top of page
< Back

Zeki Alasya, Elif Naci, Gündağ Kayaoğlu, Midhat Paşa, Kemal Derviş

Bugün 8 Mayıs. Zeki Alasya, Elif Naci, Gündağ Kayaoğlu, Kemal Derviş ve Midhat Paşa'nın ölüm yıldönümü. BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla anıyoruz. Kemal Derviş kimdir? 1949 yılında İstanbul'da doğdu. Babası Türk, annesi Alman'dır. İngiltere'de Londra Ekonomi  Okulundan ekonomi alanında lisans ve lisansüstü derecelerini aldıktan sonra ABD'nin Princeton Üniversitesinde doktorasını yaptı. 1973-77 yılları arasında ODTÜ ve Princeton Üniversitesinde ekonomi alanında ders verdikten sonra, 1977'de Dünya Bankasına girdi. Bu kurumda 1996 yılında Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan sorumlu başkan yardımcılığına yükseldi. Kasım 2000 ve Şubat 2001'de yaşanan iki mali krizin ardından Türkiye'ye davet edildi. 22 yıldır sürdürdüğü Dünya Bankasındaki görevinden ayrılarak 13 Mart 2001 tarihinde Bülent Ecevit Hükûmeti'nde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevini üstlendi.2002 Ağustos ayında başbakan yardımcısı Devlet Bahçeli ile görüş ayrılığına düşerek görevinden istifa etti. İsmail Cem, Zeki Eker ve Hüsamettin Özkan ile birlikte Yeni Türkiye Partisi'nin kuruluş çalışmalarına katıldı. Ancak bu partiye katılmayarak Cumhuriyet Halk Partisi'nden milletvekili adayı oldu. 3 Kasım 2002 seçimlerinde CHP'den İstanbul milletvekili seçildi. 9 Mayıs 2005 tarihinde milletvekilliğinden istifa ederek Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) başkanlığı görevine atandı. 2009 yılında bu görevi Yeni Zelanda'nın eski başbakanı Helen Clark'a devretti. 8 Mayıs 2023'te Washington'da vefat etti. Gündağ Kayaoğlu kimdir? (6 Aralık 1945 –- 8 Mayıs 2003): Yazar, araştırmacı. Tekirdağ-Gelibolu’da doğdu. Subay babasının görevinden dolayı ilk ve orta okulu değişik yerlerde okudu.Haydarpaşa Lisesini (1963) ve Galatasaray Yüksek İktisat ve Ticaret Okulunu (1969’da bitirdi. Dedesinden kalan bakarcılıkla ilgili bir şirketin ortağı ve yöneticisi idi. 1983’te Anadolu Sanat Yayınlarını kurdu ve yayın müdürlüğünü yaptı. Birçok sosyal derneklerde faaliyet gösterdi. Türk folkloru, bakırcılık ve el işlemeciliği üzerine Anadolu’da ve Balkanlarda geniş araştırmalar yaptı. Bakırcılık için kullanılan el aletlerini toplayarak zengin bir koleksiyon meydana getirdi. Folklor araştırmaları yapanlara destek sağladı. İstanbul’da öldü. Karacaahmet’te toprağa verildi. Eserleri: Folklor ve Etnoğrafya Araştırmaları 1984 (İbrahim Aslanoğlu, Aydın Oy, Sabri Koz ile, 1984), Folklor ve Etnoğrafya Araştırmaları 1985 (İ. Aslanoğlu, A. Oy, S. Koz ile, 1985), Türk Folkloru Belleten 1986-I (İ. Aslanoğlu ile, 1986), Türk Folkloru Belleten 1986-II (İ. Aslanoğlu ile, 1986), Türk Folkloru Belleten 1987-I-II (İ. Aslanoğlu ile, 1987), Trabzon Kültür Yıllığı 1987 (Mustafa Duman, Alâettin Bahçekapılı ile, 1987), Trabzon Kültür Yıllığı 1988-1989 (M. Duman, Ş. Şatır ile, 1989), Türk Halk B:ilimi ile İlgili Kitaplar İçin Bir Bibliyografya Denemesi/1985-1990 (1991), Eski İstanbul’da Gündelik Hayat (Ersu Pekin ile, 1992), Tombak (1992), Anadolu’da Türk Bakırcılık Sanatının Gelişimi-Bakır Yatakları Üretimi ve Atölyeleri (Doç. Dr. Oktay Belli ile, 1993), Atatürk ve Kurtuluş Şiirleri Antolojisi (Öner Ciravoğlu, 1996), Bir Tutkudur Trabzon ( Ö. Ciravoğlu, Cüneyt Akalın ile, 1997). Zeki Alasya kimdir? 16 Nisan 1943’te İstanbul’da doğmuş 8 Mayıs 2015’te vefat etmiştir. Aslen Kıbrıslı, İstanbul doğumlu Türk tiyatro ve sinema sanatçısıdır. Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa’nın yeğenidir. Zeki Alasya, tam adıyla Zeki Şenol Alasya, Robert Koleji’nin orta bölümünü bitirdi. Okul döneminde bir yandan tabelacılık yapıyordu. Sanat hayatına 1959’da MTTB (Millî Türk Talebe Birliği) tiyatrosunda amatör olarak başladı. Bir süre dekoratörlük ve rehberlik yaptı. 1964 yılında, Arena Tiyatrosu’nda profesyonel oyunculuğa başladı. Mister Nato, Kargalar Okulu, Şampanya ve Viski gibi oyunlarda rol aldı. 1965’te Ulvi Uraz Tiyatrosu’nda çalıştıktan sonra 1967’de Haldun Taner, Metin Akpınar ve Ahmet Gülhan ile birlikte Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nun kurucuları arasında yer aldı. Bu topluluğun tüm oyunlarında oyuncu, yazar, yönetmen olarak çalıştı. Film çevirmeye 1973’ten sonra başladı. Metin Akpınar ile birlikte Türk sinemasında yeni bir ikili oluşturdular. 37 yıl birçok filmde beraber yer aldılar. 1977’te de yönetmenlik yapmaya başladı. Yönettiği filmlerin çoğunda oyuncu olarak yer aldı. Sinemaya uzun süre ara verdikten sonra son filmi olan “Güle Güle”de oynadı. Oyuncu olarak; Salak Milyoner, Beş Milyoncuk Borç Verir misin, Köyden İndim Şehire, Güler misin Ağlar mısın, Nerden Çıktı Bu Velet, Nereye Bakıyor Bu Adamlar, Hasip ile Nasip, Güle Güle, filmlerde rol aldı. Yönetmen olarak; Aslan Bacanak, Sivri Akıllılar, Caferin Çilesi, Petrol Kralları, Doktor, Köşe Kapmaca, Vay Başımıza Gelenler, Elveda Dostum gibi filmleri var. 1998 yılında Kültür Bakanlığı’nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını aldı. 2010 Yılında Altın Portakal Yaşam Boyu Onur Ödülü aldı. Zeki Alasya Oya alasya'dan boşandıktan sonra 1983’te Türkiye 2. Güzeli seçilen Sema Yunak ile 13 sene büyük bir aşk yaşadı. Evlilikleri : Zeki Alasya ilk eşi olan Oya Alasya Zeynep adında bir kız çocuğuna sahip oldu. Bu evlilik, 1987 yılında sonlandıktan sonra Zeki Alasya 1983’te Türkiye 2. Güzeli seçilen Sema Yunak ile 13 yıl boyunca hayat arkadaşlığı yaşadı. 2008’de kendinden 30 yaş küçük olan Jülide Atak ile yeniden dünya evine giren Zeki Alasya’nın bu evliliği sürüyordu. OYUNCU OLARAK YER ALDIĞI YAPIMLAR Küçük Ağa 1. Sezon Küçük Ağa TV Dizisi Sezon (Mehmet Ağa) 2014 Bizim Okul (Ayfer) TV Dizisi 2013 Aşk Geliyorum Demez (İsmail) Sinema Filmi 2009 Görgüsüzler (Nurullah) TV Dizisi 2008 Anında Görüntü Show (Kendisi) TV Dizisi 2008 Akasya Durağı TV Dizisi 4. Sezon (Nuri Baba) 2011 3. Sezon (Nuri Baba) 2010 2. Sezon (Nuri Baba) 2009 1. Sezon (Nuri Baba) 2008 Oyun Bitti (Tahsin) TV Dizisi 2007 Hayattan Korkma (Rıfkı) Sinema Filmi 2007 Can TV Filmi 2006 Arka Sokaklar TV Dizisi 9. Sezon (Vasıf) 2014 8. Sezon (Vasıf) 2013 Şans Kapıyı Kırınca (Peder Alfonzo) Sinema Filmi 2004 Yabancı Damat (Ökkeş Usta) TV Dizisi 2004 Pardon (Cezaevi Müdürü) Sinema Filmi 2004 Kalbin Zamanı (Fikret) Sinema Filmi 2004 Cumhurbaşkanı Öteki Türkiye’de Sinema Filmi 2004 Cennet Mahallesi (Komiser Cemil) TV Dizisi (2004/2007) 2004 Ömerçip (Tonton Dede) Sinema Filmi 2003 Yeşilçam Denizi Tv Programı 2003 Hababam Sınıfı: Merhaba (Boz Ali) Sinema Filmi 2003 Rus Gelin (Federasyon Başkanı) Sinema Filmi 2002 Anne Babamla Evlensene (Sermet) TV Dizisi 2002 Dedem, Gofret ve Ben (Rıza) TV Dizisi 2001 Oyunbozan (Kemal Yılmaz) Sinema Filmi 2000 Adada Bir Sonbahar (Mehmet) TV Filmi 2000 Güle Güle (İsmet) Sinema Filmi 1999 Yerim Seni (Muharrem) TV Dizisi 1998 Hastane (Dr. Salih Marmara) TV Dizisi 1993 Zeki Metince TV Dizisi 1992 Biz Bize Benzeriz (Zeki) TV Dizisi 1992 Güler Misin Ağlar Mısın (Zeki) TV Dizisi 1988 Namus Düşmanı (Veli) Sinema Filmi 1986 Yanlış Numara (Sami) Sinema Filmi 1985 Patron Duymasın (Şakir) Sinema Filmi 1985 Gülümseyen Dünya Sinema Filmi 1984 Dönme Dolap (Selami) Sinema Filmi 1983 Davetsiz Misafir (İlyas ) Sinema Filmi 1983 Baş Belası (Zeki Gürses) Sinema Filmi 1982 Şaka Yapma (Zeki) Sinema Filmi 1981 Vay Başımıza Gelenler (Kamil) Sinema Filmi 1979 Köşe Kapmaca (Donanma Kamil) Sinema Filmi 1979 Ölünce Biter Garibin Çilesi Ölünce Biter (Zeki) Sinema Filmi 1979 Doktor (Tabelacı) Sinema Filmi 1979 Petrol Kralları (Zeki) Sinema Filmi 1978 Cafer’in Çilesi (Cafer) Sinema Filmi 1978 Sivri Akıllılar (Zeki) Sinema Filmi 1977 Aslan Bacanak Sinema Filmi 1977 Nereye Bakıyor Bu Adamlar Sinema Filmi 1976 Her Gönülde Bir Aslan Yatar (Bekçi Zeynel) Sinema Filmi 1976 Hasip İle Nasip (Nasip/Muhlis/Vakkas) Sinema Filmi 1976 Nereden Çıktı Bu Velet Sinema Filmi 1975 Güler Misin Ağlar Mısın (Zeki) Sinema Filmi 1975 Beş Milyoncuk Borç Verir Misin (Zeki) Sinema Filmi 1975 Şenlik Var / Bal Kız Şenlik Var / Bal Kız (Selim) Sinema Filmi 1974 İmparator (İspirto Nuri) Sinema Filmi 1974 Salak Milyoner (Himmet) Sinema Filmi 1974 Mirasyediler (Zeki) Sinema Filmi 1974 Mavi Boncuk (Şeker Kamil) Sinema Filmi 1974 Köyden İndim Şehire (Himmet ) Sinema Filmi 1974 Beş Tavuk Bir Horoz (vehbi bey) Sinema Filmi 1974 Yalancı Yarim (Hüsnü) Sinema Filmi 1973 Kolsuz Kahramanın Kolu Sinema Filmi 1973 Kaynanam Kudurdu Sinema Filmi 1973 Hamsi Nuri (Torik) Sinema Filmi 1973 Tatlı Dillim (Antrenör) Sinema Filmi 1972 Tarkan Altın Madalyon (Doğu Vandal Kralı) Sinema Filmi 1972 Sev Kardeşim (Avukat) Sinema Filmi 1972 SENARYOSUNU YAZDIĞI YAPIMLAR Cumhurbaşkanı Öteki Türkiye’de Sinema Filmi 2004 Adada Bir Sonbahar TV Filmi 2000 Dönme Dolap Sinema Filmi 1983 Doktor Sinema Filmi 1979 Petrol Kralları Sinema Filmi 1978 Sivri Akıllılar Sinema Filmi 1977 Nereden Çıktı Bu Velet Sinema Filmi 1975 Mavi Boncuk Sinema Filmi 1974 Köyden İndim Şehire Sinema Filmi 1974 YÖNETMENLİĞİNİ YAPTIĞI YAPIMLAR Cumhurbaşkanı Öteki Türkiye’de Sinema Filmi 2004 Herşey Oğlum İçin Sinema Filmi 2001 Dedem, Gofret ve Ben TV Dizisi 2001 Yerim Seni TV Dizisi 1998 Hastane TV Dizisi 1993 Zeki Metince TV Dizisi 1992 Güler Misin Ağlar Mısın TV Dizisi 1988 Namus Düşmanı Sinema Filmi 1986 Dikenli Yol Sinema Filmi 1986 Yaz Bitti Sinema Filmi 1985 Yanlış Numara Sinema Filmi 1985 Patron Duymasın Sinema Filmi 1985 Kaptan Sinema Filmi 1984 Dönme Dolap Sinema Filmi 1983 Davetsiz Misafir Sinema Filmi 1983 Elveda Dostum Sinema Filmi 1982 Vay Başımıza Gelenler Sinema Filmi 1979 Köşe Kapmaca Sinema Filmi 1979 Doktor Sinema Filmi 1979 Petrol Kralları Sinema Filmi 1978 Cafer’in Çilesi Sinema Filmi 1978 Sivri Akıllılar Sinema Filmi 1977 Aslan Bacanak Sinema Filmi 1977 Elif Naci kimdir? 1898’de Gelibolu’nda doğdu. 1905 yılında Edirne Darül İrfanı’nda başladığı öğrenimini 1908 yılında ailesiyle İstanbul’a yerleşince Ayasofya Rüştiyesi’nde ve Vefa Lisesi’nde sürdüren Elif Naci, Birinci Dünya savaşının ilk yıllarında Sanayi-i Nefise Mektebi’ne (Güzel Sanatlar Akademisi) kaydını yaptırdı. Bu arada Yeni Resim Cemiyeti’nin kuruluşuna katkıda bulundu. Savaş yıllarında yazarlığa ve gazeteciliğe başladı. Sanat öğrenimini Akademi’de İbrahim Çallı ‘nın öğrencisi olarak sürdürdü. İleri ve Milliyet gazetelerinde çalıştı. 1928’de Akademi’yi bitirdiği dönemde Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’ne katılıp, ilk kişisel sergisini 1 Eylül 1930’da Alay Köşkü’ndeki Güzel Sanatlar Birliği Merkezi’nde açtı. Kurucu üyeleri arasında yer aldığı D. Grubu’nun ilk sergisi Ekim 1933’te İstanbul’da düzenlendi. Aynı yıl On Yılda Resim 1923-1933 adlı kitabını yayımladı. D Grubu’nun 1947 ‘de dağılışına kadar, bütün grup sergilerine resim verdi. Son Telgraf ve Cumhuriyet gazetelerinde çalıştı. Türk ve İslâm Eserleri Müzesi ile Evkaf Müzesi’nde yöneticilik görevlerinde bulundu. 1939’da ilk devlet sergisine Atatürk portresiyle katılan Elif Naci, Malatya Aslantepe arkeoloji kazılarında hükümet komiseri olarak görev yaptı. 1940’ta düzenlenen yurt gezisine katılarak Samsun’a gitti ve ikinci devlet sergisinde bu ilden yaptığı resimlerini sergiledi. İkinci Dünya savaşının yoğunlaştığı bir dönemde, askerlik göreviyle gittiği Balıkesir’de ikinci kişisel ser isini açtı. Bu sergiyi, 1944 ve 1949 yıllarında açtığı sergiler izledi. 1953’te Fatih Müzesi’ne atanıp, bir yıl sonra Topkapı Sarayı’nda müzecilik görevini sürdürürken, Galatasaray Lisesi’nde beşinci sergisini açtı. Kültür anlaşması gereği gittiği Bağdat’ta resimlerini sergiledi ve Türk sanatı üstüne konferanslar verdi. 1963’te müzecilik görevinden emekliye ayrılarak, 1965’te bütün dönemlerini içeren ayrıntılı bir gösteriyle yeni bir sergi düzenledi. 1970’i izleyen yıllarda sergi çalışmalarını yoğunlaştırdı. Sanat Anlayışı Elif Naci’nin resmini belli bir kategori altında toplamak ve belli bir anlayışın uzantısı olarak görmek olanağı yoktur. Kendi içinde sürekli bir değişmenin ve farklı dönemlerde farklı yaklaşımların ürünü olan tabloları, temelde ortak bir kaygıdan türemiştir. Batılı etkilerin ışığı altında yöresel bir beğeniyi yansıtmak, bunun için de ulusal kültür kökenlerimizle bağımızı sürekli canlı tutmak. Toplum ve kültür yaşamımızdan çıkarılacak yeni sentezlerin ve arayışların, özgün bir birikim halinde yeni Türk resmini oluşturacağı görüşünü benimseyen Elif Naci’nin, müzecilik ve gazetecilik arasında etkinliğini her zaman sürdürebildiği ressam yönü ona geniş bakış açıları kazandırmıştır. Elif Naci’nin D Grubu içinde geliştirmiş olduğu ilk dönemi, toplum yaşamımızdan yankılar ve yansımalar taşır. Arada müzecilik ilişkisinin de katkılarını taşıyan yerli soyut denemeleri de zaman zaman yer alır. Söz konusu yapıtlarında, çağdaşlık ve yöresellik ya da ulusallık sentezi sürekli bir arayışın doğal uzantısı olarak kendini gösterir. Yarı-akademik, yarı-empresyonist bir eğilimi akla getiren, peyzaj ve natürmort gibi klasik konuları içeren resimleri de aynı dönemin tamamlayıcı bir öğesidir. Geometrik-soyut denemeler kısa bir süre etkili olabilmiş, zaman zaman eski hat sanatının uzantısı sayılabilecek motifler, bu soyut resimlerle bir arada kullanılmıştır. 8 Mayıs 1987'de aramızdan ayrıldı. Midhat Paşa kimdir? Safer 1238’de (Ekim-Kasım 1822) İstanbul’da doğdu. Asıl adı Ahmed Şefik’tir. Babası, Evkaf Nezâreti’nde küçük bir memur olan Rusçuklu Hacı Hâfız Mehmed Eşref Efendi’dir. On yaşında iken Kur’an’ı ezberledi. On bir yaşında babasının nâib tayin edildiği Vidin’e gitti ve ertesi yıl ebeveyniyle birlikte İstanbul’a döndü. 1834’te Reîsülküttâb Âkif Paşa’nın aracılığı ile Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’ne girdi. “Midhat” mahlasını aldığı bu büroda divanî yazısını altı ayda iyi derecede öğrenmekle kalmayıp aynı zamanda Arapça ve Farsça dersleri almaya başladı. 1835’te babasının Lofça kazası nâibliğine tayin edilmesi üzerine İstanbul’dan ayrıldı. Ertesi yıl ailesiyle beraber İstanbul’a geldiğinde Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’ndeki görevine döndü. Ayrıca Fâtih Camii’nde Doyranlı Mehmed Efendi ve Zağralı Şerif Efendi gibi hocaların nahiv, mantık, meânî, fıkıh ve hikmet derslerine devam etti. 1840’ta Sadâret Mektûbî Kalemi’ne nakledildi. İlk taşra görevi olarak 1842’de Şam tahrirat kâtibi muavinliğine gönderildi. İki yıl Şam ve Sayda’da görev yaptıktan sonra Bekir Sâmi Paşa’nın divan kâtibi oldu ve onunla birlikte 1845’te Konya’ya, 1847’de Kastamonu’ya gitti, ertesi yıl İstanbul’a döndü. 1849’da dönemin en nüfuzlu kuruluşu olan Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye’ye bağlı mazbata odasında görevlendirildi. Buradaki başarılarından dolayı ikinci yılında mütemâyiz rütbesiyle serhalifeliğe yükseltildi. Ardından geçici görevle, Şam ve Halep gümrükleri iltizamı yüzünden doğan anlaşmazlığı gidererek hazine alacaklarını tahsil etmek ve Arabistan ordusu müşiri Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa hakkındaki suçlamaları araştırmak üzere Şam’a gönderildi. Altı ay süren bu görevindeki başarısıyla Mustafa Reşid, Âlî ve Fuad paşaların dikkatini çekti. 1853-1856 Kırım Harbi ile sonuçlanacak olan milletlerarası ihtilâflar sebebiyle İstanbul’da sık sık toplanan, yabancı diplomatların da katıldığı üst düzey meclislerde müzakere zabıtlarını tutmakla görevlendirildi. Bu dönemde Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye’nin yazı işleri Rumeli ve Anadolu diye iki kısma ayrılınca Midhat Efendi Anadolu ikinci kâtibi oldu. Eyalet idaresinde reform konusundaki fikirleri bu sırada şekillenmeye başladı. Mustafa Reşid, Âlî ve Fuad paşalarla ilişkileri geliştikçe Bâbıâli’de yaşanan iktidar mücadelesi içinde dostlar ve düşmanlar kazandı. Haziran 1854’te Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa’nın sadrazam olması üzerine mahallî yönetim hakkında şikâyetlerin arttığı İslimye, Cuma ve Şumnu’ya yollanarak İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Burada suçluların yakalanması ve muhakemelerinin sağlanması konusunda başarılı oldu; altı ay sonra Reşid Paşa’nın sadrazamlığa tekrar getirilmesinin ardından İstanbul’a döndü. 1855’te kendisine, Bursa’da meydana gelen büyük depremin ardından bölgeye gönderilen yardımları dağıtma ve düzeni sağlama görevi verildi. Şubat 1856’da Sadâret Kaymakamı Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa tarafından azledildi ve devlet nizamına karşı hareket etmek suçuyla mahkemeye sevkedildi. Meclis-i Vâlâ huzurunda yapılan muhakemesinde beraat edip vazifesine döndü. 1857’de Silistre Valisi Mirza Said Paşa ve Vidin Valisi Muammer Paşa hakkında soruşturma yapmak ve Tırnova olaylarını yatıştırmakla görevlendirildi. Reşid Paşa’nın ölümünden sonra Âlî ve Fuad paşaların himayesine girdi. 1858’de Avrupa’ya giderek Paris, Londra, Brüksel ve Viyana’da altı ay kaldı. Yakın zamanda öğrenmeye başladığı Fransızca’sını ilerletti. İstanbul’a dönünce Meclis-i Vâlâ başkâtipliğine tayin edildi (1859). Bürokratik kariyerinin ikinci aşaması, Ocak 1861’de Balkanlar’da en sorunlu vilâyetlerden biri olan Niş’e vezâret rütbesiyle vali tayin edilmesi üzerine başladı. İki yıl içerisinde Niş’te yollar, köprüler inşa ettirdi, vilâyet genelinde güvenliği sağladı. Her kesimle yakın iş birliği içinde başarılı bir yönetim ortaya koydu. Bu icraatı sebebiyle iç karışıklıkların giderek arttığı Prizren de onun yönetimine verildi. Üç yıl görev yaptığı bu eyaletteki başarısı onu önce Balkanlar, ardından bütün ülke için düşünülen mahallî idarî reformun mimarlarından biri haline getirdi. Balkanlar’daki iç karışıklıkların dış müdahalelere daha fazla zemin hazırlamasını önleme gayretinde olan Sadrazam Fuad ve Hariciye Nâzırı Âlî paşalar, Midhat Paşa’yı 1864’te İstanbul’a çağırarak yeni oluşturulması düşünülen vilâyet usulünün hazırlık çalışmalarına katılmasını sağladılar. Altı aylık bir çalışma sonucunda Kasım 1864’te ilân edilecek olan yeni vilâyet nizamnâmesinin örnek uygulaması için seçilen, merkezinin Rusçuk olarak belirlendiği, Silistre, Vidin ve Niş eyaletlerinin birleştirilmesiyle oluşturulan Tuna vilâyeti valiliği Ekim 1864’te Midhat Paşa’ya verildi. Bugünkü Bulgaristan’ın büyük bir bölümünü teşkil eden Tuna vilâyetinde üç buçuk yıl boyunca nehir ve kara ulaşımında önemli ilerlemeler sağlaması, ziraatçılığı geliştirmesi, Ziraat Bankası’nın kuruluşu ile sonuçlanacak olan menâfi-i umûmiyye sandıkları kurması, Mart 1865’te Osmanlı Devleti’nde yayımlanan ilk vilâyet gazetesi olma özelliğini taşıyan Türkçe ve Bulgarca Tuna gazetesini çıkarması ve güvenlik arttırıcı tedbirlerdeki başarısı gibi hususlar sebebiyle yeni vilâyet nizamnâmesinin uygulanabilirliğine kanaat getirilerek vilâyet sistemi birkaç yıl içinde Bosna, Suriye ve Halep başta olmak üzere ülkenin diğer bölgelerine de yayıldı. Midhat Paşa, Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye’nin ilga edilip yerine Şûrâ-yı Devlet ve Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye’nin kurulmasının ardından Mart 1868’de Şûrâ-yı Devlet’in başkanlığına getirilmesiyle bürokratik kariyerinin üçüncü aşaması başladı. Vazifesi kanun lâyihaları hazırlayıp tartışmak olan kurumdaki kısa süreli başkanlığı döneminde metrik sistem, vatandaşlık, madenler, emniyet sandığı ve sanayi mektebi gibi konular üzerinde çalıştı. Merkezde ilk defa bu kadar yüksek bir görevde bulunan Midhat Paşa, kısa zamanda Sadrazam Âlî Paşa ile hem şahsî olarak hem de Şûrâ-yı Devlet’le ilgili meseleler yüzünden anlaşmazlığa düştü. On bir ay sonra Bağdat valiliğine gönderilip İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Musul ve Basra’nın da dahil olduğu bugünkü Irak’a tekabül eden Bağdat vilâyetini üç yıl boyunca (1869-1872) Altıncı Ordu kumandanlığı da uhdesinde olmak üzere geniş yetkilerle yönetti. Balkanlar’da kazandığı valilik tecrübesiyle Arazi Kanunnâmesi’ni ve yeni vilâyet kanununu burada da uygulamaya koydu. İmar ve inşa faaliyetlerinin yanı sıra Irak topraklarının tapu ile dağıtılmasını sağlayarak ziraatı geliştirmeye çalıştı. Aşiretleri devlet otoritesine bağladı. Dicle ve Fırat nehirlerinde vapur işletmeciliğini düzenledi. Basra tersanesini ıslah edip ticareti arttırmaya gayret etti. Küveyt’in kaza statüsüyle, Lahsâ (Ahsâ, Hasâ), Katîf, Katar ve Necid’in birleştirilip Necid mutasarrıflığı adı altında Basra’ya bağlanarak Osmanlı hâkimiyetine girmesi de onun başarılarından sayıldı. Vilâyetin ilk resmî gazetesi olan ez-Zevrâ ’nın Türkçe ve Arapça neşredilmesi, yeni sivil ve askerî okulların, hastahanelerin açılması da diğer bazı hizmetleridir. Âlî Paşa’nın Eylül 1871’de ölümünün ardından iktidar Tanzimat karşıtlarının lideri olan Mahmud Nedim Paşa’ya geçince kendisine yönelik baskılar arttı. Mayıs 1872’de Bağdat valiliğinden istifa ederek İstanbul’a döndü ve muhalif grupların ilgi odağı oldu. İstanbul’da kalmasını tehlikeli bulan Mahmud Nedim Paşa tarafından önce Sivas’a, bu gerçekleşmeyince Edirne’ye vali tayin edildi. Fakat görev yerine gitmeden önce padişah tarafından huzura kabul edilerek kendisine rakibi hakkındaki şikâyetlerin yoğunlaşmasının da etkisiyle sadrazamlık verildi (31 Temmuz 1872). Ancak sadrazamlığı uzun sürmedi; onu Niş valiliğinden beri istenmeyen adam ilân eden Rusya elçiliğinin de etkisiyle ve kısa sürede sarayla arasında baş gösteren siyasî, idarî uyuşmazlıklar ve usule aykırı davranışları yüzünden azledildi (19 Ekim 1872). Bundan sonraki dört yıl boyunca kısa süreli idarî görevler üstlendi. Birkaç ay açıkta kaldı, ardından Mart 1873’te Adliye nâzırı oldu. İdarî ve malî sıkıntıların giderilmesi, Meclis-i Meb‘ûsan’ın açılması konularında bir lâyiha hazırladığının öğrenilmesi üzerine eylülde padişah tarafından görevden alındı ve Ekim 1873’te Selânik valiliğine gönderildi. Şubat 1874’te bu görevinden de azledildi ve İstanbul’a dönerek kendi arazisinde bahçe işleriyle meşgul oldu. Ardından yeni kurulan Mahmud Nedim Paşa kabinesinde Adliye nâzırlığına getirildi (Ağustos 1875). Kasım 1875’te idarî buhran, malî iflâs ve Balkanlar’da sürmekte olan isyana çare bulunamaması gibi sebeplerden dolayı sadrazamı protesto etmek için görevinden istifa etti. Mayıs 1876’ya kadar sürecek olan mâzuliyet döneminde mevcut rejimden hoşnut olmayan ve kurtuluşu ancak meşrutî rejimde gören ulemâ, sivil ve askerî bürokrasiye mensup çevrelerle temas içinde oldu, anayasa ve parlamento fikrini tartıştı. 1876 ilkbaharında İstanbul kamuoyunda hoşnutsuzluk tırmandıkça Midhat Paşa alternatif iktidar odağı haline geldi. Tertibinde kendisinin de parmağı olduğu söylenen 10-11 Mayıs medrese öğrencilerinin gösterileri sonucu Mahmud Nedim Paşa’nın azledilmesiyle kurulan Mütercim Mehmed Rüşdü Paşa kabinesinde önce Mecâlis-i Âliye memuriyetine, ardından ikinci defa Şûrâ-yı Devlet reisliğine getirildi. Ancak devam etmekte olan sıkıntıların giderilmesi için sadâretteki değişikliklerin yeterli olmadığı ve devletin kurtarılması amacıyla yapılması gereken reformların önündeki en önemli engeli bizzat padişahın teşkil ettiği düşünülmeye başlandı. Kısa bir süre içerisinde veliaht Murad Efendi ile temas kurulduktan ve meşrutî bir idare teşkiline engel olmayacağına dair söz alındıktan sonra Sadrazam Mütercim Rüşdü Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Şeyhülislâm Hayrullah Efendi ve Midhat Paşa’nın başını çektiği “erkân-ı hal‘” Sultan Abdülaziz’i tahttan indirdi (30 Mayıs 1876). Ancak bu saray darbesi karışıklıkları önlemek yerine durumu daha da karmaşık hale getirdi. Öncelikle darbeyi gerçekleştirenler arasında Kānûn-ı Esâsî ve meclisin gerekliliği konusunda ihtilâf çıktı. Ardından Sultan Abdülaziz tahttan indirilişinin ilk haftası dolmadan arkasında şüpheler bırakarak öldü (4 Haziran). Serasker Hüseyin Avni Paşa, Abdülaziz’in intikamını almak isteyen bir subay olan Çerkez Hasan tarafından öldürüldü (15 Haziran). Balkanlar’da devam etmekte olan isyanlar bastırılamadığı gibi yayılması da önlenemedi. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Midhat Paşa Kānûn-ı Esâsî hazırlık çalışmalarını sürdürdü. Psikolojik dengesi bozulan V. Murad’ın sağlığının düzelmeyeceği anlaşılınca gayri resmî olarak Kānûn-ı Esâsî’yi ilân edeceğine söz veren veliaht Abdülhamid 31 Ağustos 1876’da tahta çıkarıldı. Sultan Abdülhamid ve desteklerini aldığı Cevdet Paşa gibi muhafazakâr Tanzimatçılar ile Midhat Paşa ve taraftarları arasında Kānûn-ı Esâsî metni hakkında uzun süreli yoğun tartışmalar oldu. Kânûn-ı Esâsî’ye muhalefetiyle bilinen Mütercim Rüşdü Paşa’nın istifası üzerine 19 Aralık 1876’da Midhat Paşa’nın sadrazamlığa tayini meşrutiyet taraftarlarınca çok olumlu karşılandı. Midhat Paşa çalışmaların, güçlü devletlerin büyükelçilerinin Balkan krizini görüşmek amacıyla yakında İstanbul’da yapacakları toplantıdan önce tamamlanması için büyük gayret sarfediyordu. Tıkanma noktalarının en önemlisi, hükümetin emniyetini ihlâl eden kişileri sürgüne gönderme yetkisini yalnız padişaha veren bir fıkranın 113. maddeye ilâvesi konusuydu. Sonunda Midhat Paşa bu hususta tâviz verince Kānûn-ı Esâsî metni Tersane Konferansı’nın yapıldığı gün olan 23 Aralık 1876’da ilân edildi. Midhat Paşa’nın beklentisi, etnik ve dinî ayırım gözetmeksizin bütün Osmanlı tebaasını aynı haklara sahip kılarak iç karışıklıkları sona erdirmek, böylece dış müdahalelere mazeret oluşturan sebepleri ortadan kaldırmaktı. Buna göre konferansta alınacak kararlara da artık lüzum kalmamıştı. Osmanlı temsilcileri Hariciye Nâzırı Saffet Paşa ve Berlin büyükelçisi Edhem Paşa toplantıyı terketti. Rus elçisi Ignatiev’in öncülüğünde Avrupa elçileri bu görüşe itibar etmeyerek toplantılarını sürdürdüler. İngiltere’nin desteğini alan Rusya, konferansta ağırlığını koyup altı kalıcı ve iki geçici maddeden oluşan reform teklifinin Osmanlı Devleti’ne sunulmasını sağladı. Midhat Paşa, İngiliz başdelegesi Lord Salisbury ile birkaç defa görüşüp şartları yumuşatmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Bunun üzerine teklifleri bir defa daha değerlendirmek için gayri müslim üyelerin de katıldığı bir meclis-i umûmî topladı. Meclis 18 Ocak 1877’de konferansta alınan kararları oy çokluğu ile reddetti. Ardından konferansın son toplantısı 20 Ocak’ta yapıldı ve delegeler İstanbul’dan ayrıldı. Neticede Midhat Paşa’nın anayasanın ilânından beklediği çözüm, kendisinin de katkıda bulunduğu savaşı isteyen bir kamuoyu ve sürekli Rusya tarafını tutan Avrupalı güçler karşısında başarısız kaldı. Bütün merkezî yüksek görevlerinde olduğu gibi Osmanlı seçkinlerinin geleneksel tarzına ters düşen bağımsız şahsî üslûbu, uzlaşmaz tavrı, özellikle “milis askeri” (asâkir-i mülkî = garde civique) adıyla gönüllü asker toplaması, saltanatı lağvedip cumhuriyeti ya da kendi diktatörlüğünü ilân edeceği şâyiası ve padişaha karşı sorumlu bir sadrazamdan çok millete karşı sorumlu bir başbakan gibi davranmasının yanı sıra kısa sürede sarayla siyasî ve idarî anlaşmazlıklara düşmesi durumun iyice gerginleşmesine yol açtı. 30 Ocak 1877 tarihinde, konumuna uygun olmayan tarzda sert ve ağır bir dille kaleme alınmış ve muhtevası basına sızdırılmış olan tezkiresini saraya sunduktan sonra konağına çekilen ve padişahın davetlerini cevapsız bırakan Midhat Paşa, sadâretinin kırk dokuzuncu günü olan 5 Şubat 1877’de azledilerek yurt dışına sürgüne gönderildi. Ağustos 1878’e kadar devam eden sürgün dönemini İtalya, İspanya, Fransa, Avusturya ve İngiltere’de geçirdi. Abdülhamid aleyhinde faaliyette bulunmaktan kaçındığı gibi Nisan 1877’de başlayan Osmanlı-Rus Savaşı’nın etkisiyle Avrupa kamuoyunda Rusya karşısında Osmanlı Devleti’ni savunan bir çaba içerisinde oldu, bu istikamette yazılar yazdı. Ağır bir yenilginin ardından tekrar iç meselelere yönelen padişah, dışarıda kalmasını sakıncalı bulduğu Midhat Paşa’nın yurda dönüp ailesiyle birlikte Girit’te ikamet etmesine izin verdi. Eylül 1878’den itibaren Girit’te oturmakta iken Kasım 1878’de Suriye valiliğine tayin edildi. Aralık 1878 başında yeni görevine başlayan Midhat Paşa yönetiminin ilk yılında idarî, adlî konularda, maarif ve güvenlik alanlarında önemli gelişmeler sağladı. Cebelinusayriye kazasının kurulması, zaptiye teşkilâtının yenilenmesi, mahkemelerin sayısının arttırılması ve hac organizasyonuyla ilgili düzenlemeler ilk yılda gerçekleştirdiği hizmetlerden dikkat çekenleridir. Ancak 1879 sonbaharından itibaren özellikle mahkemelerin mülkî idareden bağımsızlığına dair kararın uygulamaya konulması, Midhat Paşa’nın ise karara karşı tavrında ısrar etmesi üzerine merkezî hükümetle ilişkileri giderek bozuldu. Bu tarihten itibaren vilâyet yönetimine gereken dikkat ve önemi vermedi. Merkezle ilişkiler 1880 yaz döneminde kriz noktasına vardı. Ayrıca geçmişte muhalefetini kazandığı kişiler padişahı kendi aleyhine yönlendirmekteydi. Haziran-Temmuz 1880’de Beyrut ve Şam sokaklarında ihtilâlci mahiyette ilânların ortaya çıkması onun hakkında esasen mevcut olan güvensizliği iyice arttırdı. Daha önce istifası iki defa reddedilmesine rağmen Ağustos 1880’de Aydın Valisi Ahmed Hamdi Paşa ile yeri değiştirildi. Bir yıldan az süren bu son valiliğinde (Ağustos 1880 - Mayıs 1881) İzmir ve çevresini sarsan Temmuz 1880 depremiyle Nisan 1881 Sakız adası depreminin doğurduğu olumsuzlukların giderilmesine, güvenliğin arttırılması amacıyla yeni bir jandarma ve polis gücünün oluşturulmasına ve bayındırlık hizmetlerinin geliştirilmesine gayret etti. Suriye vilâyetinde olduğu gibi Aydın’da da mahkemelerin bağımsızlığı kararına karşı çıktı. Bu arada İstanbul’da rakipleri faaliyetlerini yoğunlaştırmışlardı. Dostlarının yurt dışına kaçması gerektiği tarzındaki uyarılarına rağmen sadece suçsuz olduğu yolunda padişaha arîzalar sunmakla yetindi. Mayıs 1881’de konağında tutuklanacağı sırada Fransa Konsolosluğu’na sığındı. Fransa hükümeti nezdinde yapılan girişimler ve İzmir’de bulunan tutuklama heyetinin başkanı Adliye Nâzırı Ahmed Cevdet Paşa’nın verdiği güvence üzerine teslim oldu. İstanbul’a getirildikten sonra saray darbesine karışan asker ve sivillerle birlikte Abdülaziz’in katline iştirak suçlamasıyla Haziran 1881’de Yıldız Sarayı içinde kurulan özel bir mahkemede yargılandı. Başta heyet reisi Ali Sürûrî Efendi olmak üzere hâkimler Midhat Paşa muhaliflerinden seçilmişti. Aksi yöndeki savunmasına rağmen suçlu bulunarak idama mahkûm edildi. Eski sadrazamlar, nâzırlar heyeti, müşirler ve feriklerden oluşturulan fevkalâde meclis Yıldız Sarayı’nda toplanıp konuyu müzakere etti ve çoğunluk kararın icrasına hükmetti. Buna rağmen iç ve dış çevrelerden yükselen itirazları dikkate alan II. Abdülhamid idam cezasını ömür boyu hapse çevirdi. Midhat Paşa Temmuz 1881’de diğer hükümlülerle birlikte Tâif’e gönderildi. Tâif’teki sürgün hayatı yaklaşık üç yıl devam etti. Bu sürede sıkı kontrol altında tutulmaya çalışıldı ve mümkün olduğu kadar dış dünya ile irtibatı kesildi. Giderek ağırlaşan ve kötüleşen bir muameleye mâruz kaldığı hapis hayatı sırasında Meşrutiyet’ten sonra oğlu Ali Haydar Midhat tarafından neşredilecek olan hâtıralarını yazabildi. Ailesinin aktardığı bilgilere göre bu dönemde kendisini ibadete veren, dinî ilimlere ve tasavvufa yönelen Midhat Paşa 7-8 Mayıs 1884 gecesi hücresinde boğularak öldürüldü . Resmî ölüm sebebi şîrpençe diye açıklanan Midhat Paşa’nın cesedi bile şüphe konusu olmuş, gerçekte ölüp ölmediğinden emin olabilmek için Yıldız Sarayı tarafından defalarca soruşturma yapılmıştır. Ölüm haberi İzmir’de bulunan oğlu Ali Haydar’a, iki kızı ve iki eşine bildirildi. Midhat Paşa’nın kemikleri 1951’de Tâif’ten İstanbul’a getirilip Âbideihürriyet Meydanı’nda yaptırılan mezara konuldu. Midhat Paşa, Tanzimat devlet adamları arasında farklı bir kuşağı temsil eder. Hariciye’den veya Tercüme Odası’ndan gelmez. Çok kısa bir yurt dışı tecrübesi vardır. Fransızca’yı geç yaşta ve belli bir düzeyde öğrenebilmiştir. Fikrî kaynakları doğrudan Batı etkisi taşımaz. Elli yaşına gelinceye kadar Bâbıâli’de yüksek siyasî görevlerde bulunmamış, hizmet yıllarının büyük bir kısmı merkezde veya taşradaki idarî görevlerle geçmiştir. Diplomasi en zayıf tarafını oluşturur. “Pek az söylemek, söylediğini tartmak, her söze inanmamak, her şeyde lüzumundan fazla teenni ve ihtiyat etmek, nefsine pek o kadar itimat etmemek, sadedilâne hareketlerden sakınmak ...” şartlarının hiçbirine riayet etmediği belirtilir (İbnülemin, s. 406). Valilik görevleri sırasında görüşlerinde ısrarcı ve uzlaşmaz tavırlarıyla dikkat çeken paşanın ülkenin genel siyasî meseleleri karşısında bir vali bakış açısına sahip olduğu söylenebilir. Bu husus, onun yüksek siyasî görevlerinde başarısız kalmasının en önemli sebeplerinden birini teşkil eder. Yazdıkları ve uyguladığı politikalar birlikte değerlendirildiğinde Midhat Paşa’nın siyasî düşüncesinin üçlü bir temel üzerine oturduğunu söylemek mümkündür: Osmanlıcılık, meşveret/meşrutiyet ve genişletilmiş bir adem-i merkeziyet. Âlî ve Fuad paşaların çizgisinden farkı bir siyasî rejim olarak meşrutiyetin gerekliliğine olan kuvvetli inancıdır. Ona göre Türk devlet idaresinin temel ilkesi tamamıyla seçime dayanır ve bu aslında İslâmî bir gelenektir. Yine onlardan ayrıldığı bir başka nokta, Tanzimat’ın öngördüğü kısmî adem-i merkeziyet ve tevsî-i me’zûniyyet uygulamasının gerekirse kısmî bir federalizme kadar götürülebileceği konusundaki görüşüdür. Bununla beraber mahallî muhtariyetin ayrılıkçılığa kadar gitmesine izin vermez. Devletin hâkimiyet hakları ve toprak bütünlüğü konusunda hassastır. Bu tür eğilimleri gerektiğinde kuvvet kullanarak bastırmaktan çekinmemiştir. Başarılı geçen valiliklerinde Osmanlıcılık siyasetinin ve meşveret ilkesinin samimi bir uygulayıcısı olmuştur. Şüphesiz ki bu, idaresini üstlendiği bölgelerin çeşitli din ve milletlerden oluşan beşerî coğrafyasının bir sonucudur. Gayri müslim ahalinin güvenliğinin sağlanması, sosyoekonomik bakımdan durumlarının iyileştirilmesi ve yönetimde söz sahibi olmaları halinde karma bir genel eğitim sisteminin de yardımıyla Osmanlı vatan severliği fikrinin hâkim kılınabileceği ve milliyetçilik akımlarının böylece önlenebileceği kanaatini taşır. Bu sebeple valiliklerinde bir yandan müslüman ya da hıristiyan bütün tebaanın eşraf vasıtasıyla yönetime katılacağı, böylece sahip çıkacağı bir idare tarzının benimsenmesinin teminine çalışırken öte yandan faaliyetlerini asayiş, bayındırlık ve maarif olmak üzere üç alan üzerinde yoğunlaştırmıştır. Midhat Paşa’nın en tartışmalı yönlerinden birini Osmanlıcılık, meşrutiyet ve adem-i merkeziyete dayalı olarak geliştirdiği politikaları oluşturur. Özellikle Tuna ve Suriye vilâyetlerindeki uygulamaları Bulgar ve Arap ayrılıkçı düşüncesine/hareketine hizmet ettiği yönünde eleştirilere mâruz kalmıştır. Aynı şekilde Osmanlı Devleti’nin bütün meselelerinin halli konusunda büyük ümitlerle ve ısrarla ilânını sağladığı meşrutiyetin, 1870’lerin kriz ortamını yatıştırmak yerine Balkanlar’daki ayrılıkçı hareketlerin ve bunların önemli destekçisi konumundaki Rusya’nın işine yaradığı da paşaya yöneltilen ciddi eleştirilerdendir. Bu görüşlerin kuvvet kazanmasında, hazırlık safhasında Midhat Paşa’nın da önemli sorumluluğunun bulunduğu Doksanüç Harbi’nin Osmanlı Devleti’nin ağır yenilgisiyle sonuçlanması ve ardından II. Abdülhamid politikalarının katı Osmanlıcılık ve adem-i merkeziyet yerine müslümanların önceliğine dayalı bir çizgide seyretmesi de etkili olmuştur. Midhat Paşa’nın “fikrince olmaz yoktu, her şey olurdu. Giriştiği bütün işlerde ileriyi geriyi düşünmez, bâhusus zamanın hükmünü, muhitin muktezâsını nazarı dikkate almaz, her istediğini yapmak ve yaptırmak isterdi” ( a.g.e. , s. 395). Bu yönü hem sarayla hem mesai arkadaşları ile uyumlu çalışmasını zorlaştırmış ve onun genel olarak kendi tavrında ısrarcı, gururlu ve kibirli bir idareci ve devlet adamı olarak nitelendirilmesine yol açmıştır. Paşanın bu özelliği, taşradaki görevlerinde gösterdiği başarıyı nezâretlerde ve sadârette gösteremeyişinin sebeplerinden sayılabilir. Bununla beraber Midhat Paşa, Türk siyasî hayatında anayasal ve parlamenter rejimin tarihî bir simgesi sayılır.

Zeki Alasya, Elif Naci, Gündağ Kayaoğlu, Midhat Paşa, Kemal Derviş

Bugün 8 Mayıs. Zeki Alasya, Elif Naci, Gündağ Kayaoğlu, Kemal Derviş ve Midhat Paşa'nın ölüm yıldönümü. BRT Yayın Grubu olarak bu...

bottom of page