Bugün 14 Şubat. İkinci Büyük Millet Meclisi'ne Ardahan milletvekili olarak katılan Korgeneral Deli Halit Paşa'nın, Prof. Dr. Süheyl Ünver'in, Türk Halk Müziği sanatçısı Nuray Hafiftaş'ın ve TRT'nin ünlü sunucusu Tuna Huş'un ölüm yıldönümleri. Halk ozanı Ozan Arif'in ölüm yıldönümü de dündü.
BRT Yayın Grubu olarak ölüm yıldönümlerinde bu değerlerimizi saygıyla anıyoruz.
Deli Halit Paşa kimdir?
İkinci Büyük Millet Meclisi'ne Ardahan milletvekili olarak katıldı. Bir tartışma sonrasında meclis koridorunda vurularak hayatını kaybetti. TBMM'de işlenen ilk cinayetin kurbanıdır.
Deli Halit Paşa, 1883 yılında İstanbul Beşiktaş'ta doğmuştur. Babası Çerkes Ahmet Bey'dir. Soyadı kanunundan sonra adı Halit Karsıalan olmuştur. 14 Ocak 1901 tarihinde Harp Okulu'na girip, 22 Ağustos 1903 tarihinde Teğmen olarak mezun oldu. 22 Temmuz 1908 tarihinde Kıdemli Üsteğmenliğe terfi etti.
Deli Halit Paşa, II. Meşrutiyet'in ilanı üzerine 1.Ordu 1.Alay 4. Tabur'la birlikte Yemen'e gönderildi. 14 Nisan 1911 tarihinde Yemen kıdemiyle birlikte Yüzbaşılığa yükseldi. İtalyanların Trablusgarp'a saldırması üzerine 1910Haziran'ında Trablusgarp'a gitti. Üç ay bu görevde kaldıktan sonra bu dönemde aynı cephede görev yaptığı "Kel Ali" lakaplı subay ile Ali Çetinkaya ile anlaşamadığı için Mustafa Kemal Bey (Atatürk) ve Enver Bey'in (Enver Paşa) ortak kararı ile görev yerleri değiştirilmek zorunda kaldı ve Balkan Savaşı'na katılmak üzere Çatalca'da Şark Ordusu'na olunca, önce inzibat subaylığına, sonra Harbiye Nezareti emrine atandı.
14 Temmuz 1914 tarihinde I. Dünya Savaşı'nın ilanı üzerine Yakup Cemil Bey'in Kafkasya Mürettep Alayı'nın 2. Tabur Komutanlığı'na atandı. Görevi, Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Ruslara bırakılmış olan Kars, Ardahan ve Sarıkamış'ı geri almaktı. Dokuz günlük bir savaştan sonra 23 Aralık 1915 tarihinde Ardahan'a girmeyi başardı.
Ardahan Zaferi üzerine Binbaşılığa yükseldi. Çorum Müfrezesi'yle yapmış olduğu hizmetlerin ödülü olarak 14 Haziran 1916 tarihinde Yarbaylığa yükseltildi.
10 Mayıs 1917 tarihinde Garbi Dersim Komutanlığı'na atandı. 1918 başında Dersim, Erzincan, Nenehatun ve Erzurum'u geri aldı. Kafkas İslam Ordusu'nun 3. Fırka Komutanlığı'na atanarak, Batum Muharebesi'ne katıldı. Fırkası ile Ahıska'yı muhasara ederek Ahikelek'in kuzeyini zapt etti. Mondros Antlaşması ilanı üzerine, Tortum kazasına çekildi. Bu sırada İngiliz baskısı ile fırka komutanlığından azledildi. Ali Rıza Paşa kabinesi zamanında 9. Kafkas Fırkası Komutanlığı'na atandı. 27 Eylül 1920'de Ermenistan üzerine yapılan harekâtta başarı kazandı. Başarısı nedeniyle 6 Aralık 1920'de Albaylığa yükseltildi.
1921 yılı başında Doğu Cephesi'nden Batı Cephesi'ne, Kolordu Komutanı yetkisi ile Kocaeli Kumandanlığı'na atandı. II. İnönü Muharebesi'ne Sağ Cenah Grubu Kumandanı ünvanı ile katıldı. 12. Grup Kumandanlığı ile Afyona nakledilerek Kütahya ve Eskişehir'in kurtarılma savaşlarına ve Sakarya Savaşı'na katıldı. Bu sırada gösterdiği cesaretten ötürü "'Deli" lakabıyisinde yüksekçe bir yere oturup tabancalarını dizlerine koyarak "Geri çekileni vururum" mesajı vermesi ve birkaç sefer geriye kaçan askerler üzerinde bunu bizzat uygulamasıyla ün yaptı. Tekrar Kocaeli Grup Kumandanlığı'na atandı. 26 Ağustos 1926'deki Büyük Taarruzda düşmanın kuzey grubuna, Gemlik, Mudanya, Bandırma istikametinde saldırılar yaparak Yunan 11. Tümenini, tümenin komutanı Tümgeneral Nikolaos Kladas ile beraber esir aldı. Büyük Taarruz'da Mirliva rütbesine terfi etti ve Paşa oldu.
Düşmanın Gemlik, Mudanya, Bandırma sahil şeridinden kaçmasını engellemek amacıyla çevirme görevini üstlendi. Albay Halit kumandasındaki birlikler, Gemlik’ten başlayarak Bandırma’ya kadar olan sahil şeridinde düşmana tek kaçış noktası bırakmadı. Düşmana bir tek Kemalpaşa-İzmir bandının açık kaldığını Fahreddin Paşa’dan öğrenen Mustafa Kemal Paşa, gururla gülerek, “Bu mutlaka bizim Deli Halit’in işidir” dedi.
Böylece, düşmanın bu bölgeden silinip yok edilmesi sağlandı. Zaferin ardından Albay Halit, gösterdiği bu üstün başarılar nedeniyle Paşa rütbesine yükseltildi. Halit Paşa, Mirliva 31 Ağustos 1922 tarihinde (tümgeneral) olduğunda henüz 39 yaşında idi.
Halit Paşa, muharebe meydanlarında ikisi ağır olmak üzere 9 kez yaralandı. Sakarya muharebesinde beyninin yanına saplanan kurşunu hayatı boyunca taşıdı.
I. Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı sırasında Gümüş Liyakat, Gümüş İmtiyaz, Altın Liyakat, Altın İmtiyaz, 3.Rütbeden Kılıçlı Osmanlı ve İstiklal Madalyası ile Avusturya ve Afganistan'ında birer madalyasına sahiptir.
Kocaeli Grup Komutanı bulunduğu sırada TBMM'nin II. Dönem seçimlerine katıldı. 5 Temmuz 1923 tarihinde yapılan seçimde Ardahan'dan milletvekili seçildi. 9 Şubat 1925'te Meclis koridorunda sırtından tabancayla vurulup 14 Şubat 1925tarihinde 42 yaşında vefat etti.
Öldürülmesi, TBMM’de gerçekleşen ilk cinayettir. Cenazesi, İstanbul'un Eyüp semtinde defnedildi. Mezarı 1988 yılında Ankara'daki Devlet Mezarlığı'na taşındı.
Olayda, milletvekili Ali Çetinkaya ile arasında yaşanan bir arbede sonrasında patlayan bir silahla vuruldu. Paşayı kimin vurduğu kesin olarak anlaşılamadı. Ancak Ankara Savcılığı Halit Paşa’yı Ali Çetinkaya’nın vurduğu kanaatine vardı; bir nefs-i müdafaa halinde olduğunu kabul ederek bu olaydan dolayı kovuşturma yapılmaması kararı verdi
Mudanya'dan, Kocaeli'ne, Kars'a, Artvin'den Gümüşhane'ye, Erzurum'dan İzmir'e, Tunceli'den İstanbul'a, Yemen'den Trablusgarp'a, cephe cephe koşuşturmuş bir komutandı Halit Paşa...
Vatanı için savaşan yiğit askerlere karşı baba gibi şefkatli, vatan hainlerine karşı ise son derece acımasız bir insandı Halit Paşa...
Düşmanlarını sağ tarafında taşıdığı "Namuslu" diye adlandırdığı tabancasıyla, cepheden kaçan askerleri ise sol tarafında taşıdığı "Namussuz" diye adlandırdığı tabancasıyla vurabilecek kadar kararlı bir askerdi Halit Paşa...
Cephede düşmanla savaşırken askerlerine "Oğlum vatan bizimdir, kaçan haindir..." diye haykıran cesur bir yürekti Halit Paşa...
Prof. Dr. Süheyl Ünver kimdir?
17 Şubat 1898’de İstanbul Haseki’de dünyaya geldi. Babası, II. Abdülhamid dönemi Posta ve Telgraf Nezâreti İstanbul Muhâberât-ı Umûmiyye müdürü Tırnovalı Mustafa Enver Bey, annesi XIX. yüzyılın ünlü hattatlarından Mehmed Şevki Efendi’nin kızı Safiye Rukiye Hanım’dır.
İlk ve orta öğreniminden sonra 1915’te girdiği Mekteb-i Tıbbiyye’yi 1920’de bitirdi. Hekimlik ihtisasına 1921-1923 yılları arasında Yenibahçe’de Gureba Hastahanesi’nde cildiye kliniğinde başladı. Ancak dahiliyeyi istediğinden Haseki Hastahanesi’nin dahiliye kısmına geçti. Burada Âkil Muhtar Bey’in (Özden) asistanı oldu. Aile ocağında dedesi hattat Mehmed Şevki Efendi’nin konağında ateşlenen sanatçı yanını tıp tahsili sırasında geliştirme imkânına Medresetü’l-hattâtîn’de kavuştu. 1916-1923 yıllarında bu sanat yuvasında dönemin ünlü hattatları ile tezhip ve ebru ustalarını tanıdı. Yeniköylü Nûri Bey’den (Urunay) tezhip, Necmeddin Efendi’den (Okyay) ebru dersleri aldı. Eniştesi hattat Hasan Rızâ Efendi’den sülüs ve nesih yazılarını meşketti. 1923’te Medresetü’l-hattâtîn’den tezhip ve ebru icâzetnâmesi aldı. Yine aynı yıllarda ressam Üsküdarlı Hoca Ali Rıza Bey’in talebeleri arasına girdi. Bu hocasından karakalem ve sulu boya resim yapmayı öğrendi. Onunla birlikte İstanbul’un tarihî köşelerinin resimlerini yaptılar.
Bu arada hekimlik ihtisası ile sanat çalışmaları sürerken dönemin mutasavvıflarından Abdülaziz Mecdi Efendi’nin (Tolun) sohbetlerine katıldı. 1927’de hocası Âkil Muhtar’ın desteğiyle Fransa’ya gitti. Paris’te Pitié Hastahanesi’nde Marcel Labbé’nin yanında “asistan etranger” oldu ve hekimlik ihtisasını tamamladı. Paris günlerinde hekimlik çalışmaları yanında Bibliothèque Nationale’de Şark Yazmaları Bölümü’nde bulunan eserlerdeki tezhip ve minyatürlerden Türk süslemesinin nâdide örneklerini istinsah etti. Ayrıca Türk-İslâm tıbbına ait yazma kitaplar üzerine çalıştı. 1929’da Türkiye’ye döndü. Bu arada üç aylığına Avusturya’ya gitti. Viyana kütüphanelerindeki yazma eserleri inceledi, müzelerdeki Türk eserlerini tesbit etti. 1930’da İstanbul Dârülfünunu Tıp Fakültesi’nde akademik hayata geçti; Emrâz-ı Dâhiliyye Kürsüsü’nde tedavi ve farmakodinami müderris muavini oldu.
1933’te gerçekleşen üniversite reformu esnasında Tıp Tarihi Enstitüsü’nü kurdu. Bu enstitü bünyesinde özellikle Türk-İslâm tıp tarihi araştırmalarına yönelik ilmî makalelerin yayımlandığı Türk Tıp Tarihi Arkivi dergisini çıkardı; Türk-İslâm tıbbına ilişkin temel kaynaklarının tercüme faaliyetini başlattı. 1939’da profesörlüğe, 1954’te ordinaryüslüğe yükseltildi. 1958-1959 yıllarında Amerika’da misafir profesör olarak bulundu. 1967 yılına kadar Tıp Tarihi ve Deontoloji Kürsüsü’nün başkanlığını yaptı, tıp tarihi ve deontoloji dersleri verdi. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne geçti, burada ikinci bir tıp tarihi ve deontoloji kürsüsü kurdu. Tıp tarihi dersleri yanında Türk süslemesi seminerlerini yürüttü. Çeşitli ülkelerde düzenlenen tıp tarihi kongrelerine katıldı, tebliğler sundu. 1973’te emekliye ayrıldı. Emeklilik günlerinde çalışmalarını kesintiye uğratmadan sürdürdü; Tıp Tarihi Enstitüsü’ndeki tezhip derslerine ölümüne kadar devam etti. 14 Şubat 1986’da İstanbul’da vefat etti. Kabri Edirnekapı’da Sakızağacı Mezarlığı’ndadır.
GIPTA EDİLECEK BİR ÇALIŞMA AZMİ VE ARAŞTIRMA UFKU VARDI
Gıpta edilecek bir çalışma azmiyle engin bir araştırma ufkuna sahip olan Ahmet Süheyl Ünver’in İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde yaptığı tıbbî yayınlarında ağırlık Türk tıp tarihi üzerinedir. 1936 yılına kadar gerçekleştirdiği tıbbî neşriyatı dâhilî tabâbet konularına aittir. Ancak 1933 sonrasında Türk tıp tarihine yönelmiştir. Bu alandaki yayımları iki grupta toplanabilir. İlk grupta ünlü hekimlerin, İbn Sînâ, Sabuncuoğlu Şerefeddin, Hacı Paşa, Hekimbaşı Sâlih b. Nasrullah Efendi gibi şahsiyetlerin hayat hikâyeleri ve tabâbete katkıları incelenmiştir. Bilhassa onun son devir hekimleri için Âkil Muhtar Özden’den Esad Raşid Tuksavul’a kadar yazdıkları toplanacak olursa ortaya İbnüleminvâri “Son Asır Türk Hekimleri” başlıklı bir kitap çıkar. İkinci grupta tıbbî kurumlarla ilgili yazıları yer almaktadır.
Bir Türk tıp tarihinin yazılamamış olması, Süheyl Ünver’i hekimlik öğretiminin yapıldığı kurumların tarihçesine ve eğitim biçimlerine dair özgün monografiler yazmaya yöneltmiştir. Yaptığı araştırmalardan sadece Selçuklu dönemi tıp tarihi kitap haline gelmiştir. Aynı zamanda bilim ve sanat tarihi üzerine yoğunlaşmış, bilim tarihine dair araştırmalarında önce İstanbul, ardından Anadolu ve Avrupa kütüphanelerinde bulunan yazma eserler üzerinde çalışmıştır. Ünlü astronom Mehmet Fatin Gökmen’in Ünver üzerinde önemli bir etkisi vardır. Bir bilim tarihçisi olarak Selçuklu-Osmanlı alanında tecrübî ilimlerin gelişimini incelemiştir. Bu alanda dikkate değer eserleri Ali Kuşçi ve İstanbul Rasathanesi’dir.
Bu arada başta İstanbul olmak üzere gezdiği her şehir için seyahat defterleri hazırlamış, bu defterleri şahsî intibaları, notlar ve gazete kesikleri, fotoğraflar, karakalem ve sulu boya resimleriyle zenginleştirmiştir. El yazması defterlerinde Evliya Çelebi ile Kâtib Çelebi’yi birleştirdiği, onlarda olmayan görsel malzemeyi defterlerine taşıdığı görülmektedir. Süheyl Ünver’in hazırladığı defterlerden sadece Süleymaniye Kütüphanesi’ne vakfettiklerinin sayısı 1150’dir. Bugüne kadar bu defterlerden yirmi kadarının tıpkıbasımı gerçekleştirilmiştir. Ayrıca konu başlıkları ve kişi adlarına göre düzenlediği defter ve dosyalardan oluşan zengin bir arşiv hazırlamıştır. Arşivinin bilim tarihiyle ilgili kısımlarını İstanbul’da Kandilli Rasathânesi’ne, tarihle alâkalı 400 kadar dosyadan müteşekkil arşiviyle sulu boya resimlerini Ankara’da Türk Tarih Kurumu’na, şahsî kütüphanesi yanında tıp tarihiyle ilgili dosya ve defterlerini İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Enstitüsü’ne bağışlamıştır. Bunların dışında kızı Gülbün Mesara’da tamamlanmış defterler, dosyalar, tezhip, minyatür, katı‘ örnekleri, sulu boya resimlerle tomarlar halinde tasnif edilmemiş zengin bir arşiv daha vardır.
TARİHİMİZİN KARANLIKTA KALAN KÖŞELERİNE IŞIK TUTTU
Ünver’in sanata açık cephesi iki damar içerisinde mütalaa edilebilir. Önce bir sanat tarihçisi sıfatıyla Türk süslemesinin her dalı için özgün araştırmalar yapmıştır. Müzehhiplerden Baba Nakkaş, Kara Memi; minyatür ustalarından Ressam Levnî, Ressam Nakşî; hattatlardan Ahmed Karahisârî ve Mehmed Refî Efendi’ye dair neşriyatı bu cümledendir. İkinci olarak Ünver fıtrî istıdadının itici gücüyle zevkiselim sahibi bir sanatkârdır; usta bir müzehhip, ressam ve şairdir. Hem bu sanat dallarının Osmanlı’dan gelen çizgilerinin Cumhuriyet Türkiyesi’nde devamına yardımcı olmuş, hem de Cumhuriyet’e intikal etmeden tıkanmış bazı sanat dallarının ihyasını gerçekleştirmiştir. 1940’lara doğru önce Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlattığı, daha sonra Topkapı Sarayı Nakışhânesi’nde ve İstanbul Üniversitesi bünyesinde devam ettirdiği Türk süslemesi kurslarında öğrenciler yetiştirmiştir.
Bir kültür tarihçisi olarak bilhassa Türkiye’de tıbbî folklorun kurucusu, araştırmacısı ve uygulayıcısıdır. Fâtih Sultan Mehmed dönemi İstanbul’undan başlamak üzere Selçuklu-Osmanlı Türk coğrafyasının tarihî her köşe taşı, mezarlık, cami, mescid, namazgâh, hamam, çeşme, sebil, konak, ev, bütün bunlar Ünver’in üzerine eğildiği araştırma konularıdır. Osmanlı asırlarına damgasını vuran tasavvufî akımlarla bunların temsilcileri, tekke âdâb ve erkânı yanında dergâhlarda kullanılan eşyalar üzerine sosyal tarihimizin karanlıklar içinde kalmış köşelerine de yayınlarıyla ışık tutmuştur. Aklıselimin rehberliğinde ilmî çalışmalarını sürdürürken aynı zamanda kalp cephesini de tezyin etmiştir. Abdülaziz Mecdi Efendi’den aldığı ışıkla tasavvuf terbiyesine yönelmiştir. Onun bu vadideki gayretini gösterir izleri coşku dolu şiirlerinde, bu kültürünün yansımalarını tezhip, minyatür ve sulu boya resimlerinde görmek mümkündür.
Ünver’in düşünce dünyasında ve aksiyonda İstanbul’a özel bir önem atfettiği görülmektedir. Hazırladığı defterlerden onlarcası, makale ve gazete yazılarının yüzlercesi İstanbul’a aittir. Sadece kitap ve risâlelerden oluşan İstanbul yazıları beş cilt halinde İstanbul Risâleleri adıyla yayımlanmıştır. Bilhassa günümüzde her biri belgesel değerinde sulu boya resimleriyle İstanbul’da yok edilmiş tarihî mekânların varlığından insanları haberdar etmiştir. Bu sulu boya resimlerden 240 tanesi üç nefis albüm halinde A. Süheyl Ünver’in İstanbul’u, Sevdiğim İstanbul, İstanbul’dan Bir Demet başlıkları altında İstanbul Belediyesi tarafından neşredilmiştir.
İstanbul’un önemini Ünver şu sözlerle dile getirmektedir: “İstanbul bütün Türk tarihinin, Türk coğrafyasının bir terkibi, bir hulâsası ve bir tecellisi olmuştur.” Türk kültür bereketinin bu topraklardaki bekāsına sönmeyen bir imanla bağlı, bu imanla eserler vermiş olan Ünver müktesebatının aydınlığında müstesna bir terkiptir. Aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim damarlarını başarıyla bir terkibe dönüştürmesi tasavvuf neşvesinden kaynaklanmaktadır. Gönlünü aklıyla birleştirmesi en belirgin çizgilerini tasavvufî şiirlerinde, tezhip, minyatür ve sulu boya resimleriyle dışarıya aksettirirken bilim ve sanat eserlerine taşıdığı gönül ve akıl birlikteliğini de İstanbul efendiliğiyle temsil etmiştir.
ESERLERİ
Ahmet Süheyl Ünver altmış yılı aşan telif hayatı boyunca başta tıp olmak üzere çoğu bilim, kültür ve sanat tarihine dair 2000’e yakın kitap, makale, tebliğ, ansiklopedi maddesi, gazete yazısı kaleme almıştır. Osman Nuri Ergin (I-II, İstanbul 1941-1952), Gönül Özdemir (1970, 1972), Aykut Kazancıgil ve Vural Solok (1973, 1981), Cevat Yalın (1985) Ünver’in bibliyografyası üzerine çalışmış, son olarak Gülbün Mesara, Aykut Kazancıgil ve A. Güner Sayar etraflı bir araştırma gerçekleştirerek Ünver’e ait 1886 neşir tesbit etmiştir (bk. bibl.). Ayrıca tarz-ı kadîm üzerine tasavvufî neşve ile yazdığı şiirleri toplanacak olursa ortaya bir “Dîvançe-i Süheylî” çıkacaktır. Süheyl Ünver’in belli başlı eserleri şunlardır: Uygurlarda Tababet: VIII-XIV. Asırlar (İstanbul 1936); Tıb Tarihi: Tarihten Evvelki Zamanlardan İslâm Tababetine Kadar (İstanbul 1938, I. cilt; müellif daha sonra bu eserin özetiyle birlikte İslâm sonrası dönemi de yazmıştır: Tıb Tarihi: Tarihten Evvelki Zamanlardan İslâm Tababetine ve İslâm Tababetinden XX. Asra Kadar, İstanbul 1943, I. ciltte 1-2. kısımlar); Selçuk Tababeti: XI-XIV. Asırlar (Ankara 1940); Umumi Tıb Tarihi: Bazı Resimler ve Vesikalar (İstanbul 1943); İlim ve Sanat Bakımından Fatih Devri Albümü (İstanbul 1945); Fatih’in Oğlu Bayezid’in Su Yolu Haritası Dolayısıyla 140 Sene Önceki İstanbul (İstanbul 1945); Bursa’da Fâtih’in Oğulları Mustafa ve Sultan Cem ve Türbeleri (Bursa 1946, Mehmet Zeki Pakalın ile birlikte); İstanbul Üniversitesi Tarihine Başlangıç: Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı (İstanbul 1946); İlim ve Sanat Bakımından Fatih Devri Notları (İstanbul 1947);
Kaynak: Ahmet Güner Sayar, Diyanet İslam Ansiklopedisi
Nuray Hafiftaş kimdir?
8 Haziran 1964 yılında, o dönem Kars bugün ise Ardahan il sınırları içerisinde yer alan Çıldır'da dünyaya geldi. Azerbaycan kökenli, aşıklık geleneğine sahip bir ailenin kızı olan ve çocukluk yıllarında ailesiyle İstanbul'a yerleşen Hafiftaş, ilkokul eğitimini de İstanbul'da tamamladı.
MÜZİK EĞİTİMİ ALDI
Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuvarı bölümünde öğrenim gören sanatçı, öğrenciliği sırasında halk müziğinin yanı sıra, Batı müziği ve Türk sanat müziği üzerine de eğitim aldı.
Hafiftaş, üniversite eğitiminin ardından, İstanbul Belediye Konservatuvarının icra heyetinde 4 yıl kadrolu devlet sanatçısı olarak görev yaptı ve aynı dönem bir süre İstanbul Radyosu'nda sözleşmeli olarak çalıştı.
Küçük yaşlardan beri ilgi duyduğu halk müziğindeki tavrını geliştiren ve bağlama eğitimi alan Hafiftaş, bestelerinin bazılarını kendi albümlerinde seslendirirken, bazılarını ise aralarında Kibariye, İzzet Yıldızhan ve Yunus Bülbül'ün bulunduğu birçok ünlü isim yorumladı.
"AHU GÖZLÜM" İLE OYUNCULUĞA ADIM ATTI
Türkiye'de ve yurt dışında birçok konser veren Hafiftaş, 1990'da "Ahu Gözlüm" adlı Sinema filminin başrolünde yer alarak oyunculuğa adım attı.
Hafiftaş, 10 yıl aradan sonra 2000 yılında yönetmen koltuğunda Hüseyin Özşahin'in oturduğu "Ozanlar Yaylası" filminin yanı sıra, 2003'te "Oğlum İçin", 2004'te ise "Türkü Filmi" ve "Sen Küçüksün" isimli filmlerde rol aldı.
USTA MÜZİSYENLERLE ÇALIŞTI
Türk halk müziği ve bağlama sanatçısı Bilal Ercan'la birlikte 2008'de "Çifte Yürek" adlı bir müzik programı da sunan Hafiftaş, müzik hayatı boyunca Zafer Dalgıç, Arif Sağ, İsmail Derker, Osman İşmen ve Metin Özülkü gibi usta müzisyenlerle de çalıştı.
HAYVAN DOSTUYDU
Sanatçı yönü, zarif kişiliği ve eserleriyle büyük bir hayran kitlesi bulunan ve ayrıca hayvan dostu olmasıyla bilinen Hafiftaş, son albümünü 2016'da "İstanbul ve Sen" adıyla çıkardı.
53 YAŞINDA ARAMIZDAN AYRILDI
Kariyeri boyunca 100'e yakın besteye imza atan ve yaklaşık 20 albüm yapan sanatçı, 2017'de bir operasyon geçirse de kalın bağırsağındaki kanser karaciğerine sıçradı. Hafiftaş, özel bir hastanede uzun süre gördüğü tedavinin ardından geçen yıl 14 Şubat'ta 53 yaşındayken hayatını kaybetti.
CENAZESİ DEVLET TÖRENİ İLE KALDIRILDI
Vefatının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla devlet töreni düzenlenen usta sanatçının cenazesi, Teşvikiye Camisi'nden kaldırılarak, Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.
Sanatçının kariyeri boyunca çıkardığı albümleri ise şöyle:
"Asker Mektubu- 1987", "Yaradan Aşkına-1988", "Dön İki Gözüm- 1989", "Dilanım-1990", "Divane Gönlüm-1990", "Turquie Aşık-1991", "Atılmaz Sevda-1991", "Arada Bir -1992", "Dinle-1993", "Şimdi Oldu-1994", "Eline Düştüm- 1996", "Eyvah Gönül- 2000", "Leyli Leyli- 2002", "Sılayı Ver -2005", "Yıllarım-2007", "İstanbul ve Sen-2016"
Tuna Huş kimdir?
Tuna Huş, 1942 yılında Adana'da dünyaya geldi. TRT‘nin siyah-beyaz olduğu dönemde spiker olarak görev yaptı. Her kelimesi kolaylıkla anlaşılan, yumuşak ses tonuyla hafızalarda yer etti. 1999 yılında, by-pass ameliyatı oldu, ardından 1,5 sene sonra beyne giden ana damarda pıhtı atması sonucu 2001 yılında beyin kanaması geçirdi ve beyin ameliyatı sonrasında geçirdiği felç nedeniyle konuşma yeteneğini kaybetti. 1990 yılında ikinci evliliğini Berrin Huş ile yapan Tuna Huş'un Zeynep (d.1991) adında bir kızı vardır. Tuna Huş’un ilk evliliğinden Ali ve Tuna adında iki oğlu bulunmaktadır. 14 Şubat 2018'te vefat etti.
Ozan Arif kimdir?
Arif Şirin veya Ozan Arif (d. 10 Haziran 1949; Alucra, Giresun, ö. 13 Şubat 2019; Samsun]), Türk öğretmen, halk ozanı, şair, şarkı sözü yazarı ve bestekâr.
Alucra'nın Yükselen köyünde doğdu. Babasının memuriyeti nedeniyle ilk ve ortaokulu Samsun'da tamamladı. 1970'te başladığı öğretmenliği 1979 yılına kadar sürdürdü. 24 Eylül 1980, 5 Kasım 1991 tarihleri arasında Almanya'da yaşadı.
Ozan Arif Giresun`un Alucra ilçesi'ne bağlı şimdiki ismi ile Yükselen eski adı ile Hapu köyünde 10 Haziran 1949`da doğdu. Babası, Muharrem Çavuşun (Muharrem Şirin) oğlu Mehmet Bey, annesi Fatma hanım da, yine komşu köy Demirözü`nden aynı şekilde sevilen Gençağa Eşkünoğlu`nun kızıdır.
Babasının memuriyeti dolayısıyla, ilk ve ortaokulu Samsun`da bitirdikten sonra, hayli kalabalık olan ailesine kısa zamanda maddi yardım yapabilmek düşüncesiyle öğretmen okuluna başladı. 1969-1970 döneminde Ordu İli, Perşembe Erkek Öğretmen Okulu'ndan mezun oldu. Okul süresi boyunca kışları okuyup, yazları rençberlik yapan bir öğrenci idi. İlk göreve başladığı okul, ailesinin bulunduğu Samsun`da Karaoyumca köyündeki ilkokuldur. Bir yıllık stajyerlik süresinden sonra, yine Samsun`da Devgeriş köyüne tayin oldu. 1972 yılında yine aynı köyde stajyerlik yapmakta olan ve ona ömrü boyunca en büyük desteği veren; Süheylâ hanımla evlendi. Devgeriş köyünde beş yılı öğretmenlik, dört yılı ise okul müdürlüğü olmak üzere, toplam dokuz yıl T.C. Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak kamu hizmeti vermiştir.
13 Şubat 2019'da Samsun'da özofagus kanseri tedavisi gördüğü bir hastanede 69 yaşında hayatını kaybetti. Cenazesi Samsun'da Kıranköy Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir.
Comments