top of page
< Back

Burhan Felek, Ümit Yaşar Oğuzcan, Gülten Akın, Yusuf Kâtipoğlu, Süleyman Genç, Dursun Karaca

Bugün 4 Kasım. Burhan Felek, Ümit Yaşar Oğuzcan, Gülten Akın, Yusuf Kâtipoğlu, Süleyman Genç ve Dursun Karaca'nın ölüm yıldönümleri. BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi sevgiyle anıyoruz. Burhan Felek kimdir? 1889 yılında İstanbul‘da doğdu. Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Evkaf İnşaat Başkâtipliği ve Ticaret Bakanlığı Müşâvirliği yaptı. 1907’de Anadolu Futbol Kulübü’nü kurdu. 1918 yılında Tasvir-i Efkâr Gazetesi’nde spor ve foto muhabiri olarak çalışmaya başladı. 1922’de Ali Sami Yen ve Yusuf Ziya Öniş ile birlikte TİCİ’nin kuruluşunu gerçekleştirdi. Atletizm Federasyonu Başkanlığı’na seçildi ve 1936’ya kadar bu görevi sürdürdü. 1924 ve 1928 Olimpiyat Oyunları’na yönetici olarak katıldı. Balkan ve Akdeniz Oyunları kurucularındandır. 1924 yılında kurulan TMOK’nin kurucuları arasında yer aldı. 1938-1952 yılları arasında TMOK Genel Sekreterliği, 1960-1964 ve 1965-1982 arası 21 yıl süreyle TMOK Başkanlığı görevlerini üstlendi. TOC Olimpik Liyakat Diploması ile ödüllendirildi. 4 Kasım 1982’de vefat etti. Her yıl meslekte 50 yılını ve 70 yaşını dolduran bazı deneyimli gazetecilere Burhan Felek Hizmet Ödülü veriliyor. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından verilen bu ödüllerin 2021'deki sahipleri şu gazeteciler: Gülten Akın kimdir? Gülten Akın, cumhuriyetin ilk yıllarında dünyaya geldi. Ocak ayının 23’ünde doğmuş bir kış bebeğiydi. Yıl; bin dokuz yüz otuz üç, yer; Yozgat. Sorgun’da büyümüş bir kadın, bugün tüm ülkenin geçmişini dizelerine dökebilecek kadar her soluğunu yaşamış bu ülkenin. Her insanıyla tanışmış kadar samimi, her gününü görmüş kadar yorgun. Sene bin dokuz yüz kırka gelirken, Gülten de Ankara’ya göç etti. Önce Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’nde, sonra ise Ankara Hukuk Fakültesi’nde okudu. Ankara kadar içe kapanık başlayan şiir yaşamında da bu yüzden önce İkinci Yeni Akımına yakın bireyci şiirlerle başladı. Daha sonra, Ankara kadar toplum kokan biri olduğunu keşfedip, toplumcu şiire döndü yüzünü. Küçük, küçücük bir kızken
Unutacak mısın yüreğim
Bir kurdele bir pabuç yüzünden
Unutacak mısın yüreğim
Şimdi de onulmaz korkundur
Evde ekmeğin tükenmesi
Un biter, ekmek biter, gelsin ödünçler
Unutacak mısın yüreğim
Başın dönerdi sabahları
Her atılan bomba bir parça
Yiyecek alır giderdi
İkinci Dünya Savaşı sırtından geçti
Unutacak mısın yüreğim Evlendi ve Anadolu’da Her Yere Gitti Evlilik onun için kadınların yazgısı sayıldığı gibi, ayak bileğinden eve zincirli olmak değildi. Bin dokuz yüz elli altı yılında Yaşar Cankoçak ile evlendi. Birlikte bu dünyaya beş tane çocuk büyüttüler. Buna karşın, Yaşar beyin bir kaymakan olması sebebiyle Anadolu’nun çok şeitli yerlerinde çalışmak ve yaşamak için gittiler. Örneğin Gevaş’a, Alucra’ya, Gerze’ye, Saray’a… Maraş’a… Gülten Hanım boş durmadı buralarda, hukuk mezunu bir kadındı, ne de olsa. Yardımcı avukatlık, avukatlık ve öğretmenlik yaptı. Bin dokuz yüz yetmiş ikide Ankara’ya dönene dek, çalıştı.
Ankara’da ise, demokratik kitle örgütlerinin yeniden kuruluş çalışmalarında aktif bir rol alarak, yüzünü yeniden toplum için üretmeye döndü. İnsan Hakları Derneği (İHD), Dil Derneği, Halkevleri (HE) gibi birçok kuruluşun hem kuruculuğunu hem de yöneticiliğini yaptı. Dört duvar arasına sığmayan bir insandı. Dört duvar arasına sığmayan bir kadındı. İçinde ayıp, dışında geçim, sol yanında sevgi vardı.
Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön
Yasaktı yasaydı töreydi dön
İçinde dışında yanında değilim
İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi
Bu nasıl yaşamaydı dön
Onlarsız olmazdı, taşımam gerekti, kullanmam gerekti
Tutsak ve kibirli -ne gülünç-
Gözleri gittikçe iri gittikçe çekilmez
İçimde gittikçe bunaltı gittikçe bunaltı
Gittim geldim kara saçlarımı öylece buldum
Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi
Bir şeycik olmadı – Deneyin lütfen –
Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım
Günaydın kaysıyı sallayan yele
Kurtulan dirilen kişiye günaydın
Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi
Bir yaşantı ile karşılayanlara
Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum. Edebiyatla Buluşması İlk şiiri, Son Haber gazetesinde bin dokuz yüz elli birde yayımlandı. Ardından Hisar, Varlık, Yeditepe, Türk Dili, Mülkiye gibi dergilerde de şiirleri çıktı. Başlarda şiirlerinin konusu doğa, aşk, ayrılık, özlem iken, daha sonraları ise toplumsal sorunlar ağır bastı. Seksen öncesinde halkın yaşadıkları, onun da hayatına ve şiirine yansıdı. Daha sonraki şiirlerinde toplumsal sorunlara yöneldi. Gezip gördüğü yerlerden aldığı esinle zenginleşen ve coşkulu bir insan sevgisiyle yoğrulan şiiri, toplumsal sorunları, yaşam-halk ilişkisini öne çıkardı.
Geçiş döneminin en güzel şiirlerinden biri, aşkın itirafı ve kavganın çağrısı ile el ele yürüyebilme cesaretini taşıdı: SENİ SEVDİM
Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim
“Uyandım bir sabah” gibi değil, öyle değil
Nasıl yürür özsu dal uçlarına
Ve günışığı sislerden düşsel ovalara
Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim
Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü
Yitik ceren arayı arayı anasını buldu
Adın ölmezlendi bir ağız da benden geçerek
Soludum, üfledim,yaprak pırpırlandı Ağustos dindi
Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi
Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar
Ve onların yoğun boyunlu kadınları
Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa
Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce
Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde
Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce
Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz
Senet senet satılmadan önce
Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp
Tanrı parsellenip kapatılmadan önce
Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin.

Gülten Akın’ın Edebiyatında Halk Şiirlerinde büyük ölçüde folklor, yani halk bilimi öğelerinden büyük bir özenle yararlanmış. Şiir üzerine yazılarını bir araya getiren ve bin dokuz yüz seksen üç yılında yayınladığı “Şiiri Düzde Kuşatmak” kitabında, halk kaynağına inme isteğini , “Halkta var olan öz ve biçimi diyalektik olarak yükseltmek, şiiri yükseltirken halkın yaşamının ve yaşam biçimlerinin yükselmesine yardımcı olmak” sözleriyle açıklamıştır. Toplumcu gerçekçi şiirini oldukça iyi özümsemiş, halk şiiri geleneğinden etkilendiği bilindiği ve bunu kendisi de sıkça dile getirdiği hâlde halk şiirinin basmakalıp ifadelerine şiirlerinde yer vermemiştir. Son dönemin en büyük Türk şairlerinden sayılması belki de biraz bununla ilgilidir. Şiirlerinde Anadolu insanın şiirini yakalamayı amaç edinmiş gibidir. Muhtemelen de bu düşünceden yola çıkarak, bazı şiirlerinde halk söyleyişlerini olduğu gibi kullanır.
Doğan Hızlan onun şiirini “köyden kente yalın ayak giren insan” dizesiyle açıklamaktadır. Bu köyden kente göçmüş insan da, kendi geçmişinden yola çıkıldığında yakından tanıdığı bir figürdür. Bu figür, sonradan, şiirlerinde sıklıkla ve ustalıkla işlediği bir tema olacaktır. Şiirlerinin başat teması ise, aslında çocuklardır. Acıyı da umudu da genellikle çocuklar üzerinden verir. Bunun en önemli sebeplerinden birisi, oğlu cezaevindeyken yaşadıklarıdır. Şiirleri pek çok dile çevrilmiş ve kırktan fazla şiiri bestelenmiştir. Bestelenen en ünlü şiirlerinden biri, Sezen Aksu’nun 1993 tarihli albümüne adını veren Deli Kızın Türküsü’dür. …
Sana büyük caddelerin birinde rastlasam
Elimi uzatsam tutsam götürsem
Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak
Anlasan
Elimi uzatsam tutamasam
Olanca sevgimi yalnızlığımı
Düşünsem hayır düşünmesem
Senin hiç haberin olmasa
Senin hiç haberin olmaz ki
Başlar biter kendi kendine o türkü
Yağmur yağar akasyalar ıslanır
Bulutlar uçuşur geceleyin
Ben yağmura deli buluta deli
Bir büyük oyun yaşamak dediğin
Beni ya sevmeli ya öldürmeli

Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa
Böcekler gibi başlamalı yeniden
Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta
Yan garipliğine yürek yan
Gitti giden. 2000’li Yıllar Sene iki bin sekize geldiğinde Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ölümünden sonra Milliyet gazetesinin yaptığı yaşayan en büyük şair araştırmasında Gülten Akın en çok oyu aldı. Bundan sonra, şiirinde bir doruk noktası olarak nitelenen Beni Sorarsan adlı kitabını iki bin on üç yılında yayımladı ve bu kitabı ile Metin Altıok Şiir Ödülü’ne layık görüldü. Yaşamının her anını, yaşadığı her şeyi ince ince eleyerek ve elediklerini dağıtıp dünyayı güzelleştirerek geçirdi. Gülten Akın, şiir dışındaki edebi türlere fazla ilgi göstermedi ancak yedi adet kısa oyun yazdı. Ürettiği tiyatro metinlerinde kadın, evlilik, düzene yönelik eleştiriler, yoksulluk, yalnızlık, yaşlılık ve yabancılaşma gibi konular üzerinde durdu. Aldığı Ödüller Her biri için uzun uzun methiye dizmeye gerek yok. Zaten halkın oylamasından birinci çıkan bir şairden söz ediyoruz. Bu yüzden sıralayalım gitsin: 1955 – Varlık şiir yarışmasında birincilik ödülü 1964 – Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü, Sığda ile 1972 – TRT Sanat Ödülleri Yarışması’nda Başarı Ödülü, Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı ile 1976 – Yeditepe Şiir Armağanı, Ağıtlar ve Türküler ile 1991 – Halil Kocagöz Şiir Ödülü 1992 – Sedat Simavi Edebiyat Ödülü 1999 – Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü 2003 – Dünya gazetesi Yılın Telif Kitabı Ödülü 2008 – Erdal Öz Edebiyat Ödülü 2014 – Metin Altıok Şiir Ödülü Ancak belki de, kendisine verilmiş en güzel ödüllerden biri, Cemal Süreya’nın ona taktığı Ümmüşiir lakabıdır. Ümmüşiir, Şiirin Anası anlamına gelmektedir. Hem bir anne, hem bir şair, hem de bir sokak kavgacısı olarak, Gülten akın bu unvanı her harfi ile sonuna dek hak etmiştir. Yaşamının Sonu Onu en çok etkileyen ve üzen olaylardan biri, oğlunun cezaevine girişini dışarıdan izlemek zorunda kalan bir anne olması idi. Oğlu bin dokuz yüz seksenlerde, Ankara’da bir banka soygununa katıldığı gerekçesiyle tutuklandı. Daha sonra dosyası Şentepe Devrimci Yol davasıyla birleştirildi. Gülten Akın, oğlunun önce müebbet hapse mahkum edildiğini gördü. Ancak sonra cezası Yargıtay tarafından bozuldu. Ancak Gülten Akın oğlunu bu süreçlerde hiçbir zaman yalnız bırakmadı. Kendisi, nasıl ki toplumun cinsiyetinin etrafına ördüğü duvarları yıkmayı başardıysa, oğlunun cezaevi günlerinde yaşadıklarını şiirine yansıttı. Böylece, duvarların içerisindeki seslerin dışarıda yankılanmasını sağladı. Bin dokuz yüz seksen altıda yayınlanan 42 gün adlı kitabında Mamak Cezaevi’nde süren açlık grevini anlattı. Geri kalan yaşamını ise Balıkesir’in Burhaniye ilçesinde sürdürdü. 4 Kasım 2015 tarihinde, tedavi görmekte olduğu hastanede hayatını kaybetti.
Cenazesi 6 Kasım 2015 Cuma günü Kocatepe Camii’nden kaldırılarak Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.
BİR KAYIĞA BİNER GECELERİ
Tadını, yağmura duygulanmanın
Paylaşır kuşlarla biri gizlice
Gülmesini tutamamış bir sincap
Sallanır utanç bahçesinde
Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden
Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen
Uzun sokakların ucunda evleri
İlk denemelerden geri dönülmüştür
İtildikçe, içe durduğu bilinen
Bazı dostları yitirmeye gidilir
Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden
Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen
Bir kayığa biner geceleri
Sığlıkta o kadın tek başına
Dua biçiminde inceltir korkuyu
Sunar içtenliksiz, tanrısına
Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden
Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen. Veda İçin O zaman yine daha sonra Grup Yorum tarafından bir şarkıya katılmış sözlerini, kendi sesinden, şiir haliyle dinleyelim. Bu şarkının öyküsü de ayrıca hüzünlüdür, ve oğlu cezaevinde olan bir annenin korkularını nasıl temellendirdiğini anlatır.
Erdal Eren, idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazetecilere “avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını” söylemişti. İşte Gülten Akıni bu şiiri, onun ve diğer çocukların anısına yazmıştır. Bunu anarak ve hatırasını kalbimizde sıcak tutarak, sevdanın kara saçlı kadınına veda edelim: Büyü
Büyü de baban sana
Büyü de
Acılar alacak
Büyü de baban sana
Büyü de
Yokluklar alacak
Büyü de baban sana büyü de
Bitmez işsizlikler açlıklar alacak
Büyü de
Büyü de baban sana
Baskılar işkenceler alacak
Kelepçeler gözaltılar zindanlar alacak
Büyü de
Büyüyüp on yedine geldiğinde
Büyü de baban sana
İdamlar alacak
Kaynak: www.emoji.com.tr
Ümit Yaşar Oğuzcan kimdir? Yaşamaktan çok ölümü seven, şiirleri kadar intihar girişimleri ile de tanınan, oğlunun ölümü ile şiirdeki gidişatını da hayatı gibi ölüme yönlendiren adam, Ümit Yaşar Oğuzcan. Ömrü boyunca melankoli bir adam olacaktı. Çocukluğu boyunca yaşadıkları, sonrasında ailesine de getirecekleri ile gözler önünde yaşayacağı bir hayat vardı önünde. Memuriyet yaparak yaşamlarını geçindirmesinin yanında ünlü bir şair olarak da tanınacaktı. Bugün onu bize sevdiren şiirleri, aslında melankoli hayatının yansımasından çıkacaktı. Çocukluğu ve hayatı Ümit Yaşar 22 Ağustos 1926’da Tarsus’ta, Güzide Hanım ve Memur Lütfü Bey’in oğlu olarak dünyaya geldi. Akdeniz’in sıcaklığında doğmuştu. Gerçekten de sıcakkanlı bir çocuktu. Belki bu yönüydü ileride onu melankoliye itecek olan. O her zaman hayatını doldurması gereken bir çile olarak gördü. Çünkü çocukluğu kazalarla ve sakatlıklarla geçti. 3 yaşına kadar aslında her şey normaldi. 3 yaşında ayağını kırdığında zincirleme bir süreci de başlatmış olduğunun kimse farkında değildi. 4 yaşında mangala oturmuştu. 5 yaşına geldiğinde 20 basamaklı bir taş merdivenden yuvarlanışı ve sonrası çok acılıydı. 7 yaşında başına evdeki sandığın kapağını düşürdü. Yine bu dönemde kızamık geçiriyordu ve çok ateşli geçirdiği bu hastalık sonucu kekeme oldu. 14 yaşında apandisit, 19 yaşında böbrek, 30 yaşında da bademcik ameliyatı oldu. Çocukluğu, gençliği ve sonrası bir şekilde talihsizliklerle doluydu. Aslında bunca zamanlık serüveni düşünürsek, kendi adına ne yaşamış olursa olsun, Ümit Yaşar kesinlikle bu dünyayı şereflendiren insanlar arasındaydı. Eğitim Hayatı Ümit Yaşar babasının memuriyeti sebebiyle şehir şehir dolaşarak bitirdi okulları… 1937’de Eskişehir İlkokulu’ndan, 1940’da Konya Askeri Ortaokulu’ndan mezun oldu. Lise eğitimini ise, Eskişehir Ticaret Lisesi’nde tamamladı. 1946 yılında artık liseden mezun olmuştu ve hemen işe başlayabilirdi. Ümit Yaşar’ın iş hayatı Ümit Yaşar liseyi bitirir bitirmez Osmanlı Bankası’nda işe başladı. Sonraki adresi Türkiye İş Bankası oldu. 1948 – 1960 yılları arasında bir bankacı olarak Adana, Ankara, İstanbul’u dolaştı. Kısa bir süre Yapı Kredi’de de çalıştıktan sonra İstanbul Akbank Genel Müdürlüğü’ne Krediler İkinci Müdürü olarak atandı. Buradan sonraki durak da, Türkiye İş Bankası Yayınları Müşavirliği oldu. Bu mesleği terfileriyle 30 yıl sürdürecekti. Tipik bir memur hayatı vardı diyebiliriz, şairliğe soyunmasaydı eğer. Ama içinde tutamadığı cümleleri şiir olup döküldü kaleminden. Mesleğinde otuzuncu yılını doldurduğunda, Ümit Yaşar Türkiye İş Bankası Halkla İlişkiler Müdür Yardımcısı görevindeydi. 1977 Haziran’ında kendi isteğiyle emekli oldu. Ümit Yaşar’ın şiirle buluşması Bir yandan memurluk görevi yürütüyor olsa da, o aslında bir şairdi. Bugün onu şiirleriyle tanıyıp seviyorsak, bunu içinde tutamadığı cümlelere ve yaşadığı melankolik hayata borçluyuz. Ümit Yaşar aslında 9 – 10 yaşlarında kendisi küçük ama kalbi kocaman bir çocuk olarak, anne babasının da teşviğiyle şiire heveslenmişti. Annesi dönemin ünlü şairi Faruk Nafiz Çamlıbel’in tüm şiirlerini ezbere bilirdi ve babası da onu evin ikinci adamı olarak görüyordu. Duvarda ünlü şairin çerçeveli bir fotoğrafı dahi vardı ve evden şiir sesleri eksik olmazdı. Böyle bir evde yaşıyorken Ümit’in şairliğe soyunmaktan başka yolu yoktu. Ümit Yaşar ve şiir serüveni Ümit Yaşar, şiir hayatına 1940’da şiirlerinin Yedigün dergisinde yayınlanmasıyla başladı. O zaman gencecik bir lise öğrencisiydi ve bu onun ilk adımıydı. Bu adımı İstanbul, Büyük Doğu, Varlık, Yücel, Türk’e Doğru, Hisar, Çığır, Toprak ve daha başka bir sürü dergi takip etti. Adımlar birleşip uzun yol koşusunu oluşturuyordu. İlk şiir kitabı ‘’İnsanoğlu’’ 1947’de yayınlandı. 1975’e gelindiğinde 50 kitap çıkarmıştı. Bunlardan 33’ü şiir, 4’ü düz yazı, 13’ü antoloji ve biyografik eserdi. Bunlardan başka, şiir plakları, şarkı sözleri ve yergileriyle de ününe katkıda bulundu. Kitap çalışmaları boyunca yayıncılık işleriyle de ilgilendi. 1960’da kendi adını verdiği bir yayınevi kurdu. 1965’te ise sadece üç sayı olsa da, ‘’Yergi – Dergi’’ adlı bir hiciv – mizah dergisi çıkardı. 1979’da İstanbul’da, eşi Ulufer ile ‘’Ümit Yaşar Sanat Galerisi’’ ni kurdu ve birlikte yönettiler. Ümit Yaşar, şiirlerinde özellikle Faruk Nafiz Çamlıbel’in etkisindeydi. En az onun kadar duyarlıydı şiire karşı. Daha çok aşk, ayrılık, özlem üzerine yazarken hayat onu oğlunun ölümüyle sınadığında şiirdeki yönünü acı ve ölüm temalarına çevirecekti. Ümit Yaşar bu çalkantılı süreci 5 döneme ayırıyordu: Uyanış (1941 – 1954), Arayış (1954 – 1960), Çalkalanış (1960 – 1964), Kaynayış (1964 – 1970) ve Duruluş ( 1970 – 1982). Ümit Yaşar evlendi Ümit Yaşar hayatını anlatsa roman olur cinsinden görmedi hiçbir zaman. Ona göre hayatı sadece şiir olabilirdi; baştan sona anlamlı bir şiir. İşte o şiirin en heyecanlı dizesinde Ümit Yaşar, 22 yaşındaydı. Ulufer (Özhan) ve Ümit evlendi. Bu evlilikten Vedat ve Lütfü adını verdikleri iki evlatları oldu. Evlendiğini yine şiirle anlatıyordu kendine: Yaşı varır yirmi ikiye
İçkiyi sigarayı kadını öğrenir
Çöker omuzlarına maişet derdi
Gece gündüz şiir yazar bir yandan
Yazar ya… Kavak yelleri eser başında
Değmez ayakları yere bir türlü
Bu arada evlenir nasılsa
Çoluk çocuk sahibi olur
Olur ya… … Ümit Yaşar Oğuzcan’ın ruhu Ümit Yaşar’ın babası Lütfü Bey de şairdi. Oğlu kadar tanınmasa da yazdıkları kayda değerdi. Ümit Yaşar hayatını melankoli yaşıyordu. Öyle ki, sürekli intihara kalkışıyordu. Hatta bir dönem bu intiharların reklam amaçlı olduğu dahi konuşuldu. Ancak aile cephesinde durum hiç iç açıcı değildi. Özellikle babası oğlunun bu durumu karşısında fazlasıyla üzgündü. Üzüntüsünü şu dizelerle dile getirmişti: Bak bu dünya ne güzel, bu sitem niye. Ettim ben adımı sana hediye. Mutluyum ey oğul babanım diye, Çarptırma hicvinle cezaya beni.
Oğlu Vedat’ın Ümit Yaşar’ı cezalandırışı Ümit Yaşar belki de tam bir ölüm seviciydi. ‘Yaşamdan çok ölümü seviyorum’’ diyerek bunu sürekli dile getiriyordu. Bu durum da intiharla sonuçlanıyordu. Halbuki onu seven çok insan vardı. Bir dönem onun şiirleriyle, şarkı sözleriyle aşık olmuş, sevgilisinden ayrılmış, ayrılık acısını yaşamıştı. Ama o nedense tatmin olmuyordu. Sonunda oğlu Vedat ona intiharın nasıl edileceğini öğretti. Belli ki, bu durum onun da psikolojisini bozmuştu. Vedat henüz 18 yaşındayken bir fincan kahve ve ardından bir fincan da konyak içip bedenini Galata Kulesi’nin tepesinden boşluğa bıraktı. Gencecik bedenini bu şekilde ölüme sürüklemek babasına verdiği en büyük cezaydı. Sürekli intihar denemeleri yapan Ümit Yaşar’ın oğlu, hayatını kendisi sonlandırmıştı. Bir rivayete göre bir de not bırakmıştı giderken babasına: ‘’Baba, intihar öyle edilmez, böyle edilir’’ Bu kuşkusuz bir babanın en acılı imtihanıydı. Ümit Yaşar’ın Vedat’ın ardından yazdıkları Açarken ufkunda güller alevden Çıktı her günkü gibi gülerek evden Kimseye belli etmedi içindeki yangını Yürüdü kendinden emin, sonsuzluğa doğru Galata Kulesi’nde bekliyordu ecel Bir fincan kahve, bir kadeh konyak Ölüm yolcusunun son arzusu buydu Bir adam düştü Galata Kulesi’nden Bu adam benim oğlumdu. Artık Vedat yoktu ve bir daha asla olamayacaktı. Ümit Yaşar işte o gün çocukluğu boyunca yaşadığı tüm kazaların etkisini aynı anda hissetti bedeninde. İçinden geçenleri kalbinde tutamazdı. Bundan sonra yazacakları ölüm ve acı temalı olacaktı. Bugüne kadar ölüm arzusuyla yaşadığı hayatının geriye kalanını onu yaşarken öldürmüş gibi yaşayacaktı belli ki. Ümit Yaşar Oğuzcan öldü Ümit Yaşar, 4 Kasım 1984’te nihayet hasretle beklediği ölüme kavuştu. Oğlunun onu cezalandırışı gibi belki o da yaşayarak kendini cezalandırmıştı. Kendi bencil dünyamıza dönersem, şiirleri, yazıları, şarkılarıyla bir Ümit Yaşar geçti bu dünyadan deyip sevinebilirim. Yaşadıkları, yaşarken hissettikleri ne olursa olsun bugün hala onun şiirleriyle yaşadığımız gerçeği değişmiyor. Hem sonra normal olsaydı yaşadıkları, şair de olamazdı. Bence bütün duygusal anlamda ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Öyle ki, o bir şairdi ve biz onun şiirleri sevdik, sevildik, ayrıldık, barıştık… Hiç bilmese de, o hepimizin hayatına bir şekilde dokundu. En sevdiğim şiirinden bir kuple ile kapatıyorum bu aklı karışık, gönlü güzel adamın biyografisini… Tanrının bıraktığı yerden biz başlayalım
Üç milyar insanın yarısını sen öldür yarısını ben
Üç kişi kalsak yetişir yeryüzünde
Yaklaş bana
Seninle kardeş değiliz … Damla Karakuş damla.karakus@ensonhaber.com Yusuf Kâtipoğlu kimdir? 1941 yılında Trabzon 'da doğdu. DGSA Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesinden 1968 yılında mezun oldu. Resim çalışmalarını bir süre eğitim kurumlarındaki görevleri ile sürdürdü. 1975'te Trabzon Devlet Güzel sanatlar Akademisi'ni kurdu. 1978'e kadar bu galerinin yöneticiligini üstlendi. Devlet Resim Sergisi dahil yurtiçi ve yurtdisinda pek çok sergiye katıldı. Ressam Ursula Katipoğlu ile evli olan sanatçı 1981 yılında eğitim kurumlarındaki görevlerini bırakarak Kuzguncuk'a yerleşti. Çalışmalarını Kuzguncuk'taki atölyesinde sürdürdü. 4 Kasım 2018'de aramızdan ayrıldı. SÜLEYMAN GENÇ KİMDİR?
Süleyman Genç, 1944 yılında Rize İkizdere’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini İkizdere ve Samsun’da tamamladı. Daha sonra Erzincan Askeri Lisesi’ne girdi. Askeri lise sonrası 1961 yılında kara harp okuluna girdi. 20-21 Mayıs olayları sonucu bütün okul öğrencileri gibi 1963’de Harp Okulu’ndan çıkarıldı. Kendilerine tanınan hakla aynı yıl İzmir İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde eğitime başladı. Öğrenci örgütlerinde aktif rol oynadı ve çeşitli görevlerde bulundu. 1965 yılında Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nun Ege Bölge Temsilciliği ve CHP İzmir İl Gençlik Kolları Başkanlığını yaptı. 1968 yılında İzmir İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nden mezun oldu.
1970 Mart ayında CHP Gençlik Kolları Genel Başkanlığı’na atandı. 2-3 Temmuz 1970 tarihinde yapılan CHP Gençlik Kolları 6. Kurultayı’nda yeniden Gençlik Kolları Genel Başkanlığı’na seçildi. 1972 yılında yapılan CHP 21. Olağan Kurultayı’nda ise Parti Meclisi’ne girdi. 1973 yılında İzmir Milletvekili olarak meclise girdi. CHP içerİsinde o dönemin sol kanadın önde gelen isimlerinden oldu. 1968 kuşağının önder isimlerinden Süleyman Genç, 1977 yılında yapılan seçimlerde ikinci kez İzmir Milletvekili olarak meclise girdi. Genç'in Ankara’daki evi 6 Ocak 1978’de bombalandı 12 Eylül 1980 askeri darbesinde 1 ay tutuklu kaldı. Siyaset yasağı getirildi. 1983’de siyaset yaptığı gerekçesiyle tekrar gözaltına alındı, Zincirbozan’da 3 ay tutuklu kaldı. Süleyman Genç siyasi hayatı boyunca dört kitap yazmıştır. 4 Kasım 2022'de vefat etti.
Kitapları:
1970 Türkiye’nin Yapısal Analizi, 12 Mart’a Nasıl Gelindi Bıçağın Sırtındaki Türkiye, CIA-MİT / Kontrgerilla. Kuşatılan Devlet Türkiye, Uyuşturucu-Mafya Yerel Egemenler Dursun Karaca özgeçmişini şöyle özetledi:
1946 yılında Çayeli ilçesinde doğdum. İlk ve Orta okulu İstanbul Sarıyer’de tamamladıktan sonra tekrar Rize’ye döndüm ve Rize Lisesini bitirdim. Avustralya’ya gittim ve bir yıl orada kaldım. A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde iki yıl “Ortaçağ Tarihi” eğitimi gördüm. Daha sonra Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesini bitirdim. (Diploma No: 10539). İstanbul Feriköy, Rize, Çayelispor kulübünde futbol oynadım.
Eşim emekli öğretmen olup, her ikisi de İ.T.Ü. Türk Müziği Devlet Konservatuarı mezunu olan bir oğlum ve bir kızım var. Türk Müziği bestecisiyim. Orta derecede piyano, tanbur ve ud çalarım. TRT Repertuarında 32 adet müzik eserim bulunmaktadır. Son olarak “İstanbul Barosu Marşı”nı besteledim. Bestecilik konusunda çok sayıda ödül ve mansiyon sahibiyim.
1984 – 1989 yılları arasında İstanbul Sarıyer Belediyesi Başkan Yardımcısı olarak görev yaptım. 1989 yılında Mesam Yönetim Kurulu Murahhas Üyeliği ve genel Sekreterliği görevine getirildim ve 2000 yılına değin onbir yıl süre ile bu görevi sürdürdüm. Orta derecede ingilizce bilmekteyim. Dursun Karaca 4 Kasım 2022'de aramızdan ayrıldı.

Burhan Felek, Ümit Yaşar Oğuzcan, Gülten Akın, Yusuf Kâtipoğlu, Süleyman Genç, Dursun Karaca

Bugün 4 Kasım. Burhan Felek, Ümit Yaşar Oğuzcan, Gülten Akın, Yusuf Kâtipoğlu, Süleyman Genç ve Dursun Karaca'nın ölüm yıldönümleri. BRT...

bottom of page