız yerler var, siz daha iyi bilirsiniz, oralardan vazgeçince, insanlar daha iyisini mi yapacaklar? Hiç zannetmiyorum. -               Ne yapmalı, diye soracağım ancak siz tabloyu çok umutsuz görüyorsunuz.. -                Bu konuştuğumuz mevzu siyasetle ilgilidir, bir milletvekilinin çıkıp bununla ilgili kanun teklifinde bulunması gerekir, çalışmalara önderlik yapmaları gerekir, yani Meclis’e gidip liderlerinin söylediklerini “haklısınız efendim, Aman Efendim, paşam Efendim” diyecekleri yerde işlerini yapmaları gerekir. Bir milletvekilinin görevi yasa tasarısı/teklifi hazırlamaktır. Her bölgede kirlilik var, mademki şikâyetçidir onlar da -hangi siyasi partiden olduklarının önemi yok- bununla ilgili yasa tasarısı versinler. Mesela kıyıya yakın 1 derece denize yakın tesislerin filtrelerinin zamanında değiştirilip değiştirilmediğini denetlesinler. Bir milletvekili bunları yapabilir. -                 Karadeniz’deki kirliliğin önlenmesi bakımından kıyısındaki ülkelerin imza attığı bir belge var, önemli kurallar getirmekteler. Hatta benim kitabımda önerdiğim, bütün Avrupa ülkelerinin katkıda bulunacağı bir fon oluşturulması gerektiği düşüncem de bu belgelerde yer bulur, sevindiğim bir husustur. -               Doğrusu Almanların bu tür kuralları işleteceğini sanmıyorum. Bize ne Karadeniz'e dökülen ırmaklardan, diyorlardır.      Kızılırmak gibi Türkiye'den doğup Karadeniz'e dökülen bir ırmak olsa Tuna nehri denetlemesi daha kolay; ama öteki ülkelerde Tuna Nehri'nin kenarında dizili oldukları için o sizin sözüne ettiğiniz fonun uygulaması zor gözüküyor bana. Irmaklar doğdukları ülkelerden denize dökülürse çözüm bulmak daha kolay; ama nehirler başka ülkelerden geçen nehirlerin yarattığı kirliliği engellemek daha da zor olur.        Ayrıca bir niyet işidir bu. Şimdi siz söylediniz ya “pozitif bakmıyorsunuz” anlamında. O çözüm için bir ışık lazım, ışık yok ki ortada. Her nesil daha bencil, her nesil daha toplumdışı, daha bana ne diyen,  adamsendeci,  bananeci, kendini kurtarma peşinde.     Toplumcu bir yaklaşım vardır; işte diyelim ki Dünyanın yarısı sosyalisti. Sosyalistler de çevreci düşünürdü vesaire vesaire.  1970'lerde 80'lerdeki durum bu iken şimdi o ülkelerde değişik ekonomik sistemlere geçtiler, onlar da üretici oldular, aşırı tüketici oldular,  doğaya uygun olmayan üretim olduğu yerde kirlilik de, yoksunluk da olur. Aral Gölü'nü kuruttular, Baykal Gölü'nü kuruttular, tarlalara çektikleri sular nedeniyle göllerde su kalmadı.      Tüketimin gereğinden fazla olmaması gerekir. Enternasyonal bir yasa çıkartıp o insan neslinin sayısını muhafaza edebilecek kanunlar çıkartmak gerekir. Çünkü nüfus arttıkça yoksul kesimin avazı artıyor; ama varlıklı kesimin geliri, varlığı hiç azalmıyor. Dün bakıyorum asgari ücreti tartışırken varlıklılar kendilerine maliyetin 1000 lira 2000 lira artacağından söz eder ve kaygılanırken otoparklarına bakıyorsunuz 10 tane arabası var. Kendi kendisine her türlü lüksü hak görüyor; ama paylaşmak istemiyor. İnsanın doğasında var bu. Korkarım ki fakir fukara dediğimiz kişi de zengin olunca aynısını yapacak.      Şimdi insanları doğru yaşamaya zorlayan, doğru ideolojilere ihtiyaç var. ideolojisiz bir çağda yaşıyoruz. İdeolojisi olmayan insan lümpendir, çıkarcıdır, pragmatisttir. Onu frenleyecek ne bir sosyal çevresi vardır, ne de etik bir duygusal yapısı vardır. Aslında 1980'lerden sonra sosyalizmin çökmesi ile beraber dünyada ideolojisiz bir çağın başlaması insanlığın başına gelebilecek en büyük felakettir. Ben bundan daha kötüsünü düşünemem. Daha önce insanlar bir şeye sığınabiliyorlardı, birine hesap sorabiliyorlardı, sorumlulara hesap sorabiliyorlardı. Sen ideolojine uygun olmayan şeyler yapıyorsun, diye eleştiride bulunabiliyorlardı.       En çok sevilen, saygı gören insanlar da toplumsal meselelere en az kafa yoranlar ya da hiç konuşmayanlar, bana ne diyen insanlar seviliyor, saygı görüyor, konuşan insanlara da her şeye politik bakma diye eleştiri getiriyorlar. Oysa olaylara politik bakmayan insan bakmıyor demektir. -               Son sözü ben söyleyeyim: tam yerine dokunmuşum beyninin, tam kişisine sormuşum azdan az sorularımı.  Teşekkür ederim. -              Ben de size… Ben de size. Söyleşi ve görseller:  BRT Yayın Grubu Genel Yönetmeni Alâettin Bahçekapılı

'Derviş Dayı' Haydar Şişman der ki: 'Bu insandan umudum yok!'

Söyleşen: Alâettin Bahçekapılı Yaşamda insanı mutlu eden rastlantılar vardır; tersi de doğrudur… Belli bir yöredenseniz, aynı...

bottom of page