top of page
Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Şair Eşref, Nene Hatun, İbrahim Çallı, Cevdet Sunay


Bugün 22 Mayıs. Şair Eşref, Nene Hatun, İbrahim Çallı, Cevdet Sunay'ın ölüm yıldönümü.

BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla anıyoruz.


Şair Eşref kimdir?


(1846-1912) Hiciv şairi. Manisa’nın Kırkağaç ilçesi Gelenbe kasabasında doğdu. Asıl adı Mehmed Eşref olup Gelenbevî İsmâil Efendi’nin soyuna ve aynı ailenin Usûlîzâdeler koluna mensuptur. Dedesi Yayaköylü Râşid Efendi, Sünbülzâde Vehbî’nin Nuhbe-i Vehbî’sini şerhetmekle tanınan bir din âlimi, babası Hâfız Mustafa Efendi de nüktedan ve hoşsohbet bir din bilginiydi. Annesi Ârife Hanım’ın hâfız ve şair olduğu rivayet edilir. Kültürlü bir aileden gelen Eşref’in düzenli bir tahsil gördüğü söylenemez. İlk eğitimini aldığı Gelenbe’den sonra Manisa’da Hatuniye Medresesi’nde kısa bir süre Arapça, Farsça okudu ve hıfza çalıştı. Özel öğretmenlerden matematik ve tarih dersleri aldı. Ardından herhangi bir okula gitmeyerek gençliğini zeybeklikle ve serâzat bir şekilde geçirdi. 1870’ten itibaren Manisa sancağı tahrirat kalemine mülâzım olarak devam etmeye başladı. Daha sonra Turgutlu’da tahrirat kâtipliği, Akçahisar ve Alaşehir’de mal müdürlüğü yaptı. 1878’de İstanbul’da bir imtihana girerek üçüncü sınıf kaymakamlık ehliyetnamesi aldı ve Haziran 1879’dan Aralık 1902’ye kadar Fatsa, Çapakçur, Hizan, Ünye, Tirebolu, Akçadağ, Garzan, Garbîkaraağaç, Buldan, Kula, Kırkağaç ve Gördes kazalarında kaymakam olarak çalıştı. İçkiye düşkünlüğü ve hicivleri sebebiyle memuriyet hayatı pek başarılı geçmeyen Eşref, yine bu hicivleri ve Jön Türkler’le münasebeti dolayısıyla bir jurnal sonucu Jön Türkler’den Tevfik Nevzat ve Hâfız İsmâil ile birlikte İzmir’de tutuklanarak İstanbul’a gönderildi (1902). Muhakeme neticesinde Prens Sabahaddin’in babası Damad Mahmud Celâleddin Paşa’nın Avrupa’ya kaçmadan önce gönderdiği mektupları ve bazı devlet adamlarına yazdığı hicviyeler yüzünden bir yıl hapse mahkûm edildi. Cezasını tamamlayarak gittiği İzmir’de çevresinin boşalması ve tekrar bir jurnalle hapsedilme korkusuyla Ağustos 1903’te Mısır’a kaçarak Meşrutiyet’in ilânına kadar orada ikamet etti. Kısa sürelerle Fransa, İsviçre ve Kıbrıs’ta da kaldığı bu dönem Eşref’in edebî hayatının en verimli yıllarıdır. Sultan Abdülhamid ve istibdat aleyhinde şiddetli bir mücadeleye girdiği Mısır’da 1904-1908 yılları arasında altı kitabı neşredildi. Ayrıca bazı arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı Curcuna ve Zuhûrî gibi mizah gazetelerinde şiirleri yayımlandı. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra büyük ümitlerle yurda dönüp önce Turgutlu kaymakamlığına, ardından Adana vali muavinliğine tayin edildiyse de vali muavinliklerinin lağvı üzerine açıkta kalarak Ağustos 1909’da emekliye sevkedildi. Aşırı içki sebebiyle yakalandığı verem hastalığından 22 Mayıs 1912’de son yıllarını geçirdiği Kırkağaç’ta öldü. Önceleri şair olarak tanınmakla beraber Eşref’in bilinen ilk şiiri İzmir gazetesinde çıkan bir kıtasıdır (nr. 3, 3 Haziran 1312). Bu tarihten ölümüne kadar İzmir, Âhenk, Yeni Gazete, Hizmet gibi gazetelerde ve Şu‘le-i Edeb, Muktebes, Edep Yâhû, Eşref (Musavver Eşref) dergilerinde gazel, kıta, tarih ve diğer şiirleri neşredilen şairin eserlerinin büyük kısmı hiciv alanına girer. Gerçekte Eşref, eski Türk edebiyatında Nef‘î ve Sürûrî gibi şairlerin şahsında şöhret bulan hiciv tarzının XIX. yüzyılda yetiştirdiği en önemli temsilcilerinden biridir. Yer yer dinî motifler taşımasına rağmen gazellerinde bile hicve yönelmekten kendini alamayan Eşref dönemin meseleleriyle yakından ilgilidir. Devletin işleyişi ve toplumdaki aksaklıklardan çok defa Sultan Abdülhamid’i ve çevresini sorumlu tutar, eserlerinde onları hakarete ve müstehcenliğe varan bir dille eleştirir. Devlet ve toplum hayatında görülen zulüm, suistimal, rüşvet, iltimas, cehalet ve miskinlik gibi bozukluklara vatan, millet, meşrutiyet, hürriyet, adalet ve liyakat gibi fikirlerle karşı koymaya çalışır. Muhteva açısından yeni olan şiiri şekil ve üslûp bakımından büyük ölçüde eskiye bağlıdır ve bu açıdan Nâmık Kemal ile Ziyâ Paşa’nın şiirleriyle aynı çizgidedir. Eserleri: Deccâl (1 ve 2. kitap, Kahire 1904, 1907), İstimdâd (Mısır 1323), Şah ve Padişah (Kahire 1324), Hasbihal yahut Eşref ve Kemal (1. kitap, 1908), İran’da Yangın Var (İstanbul 1324/1908), Şair Eşref’in Külliyâtı (1. kitap, İstanbul 1928, haz. Hüseyin Rifat). Külliyatın ikinci kitabını oluşturan diğer şiirleri 1928-1929 yılları arasında Vakit gazetesinde tefrika edilmiştir. Şerife Baş, Şair Eşref’le ilgili bir yüksek lisans çalışması yapmış (Şair Eşref’in Hayatı ve Eserleri Üzerine Bir İnceleme, 1999, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), daha sonra da iki kitap yayımlamıştır (bk. bibl.).


Nene Hatun kimdir?



(1857- 1955) 93 Harbi olarak da anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Erzurum'daki Aziziye Tabyası'nın savunulmasında kahramanca çalışarak adını tarihe yazdıran Türk kadınıdır. Osmanlı-Rus Savaşı esnasında geçmişe ismini kazıyan efsanevi bir kadındır. Nene Hatun Türk kadınının başarısını, hırsını, çabasını ve bağışlayıcılığını, millete olan sevgisini sembolize eden kurtuluş savaşının en büyük kahramanlarındandır. Aziziye savunmasına 20 yaşlarında genç bir gelinken, küçük yaştaki oğlunu ve 3 aylık kızını evde bırakarak katılmıştır. 1857’de Erzurum’da doğduğu sanılır, 1955’te Erzurum’da öldü. Erzurum civarındaki Aziziye Tabyası Savaşında yaralandı ve Türkiye’de büyük bir ün kazandı.

Nene Hatun, yirmi yaşlarında bir gelin iken, Erzurum civarındaki Aziziye Tabyası Ruslar tarafından işgal edilmişti. Orada bulunan Türk askerleri öldürülmüş, sadece bir tanesi canını kurtararak Erzurum Cephesi komutanı Ahmet Muhtar Paşaya bu kara haberi getirmişti. Ahmet Muhtar Paşa, bu durumu öğrenir öğrenmez, hemen halktan yardım istedi. Erzurumlular, yaşlarına, kadın erkek olmalarına bakmadan silaha sarıldılar. Ellerine tüfek, tırpan, satır, sopa, balta ne geçirdilerse, Paşa'nın bayrağı altında toplandılar. Nene Hatun da bu kafileye gönüllü olarak hemen katıldı. Bir avuç Erzurumlu, Aziziye Tabyası'nın demir kapısını kırarak içeri girdi. 2.000’den fazla Rus askerini sopa, bıçak, tüfekle etkisiz hale getirdi. İçlerinden çoğu şehit düştü, bir kısmı da yaralandı. Nene Hatun da yaralılar arasındaydı. Ölüm tarihinden bir sene önce Nene Hatunu görmeye gelen NATO Başkomutanı’na, “Ben o zaman icap eden şeyi yapmıştım. bugün de icap ederse aynı şeyi yaparım” sözlerini söylemiştir ve bu sayede Amerikan generalin hayranlığını kazanmıştı.


İbrahim Çallı kimdir?



(13 Temmuz 1882, Çal - 22 Mayıs 1960, İstanbul), Türk ressam.


Rüştiyeyi doğum yeri olan Çal'da, Mülki İdadisini ise İzmir'de bitirdikten sonra, ailesi tarafından askeri okula girmek üzere İstanbul'a gönderildi. Ancak; o, çocukluğunun tutkusu olan resim çalışmalarına yönelerek, o dönemde konaklamak için kaldığı handa konaklayan ve resim dersi alan Vefa İdadisi öğrencilerinin arasına katılarak resim dersleri almaya başladı. Parasını çaldırıp maddi sıkıntı içine girince arzuhalcilik ve daha sonra adliyede kâtiplik gibi farklı işlerde çalıştı. Ermeni asıllı bir ressamla tanıştı ve ondan resim dersleri aldı. Ressam Roben Efendi’den de resim dersleri alan Çallı, Şeker Ahmet Paşa’nın oğlu İzzet Bey’le tanıştı. İzzet Bey’in aracılığı ile Şeker Ahmet Paşa'nın önerisi üzerine 1906 yılında şimdiki adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan dönemin Sanayi-i Nefise Mektebi'ne girdi. Altı yıllık okulu üç yılda bitirdi.


“Zeybekler”e düzeltme

Yeniden sergilemeye açılan Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi İbrahim Çallı Salonu’nda 1914 kuşağı sanatçılarının resimleri yer alıyor. İbrahim Çallı’nın Zeybekler tablosu'nun özel bir öyküsü bulunmaktadır. Aynı zamanda Osman Hamdi’nin asistanı da olan Çallı, Atatürk’ün isteği üzerine Etnoğrafya Müzesi’nde bir sergi açar. Bu sergide de yer alan “Zeybekler” tablosunu gören Atatürk, Çallı’ya döner ve “Biz Kurtuluş Savaşı’nda yemeye ekmek bulamıyorduk, senin resmindeki atlar nasıl semirmiş böyle?” diye sorar. Usta ressam malzemelerini alır ve tablosundaki atı bir deri bir kemik hale getirir


Çalışma üslubu

İbrahim Çallı renk kullanımı konusundaki görüşlerini, görev yaptığı akademinin resim bölümü başkanlığını yürüten Leopold Levy ile girdiği tartışma sırasında şöyle ifade etmişti: "Talebeye yapılan telkin ve müdahalelerin neticesi, tabiat onlara ayni atmosfer ve ayni renkte gösteriliyor. Halbuki bizim memleketimiz, güneş, ziya ve renk memleketidir. Garbın koyu kurşuni semasıyla hiç alakası yoktur. Beşeriyet, resim sanatı üzerinde, renk vadisinde o kadar ısrar ile çalışmış, her büyük sanatkar palete bir iki yeni renk daha ilave etmiştir. Bizim mütehassısa (akademide bu unvanla görevlendirilen Levy'yi kastediyor) gelince, palette rengi asgariye indirmek taraftarıdır. Tabiatın öyle nüansları vardır ki, onlara mahsus renkleri kullanmak şarttır. Eğer Türk milleti Çallı'yı seviyorsa, güzel memleketini kendi renkleriyle ifade ettiği içindir."


Eserlerinden bazıları

Devlet Resim ve Heykel Sergileri’ne aralıklı, ancak; Galatasaray Sergileri’ne düzenli katılan Çallı’nın bazı eserleri şöyle sıralanabilir:



Defli Kadın

Zeybekler

Arzuhalci*

Mevleviler

Boğaziçinden Peyzaj

Balıkçı

Gül Koklayan Kadın

Bir Balo Gecesi

Hatay’ın Anavatana Hasreti

Adada Sabah Gezintisine Çıkan Kadınlar

Moda Deniz Hamamı

Tefli Kadın

Dolmabahçe Sarayı'ndan


Balıkçılar

Manolyalar

Çayır ve Evler

Sandalyede oturan çıplak kadın

Çıplak Yatan Kadın

Türk Topçuları

Atatürk Portresi

İsmet İnönü

Yıldız Parkından Boğaza bakış

Göksu Deresi

II. Selim Türbesi

Osman Hamdi Bey


Cevdet Sunay kimdir?



1899 yılında Erzurum(*)’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Erzurum, Kerkük, Edirne ve İstanbul’da Kuleli Askerî Lisesi’nde yaptı.


I. Dünya Savaşı sırasında 1917 yılında subay adayı olarak eğitim kampına katıldı. Aynı yıl Filistin cephesinde görev aldı. 1918 yılında Mısır’da İngilizlere esir düştü. Esaretten döndükten sonra Kurtuluş Savaşı’na katılarak önce Güney, ardından Batı cephesinde hizmetlerde bulundu.

1927 yılında Harp Okulu’nu, 1930 yılında ise Harp Akademisi’ni bitirdi. 1949’dan sonra generallik rütbelerinde görev yapan Cevdet Sunay, 1960 yılında Genelkurmay Başkanlığı’na atandı.

1966 yılında emekliye ayrılmasının ardından Cumhuriyet Senatosu kontenjan üyeliğine getirildi. Sunay, Gürsel’in rahatsızlığı sebebiyle cumhurbaşkanlığı görevinin sona ermesi üzerine 28 Mart 1966’da Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye’nin beşinci cumhurbaşkanı seçildi. Yedi yıllık görev süresini tamamladıktan sonra 1973 yılında cumhurbaşkanlığından ayrıldı. 1980'deki askeri müdahaleye değin anayasa gereğince Cumhuriyet Senatosu üyesi oldu.

1929 yılında Atıfet Hanım’la evlenen ve üç çocuğu olan Cevdet Sunay, 22 Mayıs 1982'de vefat etti.

(*) Cevdet Sunay’ın doğum yeri, bazı kaynaklarda Trabzon olarak geçmektedir. Bu biyografide, Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde Cevdet Sunay dönemi ile ilgili 5/1-6 numaralı kutuda bulunan Nüfus cüzdanı suretindeki bilgi esas alınmıştır.

129 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page