top of page
Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Doğum günü: Fevzi Çakmak, Leyla Erbil, A. Gölpınarlı, M. Serezli, Nevit Kodallı, Ö. Nutku, N.Atsız




Bugün 12 Ocak. Kurtuluş Savaşı kahramanlarından, Atatürk'ün silah arkadaşı Mareşal Fevzi Çakmak, yazar Leyla Erbil, bilim insanı Prof. Dr. Abdülbaki Gölpınarlı, tiyatrocu Metin Serezli, müzisyen Nevit Kodallı, yazarlar Özdemir Nutku ve Nihal Atsız'ın doğum günü.

BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.


Fevzi Çakmak kimdir?




Mareşal Fevzi Çakmak, 12 Ocak 1876’da İstanbul Rumeli Kavağı’nda Çakmakoğullarından Topçu Albayı Ali Sırrı ile Hesna Hanım’ın oğlu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Kuleli Askeri Lisesi’nde tamamladıktan sonra 29 Nisan 1893’te Harp Okuluna kaydolarak 28 Ocak 1896’da Piyade Teğmen rütbesiyle mezun oldu. Akabinde “Mekteb-i Erkân-ı Harbiye”ye girerek 25 Aralık 1898’de Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle bitirdi. Bir süre Erkan-ı Harbiye (Genelkurmay) 4. Şube’de görev yaptıktan sonra 1899’da 3. Ordu’ya bağlı Metroviçe’deki 18. Fırka’nın kurmay heyetinde görevlendirildi. Balkanlar’daki Sırp ve Arnavut çetelere karşı verilen mücadeleye katıldı. Kısa aralıklarla terfi ederek 1907’de miralaylığa (albay) yükseldi. 1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde 35. Fırka Komutanı ve Taşlıca Mutasarrıfıydı. 1910’da Arnavutluk’ta çıkan ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilen Kosova Kolordusu’nun kurmay başkanlığı’na atandı.

1911’de Trablusgarp Savaşı başlayınca Rumeli’nin savunmasıyla görevli Garp (Vardar) ordusunun kurmay başkanlığına getirildi. Balkan Savaşı (1912-1913) sırasında 21. Fırka Komutan Vekilliği ve Vardar Ordusu 1. Şube (Harekat Şubesi) Müdürlüğünü yaptı. Fevzi Çakmak’ın, Balkan Savaşları çıktığı dönemde 21. Yakova Nizamiye Fırkası K. Vekilliğinde; 6 Ağustos 1912’de Kosova Kuvay-ı Umumiye Kurmay Başkanlığı’nda; 29 Ekim 1912’de de Balkan Harbi Seferberliği’nin başlangıcında Vardar Ordusu K. I. Şube Müdürlüğü’nde görevlendirildiğini daha önce de belirtmiştik. Sırp Cephesi’nde Vardar Ordusu Harekât Şube Müdürü olarak bulunan Fevzi Paşa’nın başarılı askerî faaliyetlerine rağmen, Garp Vilayetleri’nde 10 Mayıs 1913’ten itibaren Türk Hakimiyeti sona ermiştir. 1913’te 5. Kolordu Komutanlığı’na atandı. Mart 1915’te rütbesi mirlivalığa yükseltildi. I. Dünya Savaşı I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale, Kafkas ve Suriye cephelerinde savaştı. 1918’de ferikliğe yükseldi.



Çanakkale Cephesi Fevzi Paşa, V. Kolordu Komutanı olarak 6 Ağustos ve 13 Ağustos 1915 tarihindeki muharebelere katılmıştır. Fevzi Paşa’nın komutasındaki XIII. ve XIV. Tümenler muharebeye katılmamış fakat 21 Temmuz’dan itibaren cepheye gelerek, I. Tümen hariç yıpranmış ve yorulmuş eski tümenleri değiştirmişlerdir. Ayrıca İkinci Ordu Tümenleri’nin bölgeye (Kereviz Dere-Zığın Dere) gelmeleri üzerine VI. ve VII. Tümenler, Saros Gurubuna gönderilmiştir. Düşman Kirte istikametinde yapacağı taarruzlar doğrultusunda Alçıtepe’yi almayı planlıyordu. Fakat Türk direnişi karşısında amacına ulaşamayan düşman çok fazla ilerleyememiştir. 6 Ağustos’ta düşmanın taarruz ettiği Arıburnu – Conkbayırı bölgesine gönderilen VIII. ve IV. Tüm. ile yetinmeyen Vehip Paşa, 9 Ağustos’ta Fevzi Paşa’nın komuta ettiği V. Kolordu Komutanlığına bağlı V. ve XIV. Kolorduların son ihtiyatları olan 41. ve 28. Alayları da bu bölgeye gönderdi. Bölgeye gönderilen bu iki alay Conkbayırı’nın düşmanın eline geçmemesine ve Albay Mustafa Kemal Bey’in 10 Ağustos tarihinde Conkbayırı taarruzuna yardımcı oldu. Mustafa Kemal Bey’in rahatsızlığı nedeniyle 10 Aralık 1915’te Fevzi Paşa 5. Kolordu Komutanlığı kendisinde kalmak üzere, ek görev olarak Anafartalar Grubu komutan Vekilliğine görevlendirildi (Mustafa Kemal Bey ise 16 Aralık 1915’de cepheden ayrıldı). Bu muharebelerde V. Kolordu Komutanı olarak görev alan Fevzi Bey’in komutasındaki XIII. Tüm. 21 Ekim 1915’te Keşan’a hareket etti. XIV. Tümen ise 12 Ocak 1916’da bölgeden ayrıldı. Kurtuluş Savaşı

Mondros Mütarekesi imzalandığında sağlık nedenleri ile İstanbul’da bulunuyordu. 24 Aralık 1918’den 14 Mayıs 1919’a kadar Ferik rütbesiyle Osmanlı Devleti’nin Erkan-ı Harbiye Reisliği (bugünkü Genelkurmay Başkanlığı) görevinde bulundu. 1. Ordu Müfettişliği, Askeri Şura üyeliği, Ali Rıza Paşa ve Salih Hulusi Paşa hükümetlerinde Harbiye Nazırlığı (Millî Savunma Bakanı) (Şubat – Nisan 1920) yaptı. Harbiye nazırlığı sırasında Anadolu’daki millî kurtuluş hareketine silah ve cephane gönderilmesini kolaylaştırıcı bir tutum izledi. İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından resmen işgalinin (16 Mart 1920) ardından Anadolu’ya geçmeye karar veren Fevzi Paşa, 27 Nisan 1920’de Ankara’ya ulaştı. İstasyonda Mustafa Kemal Paşa tarafından törenle karşılandı. Birinci dönem TBMM’ye Kozan milletvekili olarak katıldı. 26 Mayıs 1920’de İstanbul Hükümeti tarafından ulusal hareketin önderlerinden biri olarak rütbesinin kaldırılmasına, nişanlarının geri alınmasına ve idamına karar verildi. 3 Mayıs 1920’de Millî Müdafaa Vekilliğine (Millî Savunma Bakanlığı) getirildi. 24 Ocak 1921’de Mustafa Kemal Paşa’nın İcra Vekilleri Heyeti Reisliğinden ayrılması üzerine, Millî Müdafaa Vekilliği üzerinde kalmak kaydıyla İcra Vekilleri Heyeti Reisliğini (Başbakanlık) de üstlendi. İkinci İnönü Muharebesi’nin zaferle neticelenmesinin ardından 3 Nisan 1921’de rütbesi TBMM kararıyla birinci ferikliğe (orgeneral) yükseltildi. Kütahya-Eskişehir Muharebeleri’nde mirliva İsmet Paşa komutasındaki Garp Cephesi ordularının mağlup olup Yunanların Temmuz 1921’de Kütahya, Afyonkarahisar ve Eskişehir’i ele geçirmelerinden sonra İsmet Paşa’nın (İnönü) yerine TBMM tarafından Genelkurmay Başkanlığı görevine de getirildi. 3 Ağustos 1921’de Başvekillik, Millî Müdafaa Vekilliği ve Erkan-ı Harbiye Reisliği görevlerini hep birlikte yürütmeye başladı ve Sakarya Savaşı sırasında TBMM Reisi ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile birlikte bizzat cephede harekatı yönetti. 14 Ocak 1922’de millî müdafaa vekilliği, 9 Temmuz 1922’de icra vekilleri heyeti reisliği görevlerinden ayrıldı ve Genelkurmay Başkanı olarak Büyük Taarruz’un askeri planlarını hazırladı. Zaferle sonuçlanan Dumlupınar Meydan Muharebesi’nin (30 Ağustos 1922) ardından 31 Ağustos’ta rütbesi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın tavsiyesi üzerine TBMM tarafından Müşirliğe (Mareşal) terfi ettirildi.

Cumhuriyet dönemi

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1933 Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. Yıldönümü Konuşması soldan sağa doğru: Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak), Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (Atatürk), TBMM Başkanı Kâzım Köprülü (Özalp), Başbakan İsmet (İnönü) Fevzi Çakmak’ın Eyüp Mezarlığı’nda bulunan aile kabristanı “Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekilliği”nin kaldırılmasıyla 30 Ekim 1924’e kadar TBMM’de Kozan Milletvekilliği[2] görevine devam etti. Mustafa Kemal Paşa’nın askerlik yapanların siyasete karışmamaları gerektiğine dair talimatından sonra, 31 Ekim 1924’te askerlik görevini, siyasete tercih ederek Kozan Milletvekilliği’nden istifa etti. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği görevini 23 yıl yaptıktan sonra 12 Ocak 1944’te 68 yaşında Askerî ve Mülkî Tekaüt Yasası’na göre Tahdit-i Sin yani yaş haddinden dolayı emekliye sevk edildi. 1946 seçimlerinde Demokrat Parti listesinden bağımsız aday olarak TBMM’de VIII. Dönem İstanbul Milletvekili seçildi. 5 Ağustos 1946’da milletvekili seçilerek 22 sene sonra tekrar Meclise katılan Fevzi Paşa, Demokrat Parti genel başkanı Celal Bayar’ın dönemin Cumhurbaşkanı’nın demokratik seçimlere izin vermesi için söylediği “Devr-i Sabık yaratmayacağız” (yani iktidara geldikten sonra yapılan yanlışların ve yolsuzlukların hesabını sormayacağız) demesinden sonra partisinden istifa ederek, 19 Temmuz 1948’de Osman Bölükbaşı ile birlikte Millet Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı.

10 Nisan 1950 tarihinde vefat etti. Cenazesi 12 Nisan 1950’de Eyüp Sultan Camiinden kaldırılırken, cenaze namazında yüzbinlerce vatandaş bulundu. Cenazesi İstanbul’daki Eyüp Sultan Mezarlığında Küçük Hüseyin Efendi dergahı türbesine defnedildi ve ailesinin isteğiyle Ankara’daki Devlet Mezarlığı’na nakledilmedi. Mareşal Çakmak, Fitnat Çakmak (1892-1969) ile evli ve Nigar (1909-21 Ocak 1982) ile Muazzez adlarında iki kız çocuk babasıydı.



Leyla Erbil kimdir?



12 Ocak 1931’de, İstanbul’da, üç çocuklu bir ailenin ortanca çocuğu olarak doğdu, ilkokulu Esma Sultan’da, ortaokulu Beşiktaş İkinci Kız Ortaokulu’nda okudu. Lise eğitimine Beyoğlu Kız Lisesi’nde başlayan Erbil, daha sonra Kadıköy Kız Lisesi’ne nakledildi ve ilk şiirleri de lise yıllarında bir taşra dergisinde çıktı (1945). 1950 yılında Kadıköy Kız Lisesi’nden mezun olan Erbil, daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Filolojisi Bölümü’nde öğrenime başladı. Yazar, üniversiteye girdikten bir yıl sonra Çerkez Reşit’in oğlu Aytek Şay ile evlenerek (1951) öğrenimine ara verdi ancak bu evlilik kısa sürdü. Öğrenciyken İskandinav Hava Yolları’nda sekreter ve çevirmen olarak çalışmaya başlayan yazar (1953), ikinci eşi Mehmet Erbil’le de burada tanıştı ve öğrenimini son sınıftayken yarıda bırakarak o sırada yüksek mühendis olan Mehmet Bey'le altı-yedi ay içinde evlendi (13 Mayıs 1955) ve Ankara'ya yerleşti.

Bu dönemlerde birkaç öykü de yazmış olan ancak yayımlatmaya cesaret edemeyen Leylâ Erbil, sonunda sevdiği bir öyküsünü yakın arkadaşı Metin Eloğlu’na okuttu. Eloğlu, çok beğendiği bu öykünün yayımlanmasını istedi ve adını “Uğraşsız” koyarak kendi deseni ile Salim Şengil’e gönderdi. “Uğraşsız”, 1956’da Seçilmiş Hikâyeler dergisinde çıktı. Yazarın hikâye ve yazıları sonraki yıllarda da Ataç, Dost, Dönem, Kitap-lık, Papirüs, Türk Dili, Türkiye Defteri, Yeditepe, Yelken, Yeni a, Yeni Dergi, Yeni Ufuklar gibi dergilerde çıktı. İki yıl Ankara’da yaşayan Erbil çifti, 1957’de İzmir’e yerleşti.

Yazarın ilk öykü kitabı Hallaç 1960’da çıktı. Aynı yıl, yazarın kızı Fatoş dünyaya geldi. Ailece İstanbul’a geri döndüler ve Teşvikiye’ye yerleştiler. Leylâ Erbil, 1961’de kurulan Türkiye İşçi Partisi’ne üye oldu ve partinin Sanat ve Kültür Bürosu’nda görev aldı. Daha sonra 1967’de Zürih’e giden yazar burada bir yıl kaldı ve konsoloslukta kâtip olarak çalıştı. İstanbul’a döndüğünde çeşitli yerlerde çevirmen ve sekreter olarak çalışan yazar, Edebiyatçılar Birliği yönetim kurulunda görev aldı.

Yazar, ikinci öykü kitabı Gecede’yi (1968) Nurer Uğurlu ve Metin Eloğlu’nun da yardımlarıyla, kendisi bastırdı ve Sait Faik Hikâye Armağanı için ödüle gönderdi. Ancak ödül o yıl Orhan Kemal ve Faik Baysal arasında paylaştırıldı. 1969’da arkadaşları Hayati Asılyazıcı, Naci Çelik, Selim İleri, Demir Özlü, ve Fikret Ürgüp ile birlikte Sait Faik’in mezarı başında bir araya gelerek ödüllere katılmama kararı alan Leyla Erbil bir daha hiçbir ödüle katılmadı.

8 Aralık 1969’da Erbil’in babası Hasan Tahsin 74 yaşında iken sirozdan öldü. Erbil, 1970’te genel başkanlığını iki yıl süreyle (1970-1972) Orhon Murat Arıburnu’nun, kurucu ve genel sekreterliğini ise Aydın Hatipoğlu’nun yaptığı Türkiye Sanatçılar Birliği kurucu üyeleri arasında yer aldı. 1971’de yazarın ilk romanı Tuhaf Bir Kadın yayımlandı. Bu kitap, tabuların üstüne gitmesi nedeniyle dedikodulara ve tutucu çevrelerin tepkisini çekti.

Erbil, 1974’te Türkiye Yazarlar Sendikası kurucu üyeleri arasında yer aldı ve Aziz Nesin’in önerisi üzerine, Asım Bezirci ve diğer arkadaşlarıyla birlikte TYS tüzüğünü hazırladı. 1977’de Erbil’in üçüncü öykü kitabı Eski Sevgili yayımlandı. 1980-1981 yıllarında yazarın annesi Emine Huriye Hanım Alzheimer hastalığına yakalandı ve bir süre sonra Göztepe’deki Geriatri Hastahanesi’ne yatırıldı. Annesinin hastalığını “hayatımı altüst eden bir olay” olarak nitelendiren Leylâ Erbil, hastaneye yatırılışından üç yıl kadar sonra 6 Aralık 1984’te annesi Emine Huriye Hanım’ı kaybetti.

Erbil’in 1985’te yayımlanan Karanlığın Günü adlı romanı annesinin hastanede geçirdiği yıllarda yaşadıklarıyla ilgili otobiyografik öğeler taşıdığı gibi Eski Sevgili adlı öykü kitabında yer alan “Bunak” adlı öyküde de annesinin sonradan yakalanacağı hastalığın işaretlerine rastlanır. 1988’de yazarın aşk ahlakının çeşitli boyutlarını irdelediği üçüncü romanı Mektup Aşkları yayımlanmak üzereyken kaybolduğu için son kırk sayfası tekrar yazıldıktan sonra basıldı.

Erbil, 1986’da kaybettiği yakın dostu Tezer Özlü’nün kendisine yazdığı mektupları Özlü’nün vasiyeti üzerine Tezer Özlü’den Leylâ Erbil’e Mektuplar adlı bir kitapta topladı. Kitap, 1995’te basıldı. Aynı yıl 11 Ocak’ta yakın dostu, öykücü, şair, denemeci ve sinemacı Onat Kutlar’ın bombalı bir saldırıda öldürülmesi yazarı oldukça sarstı.

Yazar, 1996’da yıllardır süregelen F-tipi cezaevi ve ölüm oruçları karşısında örnek bir aydın tavrı sergiledir. Ölüm oruçlarının durdurulması için 69. günde (27 Temmuz) Erbil’in kaleme aldığı bildiri, yüz kadar yazar ve şair tarafından da imzalandı ve kamuoyuna duyuruldu. Ayrıca bu sanatçılar ÖDP Beyoğlu ilçe binasında toplanarak ölüm orucu bitene kadar binada kalma ve çeşitli etkinlikler düzenleme kararı aldılar.

1998’de yazarın Zihin Kuşları adlı deneme kitabı çıktı. Zihin Kuşları, yazarın en eskisi 1954 tarihli olmak üzere daha önce çeşitli dergilerde yayımlanmış olan yazılarıyla daha önce yayımlanmamış üç yazısını ve kendisiyle yapılan bir söyleşiyi içerir. Erbil’in yazarlık mesleği, edebiyattaki çalıntı ve taklitler, medya, düşünce özgürlüğü, kadının yeri ve durumu, aşk ve cinsellik gibi çok çeşitli konuları irdelediği yazılarında toplumsal ve siyasî konulara karşı duyarlı yazar tavrı açıkça görülmektedir.

1999’da Leylâ Erbil 18 Nisan seçimleri için ÖDP’den milletvekilliğine aday oldu. Ancak Erbil, seçimi kazanamayacağını bildiği için aday olduğunu, olur da kazanırsa hemen istifa edeceğini de belirtmiştir. Seçimlerden kısa bir süre sonra da Erbil bazı politikalarını anlamadığı ve benimsemediği için ÖDP üyeliğinden ayrıldı.

2000 yılında yazarın ablası Mürvet (Bilgin) Toksöz kansere yenik düştü.

2001’de Mustafa Horasan’ın desenlerini çizdiği yazarın son romanı Cüce yayımlanır ve büyük ilgi çeker. Erbil, 2002 yılında üyesi olduğu Türkiye PEN Yazarlar Derneği tarafından, “Türk diline ve edebiyata egemenliği, yapıtlarında kendine özgü bir dil yaratarak oluşturduğu özel dünya ve bu dünyanın evrenselliği, sanata katkısı olduğu kadar, aynı zamanda sokaktaki insana, hayata ve dünyaya karşı sorumlu bir aydın tavrıyla” Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterildi. Böylelikle Erbil, ülkemizin ilk kadın Nobel adayı oldu.

Leylâ Erbil’in kısa hikâyelerden ve türünü belirlemekte güçlük çektiği yazılardan oluşan ve adını, Sultanahmet Meydanı’ndaki üç başlı ejderha şeklindeki Burmalı Sütun’dan alan kitabı Üç Başlı Ejderha, 2005'in Aralık ayında çıktı. Yazarın Tuhaf Bir Kadın adlı romanı da, Angelika Gillitz-Acar ve Angelika Hoch tarafından Almancaya çevrilerek 2005’te Almanya’da Unionsverlag yayınevinin Türkçe Kitaplığı projesi çerçevesinde Eine Seltsame Frau adıyla yayımlanmıştır.

Şiir-roman niteliği taşıyan Kalan kitabı 2011’de çıktı ve bunu 2013'te Tuhaf Bir Erkek takip etti. 2005’ten sonra ağır bir hastalıkla (Langerhans Cell Histiocytosis) mücadele eden; 2007 yılı itibariyle ise büyük ölçüde iyileşen yazar hâlen Teşvikiye’deki evinde eşi Mehmet Erbil ile oturmakta; yazmadığı vakitleri okuyarak ve dostlarıyla birlikte geçirmektedir.

Kaynakça

  • Karin Schweissgut Individuum und Gesellschaft in der Türkei: Leylâ Erbils Roman Eine Sonderbare Frau (Türkiye’de Birey ve Toplum: Leylâ Erbil’in Romanı Tuhaf Bir Kadın) Doktora tezi, Berlin Üniversitesi, 1999.

Prof. Dr. Abdülbaki Gölpınarlı kimdir?




Abdülbaki Gölpınarlı 12 Ocak 1900 tarihinde İstanbul’da doğdu. Gelenbevi Lisesi’nde okuduğu dönemde babasını kaybetti. Ailesinin geçimini sağlamak için eğitimini yarıda bırakarak çalışmaya başladı. Daha sonra Çorum’un Alaca ilçesindeki Menba-i İrfan İptidai Mektebinde hocalık yaptı. 1922 yılında İstanbul’a dönerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Edebiyat öğretmeni olarak Konya, Kayseri, Balıkesir, Kastamonu İstanbul gibi birçok şehrin lisesinde görev yaptı. Bunun yanında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Farsça okutmanı olarak çalıştı. Öte yandan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde İslam-Türk Tasavvuf Tarihi ve Edebiyatı dersleri verdi. 1945 yılında Türk Ceza Kanunu’na aykırı davrandığı gerekçesiyle tutuklanarak 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. 1949’da kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Abdulbaki Gölpınarlı 25 Ağustos 1982 tarihinde rahatsızlanarak hayatını kaybetti.

ESERLERİ

Melamilik ve Melamiler

Tıp İlmi ve Meşhur Hekimlerin Maharetleri

Yunus Emre Divanı

Fuzuli Divanı

Nedim Divanı

Mevlâna Celaleddin

Mevlânadan Sonra Mevlevilik

Hayyam ve Rubaileri

Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlad-ı Fatihan

Menâkıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli

Alevi Bektaşi Nefesleri

Hafız Divanı

100 Soruda Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar

100 Soruda Tasavvuf

Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin

Hurufilik Metinleri Kataloğu

Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik

Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri

Kur’an-ı Kerîm ve Meali


Metin Serezli kimdir?



12 Ocak 1934 de İstanbul’da doğdu. Lise eğitimini Atatürk Lisesi’de yapmıştır. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü ve Edebiyat Fakültesi Sanat tarihi Bölümlerinde okudu. 3 yıl Fenerbahçe genç takımında futbol oynadı. 1954’de İstanbul Üniversitesi Gençlik Tiyatrosu’nda amatör olarak oyunculuğa atıldı. 1955 yılında “Dormen Tiyatro”sunun ilk oyunu olan “Papaz Kaçtı” komedisi ile profesyonel oldu. Bu güne kadar tiyatrodan hiç kopmadı “Dormen Tiyatro”su “Şan Tiyatrosu”, Altan Erbulak’la birlikte 1971’de kurduğu “Çevre Tiyatrosu” ve son üç yıldır görev aldığı “Tiyatro İstanbul”da 69 oyunda oynadı, 28 oyun ve 5 müzikali yönetti.

Almanya’da dünya üniversitelilerarası tiyatro festivaline katıldı. Erlangen, Bristol ve Avignon festivallerine oyuncu ve Türkiye delegesi olarak katıldı. Bu arada 200 radyo oyununda yönetmen ve oyuncu olarak görev aldı. 50 film çevirdi, birçok Tv dizisinde oyuncu ve sunucu olarak görev yaptı. Televizyon reklamlarında rol aldı.

1955’de başrolünü oynadığı Boş Beşik filmi Almanya’da birincilik kazandı.

Avni Dilligil, Afife Jale, Üniversiteler Birliği, İsmail Dümbüllü ve Lions en iyi oyuncu ödüllerinin sahibi olan Metin Serezli, televizyonda yayınlanan “Olacak O Kadar” programı ve Tiyatro İstanbul’un “Çılgın Haftasonu” adlı komedisinde de oynamıştır. “Zübük”, “Talihli Amele” gibi filmlerde oynadı. Sihirli Annem dizisinde Taci’yi seslendirdi.

Uzun 2,5 yıldır akciğer kanseri tedavisi gören Metin Serezli 10 Mart 2013 tarihinde evinde 79 yaşında hayatını kaybetti.

Ödülleri : En iyi tiyatro yönetmeni ödülü, 1969. Afife Tiyatro Ödülleri; Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Erkek Oyuncusu -Bu Filmi Görmüştüm (1998)

Evlilikleri : 1957 yılında Nisa Serezli ile evlenip ayrıldı, Metin Serezli, 1968 yılında Nevra Serezli ile evlendi ve Murat Serezli (d.1969) ve Selim (d.1973) adlı iki oğlu vardır.

Filmleri : 2011 – Başrolde Aşk (TV Dizisi) 2008 – Ay Işığı 2003 – 2011 – Sihirli Annem 2001 – Son 1996 – Yüzleşme 1995 – Palavra Aşklar 1994 – Çılgın Sonbahar (TV Filmi) 1994 – Beşten Yediye (TV Filmi) 1990 – Darbe 1990 – Alman Avrat’ın Bacısı (Sinema Filmi) 1988 – Necip Fazıl Kısakürek 1987 – Kavanozdaki Adam 1986 – Olacak O Kadar (TV Dizisi) 1986 – Hayat Köprüsü (Sinema Filmi) 1985 – Bugünün Saraylısı (TV Dizisi) 1984 – Nefret 1983 – Metres 1983 – Gecelerin Kadını 1980 – Sarışın Tehlike 1980 – Zübük Yaşar 1980 – Talihli Amele 1980 – Sarışın Tehlike (Sinema Filmi) 1977 – Özgürlüğün Bedeli 1974 – Ceza 1973 – Beddua / Günahsız Kadın 1972 – Sisli Hatıralar Atıf 1972 – Gümüş Gerdanlık Kemal 1972 – Kopuk 1972 – Falcı 1971 – Unutulan Kadın 1971 – Senede Bir Gün 1971 – Son Hıçkırık 1971 – Bütün Anneler Melektir 1971 – Melek mi Şeytan mı? / Asrın Kadını 1971 – On Küçük Şeytan 1971 – Aşk Uğruna 1971 – Hayat Sevince Güzel 1971 – Sürgünden Geliyorum 1971 – Ömrümce Unutamadım- Ömrümce Aradım 1971 – Ayşecik Ve Sihirli Cüceler Rüyalar Ülkesinde 1970 – Ayşecik Sana Tapıyorum 1970 – Yavrum Ali 1970 – Seven Ne Yapmaz 1970 – Şoför Nebahat 1969 – Dağlar Kızı Reyhan 1969 – Yaralı Kalp 1969 – Ayşecik’le Ömercik 1967 – Kuduz Recep 1966 – Damgalı Kadın 1965 – Bozuk Düzen 1965 – Güzel Bir Gün İçin 1960 – Sensiz Yıllar 1958 – Çoban Kızı 1958 – Daha Çekecek miyim? 1958 – Ayşe’nin Çilesi 1958 – Son Saadet

Tiyatro Oyunları : 2009 – Bu Da Benim Ailem : Sandberg+FirnerTiyatrokare 2008 – Kim O : Ray CooneyGene StoneTiyatrokare 2005 – Tepe Taklak : Olivier LejeuneTiyatro İstanbul 2004 – Kaçamak : Gerard LauzierTiyatro İstanbul 2002 – Pembe Pırlantalar : Michael PertweeTiyatro İstanbul 2001 – Çılgın Hafta Sonu : Marc CamolettiTiyatro İstanbul 2000 – Sylvia : A.R.GurneyTiyatro İstanbul 1999 – Hayvanat Bahçesi : Edward Albee 1998 – Aşk (oyun) 1998 – Bu Filmi Görmüştüm, Dormen Tiyatrosu 1995 – Komik Para : Ray CooneyDormen Tiyatrosu 1994 – Muhteşem İkili : Dormen Tiyatrosu 1993 – Beşten Yediye : Dormen Tiyatrosu 1991 – Çılgın Sonbahar : Pierrette Bruno 1985 – Kaç Baba Kaç : Ray CooneyDormen Tiyatrosu 1985 – İkinin Biri : Ray CooneyDormen Tiyatrosu 1966 – Paramparça : Turgut ÖzakmanDormen Tiyatrosu 1965 – Puntila Ağa ile Uşağı Matti : Bertolt BrechtDormen Tiyatrosu 1964 – Almanya’dan Bir Yar Gelir : Dormen Tiyatrosu 1962 – Ayı Masalı : Dormen Tiyatrosu 1962 – Altın Yumruk : Dormen Tiyatrosu – 1961 – Sokak Kızı İrma : Alexandre BreffortMarguerite MonnotDormen Tiyatrosu 1959 – Müfettiş : Nikolay GogolDormen Tiyatrosu 1958 – Zafer Madalyası : Thomas HeggenJoshua LoganDormen Tiyatrosu 1957 – Çikolata Asker : Dormen Tiyatrosu 1956 – Beş Parmak : Peter ShafferDormen Tiyatrosu 1955 – Papaz Kaçtı : Phillip KingDormen Tiyatrosu

Özdemir Nutku kimdir?



Özdemir Nutku, 12 Ocak 1931’de İstanbul’da doğdu. İlkokuldan sonra 1942’de Robert Kolej’e girdi ve hazırlık sınıflarıyla birlikte sekiz yıllık orta eğitimden sonra 1950’de B.A. derecesi ile mezun oldu. 7 yaşında piyanoya başlayan ve 1949 yılında ilk ve son klasik piyano konserini veren Nutku, 50’li yıllarda bir caz kuarteti kurarak caz piyanisti olarak tanındı. Amatör bir müzisyen olan Nutku’nun tiyatroya olan ilgisi kolej yıllarında başladı. Okulun temsil kolunda, amatör olarak çeşitli rollerde oynayan yazar, 1946-1947 döneminde, Kadıköy Süreyya Sineması’nda sahnelenen Franz Lehar’ın Tarla Kuşu operetinde ilk profesyonel rolünü oynadı. 9 Eylül Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Tiyatro Bölümü’nü kuran Nutku, bugüne kadar 37’si tiyatro, 22’si çeviri, 4’ü şiir, 12’si oyun ve uyarlama, 2’si senaryo, 1’i çocuk olmak üzere 78 kitap yazdı ve yayımladı. 9 Kasım 2019'da aramızdan ayrıldı.

Nihal Atsız kimdir?



Sivri dilli üslubuyla tanınan yazar, öğretmen, şair Hüseyin Nihal Atsız’ın hayat hikayesidir.

Atlıyı atından indirecek üslupla yazılar yazan adam, Hüseyin Nihal Atsız.

Arkasından böyle cümleler kurdurtacak kadar dik duruş sergilenmiş bir hayat, kuşkusuz ki çok az insanın başardığı bir yaşam şeklidir. Ne mutlu ki, Hüseyin Nihal bunu başarmış ve umarım ki hayata mutlu veda etmiştir.

Bunca dik duruşun getirdiği bedeller muhakkak ki onun da canını yaktı. Ama anne ve babasının ona sunduklarının üzerine ekleyebildikleriyle, o aslında belli ki kendi gözünden güzel bir hayat yaşadı. Memuriyeti, yazdıkları, övdükleri ve yerdikleriyle o bir bütündü.

Dilerim hayatı boyunca hissettiği her duygunun karşılığını sonsuz yaşadı…

Çocukluğu ve ailesi

Hüseyin, 12 Ocak 1905’te Kadıköy İstanbuL’da Mehmet Nail Bey ve Fatma Zehra Hanım’ın ilk çocukları olarak dünyaya geldi.

Babası Mehmet Nail Bey, Gümüşhane ilinin Torul kazasında bulunan Midi köyünün Çiftçioğulları ailesindendi ve Deniz Güverte Binbaşısı idi. Büyük büyük dedelerinin başlattığı denizcilik, onun da mesleği olmuştu. 1877 ve 1944 yılları arasında yaşayan Mehmet Nail Bey, Osmanlı donanmasına girmiş ve Deniz Kuvvetleri’nden Deniz Güverte Binbaşısı olarak emekli olmuştur.

Annesi Fatma Zehra Hanım ise Trabzon’un Kadığılları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey’in kızı idi.

Mehmet Nail Bey ve Fatma Zehra Hanım severek evlenmiş bir çiftti. Ancak Fatma Zehra 1930’da damar sertliğinden öldü. Babası, Hüseyin ve 2 kardeşi Fatma Zehra Hanım’ın olmadığı bir dünyada kaldılar. Annesini kaybettiğinde Hüseyin, 25 yaşındaydı, ama yine de duygusal adamın hali başkaydı.

Mehmet Nail Bey bir yıl sonra tekrar evlendi. Evlendiği kadının adı, yine Fatma Zehra idi. Bir yıl sonra bir kızları oldu. Ancak iki yıl sonra geçimsizlik sebebiyle ayrıldılar.

Eğitimi hayatı

Hüseyin, ilk öğrenimini neredeyse Kadıköy’de o okuldan bu okula geçerek tamamladı. Orta öğreniminde ise Kadıköy ve İstanbul Sultanileri, yani İstanbul Lisesi’ndeydi. Mezuniyetini tamamladığında Askeri Tıbbiye’ye kayıt oldu.

Askeri Tıbbiye zamanlarında Türkçülük akımının etkisine de girmişti. 3. sınıfa geçmişti ki, Ziya Gökalp’in cenaze töreninin gecesinde bu fikre ters düşen kişilerle bir kavgaya tutuştu. Bugünden yadigar kalan bir anlaşmazlık ile Arap asıllı Mesut Süreyya Efendi adında bir teğmene selam vermediği gerekçesiyle okuldan atıldı. Tarih, 4 Mart 1925’ti.

Bu yaşananların ardından üç ay Kabataş Erkek Lisesi’nde yardımcı öğretmenlik yaptı. Öğrenimine zorunlu olarak verdiği bir sondan sonra tekrar üniversite yollarına dönene kadar bir de Deniz Yolları’na ait Mahmut Şevket Paşa adlı vapurunda Katip muavini olarak çalıştı.


Üniversite eğitimi

Hüseyin, Askeri Tıbbiye’den atıldıktan sonra bir yıl ara verdi ve 1926’da İstanbul Darülfünun Edebiyat Fakültesi Edebiyat Bölümü’ne ve yatılı kısım olan Yüksek Muallim Mektebi’ne kaydoldu. Ancak yine zamanı değildi belli ki. Çünkü bir hafta sonra askere çağırıldı. İstanbul Taşkışla 5. Piyade Alayı’na er olarak gitti.

Askerliği 9 ay sürecekti. Askerlik dönüşünde okul mezuniyeti için çalışmalarına devam etti. Neredeyse başlamadan bırakmak zorunda kaldığı yerden yeniden başlamalıydı.

Arkadaşı Ahmet Naci ile “Anadolu’da Türklere Ait Yer İsimleri” adını verdikleri bir makale hazırladılar ve bu makale Türkiyat Mecmuası İkinci cildinde yayınlandı.

Bu adımları hocası Mehmet Fuad Köprülü’nün dikkatinden kaçmadı. Bu vesileyle Hüseyin, 1930’da Edirneli Nazmi’nin divanı üzerine mezuniyet çalışması yaptı. Aynı yıl mezun oldu.

Not: Hüseyin Nihal Atlı’nın tezi; Divan-ı Türk-i Basit, Gramer ve Lügati, 1930, 111 s, Türkiyat Enstitüsü Mezuniyet Tezi, no.82’dir.

Asistan Hüseyin Nihal

Hüseyin, sonunda mezun olabilmişti. Aynı zamanda Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof. Dr. Mehmet Fuad Köprülü, Yüksek Muallim Mektebi’ni de bitirdiği için liselerde yapması zorunlu olan mecburi hizmetlerden muaf tutulması için elinden geleni yaptı. Bunların sonucunda da Hüseyin’e ilk profesyonel işini verdi. Hüseyin, 25 Ocak 1931’de hocasının asistanı oldu.

Bu dönemler ayrıca yazma merakının iyiden iyiye nüksettiği zamanlardı. İlk profesyonel işinin ardından 15 Mayıs 1931 – 25 Eylül 1932 tarihleri arasında “Atsız Mecmua” yı çıkardı. Hocasıyla yanında “Zeki Velidi Togani, Abdülkadir İnan” gibi isimlerle bir kadro oluşturmuş ve yayın hayatına ilk adımını atmıştı. Bu adım her şeyden öte Cumhuriyet dönemi Türkçülük akımının öncüsü oldu.

Hüseyin Nihal evlendi

Mehpare Hanım 1931’de Darülfünun’un Felsefe Bölümü’nden mezun olduğunda yolları Hüseyin Nihal ile kesişti. Aynı yıl evlendiler.

Bu evlilikten bir çocukları olmadı ve sadece 4 yıl sürebildi. İlk evliliğiydi, ancak son olmayacaktı.

Hüseyin Nihal’in yazım hayatı

Hüseyin Nihal kendini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını kendi dergisi “Atsız Mecmua”da yayınladı. Yazılarını “H. Nihal”, hikayelerini ise “Y.D.” imzasıyla yayınlıyordu. Yazmak onun için kendini ifade etme biçimiydi. Ancak tepkileri üzerine çekecek hareketleri de vardı.

Temmuz 1932’de Ankara’da Birinci Türk Tarih Kongresi toplandı. Dr. Reşid Galib, Prof. Dr. Zeki Velidi Togan hakkında eleştirilerde bulundu. Bu eleştirilere cevaben Hüseyin Nihal, içinde sonradan ikinci eşi olacak olan Bedriye Atsız ve Pertev Boratav’ın da bulunduğu 8 arkadaşı ile “Dr. Galib’e, Prof. Dr. Togan’ın talebesi olmakla iftihar ederiz” yazılı bir telgraf ile protesto etti. Dr. Galib bunun üzerine daha da tepkili olacaktı.

Hüseyin Nihal yazmaya devam ededursun, Dr. Galib 19 Eylül 1932’de Maarif Vekili oldu. Bir süre sonra Mehmet Fuad Köprülü de dekanlıktan ayrıldı. Bunun üzerine Edebiyat Fakültesi Dekanı Ali Muzaffer Bey oldu. Dr. Galib de elindeki hakları kullanmakta gecikmedi. Hüseyin Nihal’in dergisindeki 17. Makaleyi (Darülfünun Kara – Yüz Kızartacak Listesi) sebep göstererek Dekanlığa baskı yaptı ve 13 Mart 1933’te Hüseyin Nihal’in asistanlık görevine son verdi.

Ancak Hüseyin Nihal’in bu duruma karşı tepkisi de fevri oldu. Birkaç gün sonra Edebiyat Fakültesi Dekanını yakalayıp insanların gözü önünde hırpaladı. Bu hadisenin üzerinde fazla durulmadı ve ceza almadı. Ancak görülen o ki, bir daha böyle bir işinin olmama ihtimalini neredeyse kesin kılmıştı.


Hüseyin Nihal’in memuriyet zamanları

Üniversite asistanlığından çıkarılışının ardından Hüseyin Nihal’in tayini Türkçe Öğretmeni olarak Malatya Ortaokulu’na çıktı. Burada sadece Nisan ve Temmuz 1933 ayları arasında görev yaptı. Bir sonraki atamasının yapıldığı yer Edirne Lisesi Edebiyat Öğretmenliği idi. Ancak burada da Eylül – Aralık 1933 zaman aralığı kadar kaldı. Bir süre öğretmenliğine ara verildi.

Edirne’ye geldiği zamanlarda, 5 Kasım 1933, “Atsız Mecmua” nın devamı niteliğinde aylık olarak çıkaracağı Türkçü akımının etkisindeki “Orhun” dergisini yayımladı. Ancak burada da dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Çünkü dergide “Türk Tarih Kurumu”nun çıkardığı, lisede ders kitabı olarak okutulan dört cilt halindeki bu kitaplarda bulduğunu iddia ettiği yanlışlar konusunda ağır eleştirilerde bulunuyordu. Bu sebeple 28 Aralık 1933’te Bakanlık emrine alındı. Dergi de dokuzuncu sayısının yayınlanmasının ardından, 16 Temmuz 1934’te kapatıldı.

Dokuz ay boyunca dergisiyle birlikte Bakanlık gözetiminde kalan Hüseyin Nihal, 9 Eylül 1934’te Türkçe Öğretmeni olarak Kasımpaşa’da bulunan Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’na atandı. İlk kez burada uzun kalabilecekti. 4 yıl kaldı, ancak 4 yılın sonunda 1 Temmuz 1938’de görevinden ihraç edildi.

Artık özel eğitim kurumlarına yönelmişti. 1937 – 1939 yılları arasında Özel Yüce – Ülkü Lisesi’nde görev yaptı. 19 Mayıs 1939 – 7 Nisan 1944 yılları arasında da Boğaziçi Lisesi’nde bulundu. Buradaki görevinde iken Basın ve Yayın Genel Müdürü Selim Sarper’in teşvikiyle “Orhun” dergisini kaldığı 10. Sayıdan itibaren 1 Ekim 1943’te yeniden yayınlamaya başladı. Ancak sadece 7 sayı yayınlanacak ve 1 Nisan 1944’te kapanacaktı.

Hüseyin Nihal ikinci kez evlendi

Hüseyin Nihal, Şubat 1936’da ikinci kez Bedriye Hanım ile evlendi. Çiftin bu evlilikten 4 Kasım 1939’da Yağmur ve 14 Temmuz 1946’da da Buğra adını verdikleri iki oğulları oldu. Ayrıca bir de Kaniye adında evlatlık kızı vardı.

Aslında mutlu ve çocuklu bir evlilikleri vardı. Ancak çift 35 yıllık evliliklerini Mart 1975’te sonlandırdı.


II. Dünya Savaşı dönemi

Hüseyin Nihal haliyle II. Dünya savaşının içinden geçiyordu ve Türkiye’de komünist düşünce ve faaliyetlerin arttığını düşünüyordu. “Orhun” dergisinin Mart 1944’deki 15. Sayısında Şükrü Saraçoğlu’nun 5 Ağustos 1942 meclis konuşmasındaki şu cümlelerine hitaben bir açık mektup yayınladı: “Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir.”

Çok geçmeden bir sonraki ay 16. Sayıda ikinci açık mektubunu da yayınladı. Bu mektubun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i komünistleri kolladığını ileri sürerek istifaya çağırdı. Hatta bu mektup Türkçü düşünceyi destekleyen kişiler arasında büyük bir kaosa sebep oldu. İstanbul ve Ankara’nın öncülüğünde birçok şehir antikonünist gösterilere ev sahipliği yaptı. Hasan Ali Yücel de tüm bu kaosa sebep olan Hüseyin Nihal’in Boğaziçi Lisesi’ndeki görevine 7 Nisan 1944’te son verdi.

Orhun dergisi tekrar kapatıldı

Tüm bu kaosun ışığında Orhun dergisi de zaten en fazla 16. Sayısını görebildi ve Bakanlar Kurulu kararınca ikinci kez kapatıldı. Hüseyin Nihal aleyhinde dava da açıldı, çünkü Sabahattin Ali’ye “vatan haini” diyordu.

Hüseyin Nihal de bu durum üzerine dava için Ankara’ya gitti. Trenden indiğinde istasyonda onu Türkçü gençler karşıladı. Hüseyin Nihal’in aleyhindeki hakaret davasının ilk oturumu 26 Nisan 1944’te yapıldı ve olaylı bir gün oldu. Üniversite öğrencilerinin varlığı belli ki ortamı geriyordu. Bu sebeple 3 Mayıs 1944’te yapılan ikinci oturuma öğrenciler kabul edilmedi. Ancak bu karar öğrencileri yıldırmadı ve kapı önünde yapılan eylemler sonucu birçok sayıda öğrenci gözaltına alındı.

9 Mayıs karar oturumunda Hüseyin Nihal, Sabahattin Ali’ye “vatan haini” dediği gerekçesiyle 6 ay hapis cezasına mahkum edildi. Ancak Hakim “milli tahrik” olduğu görüşüyle cezayı 4 aya indirdi ve erteledi.

Irkçılık – Turancılık davası

1944 yılı 19 Mayıs törenlerinde dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Hüseyin Nihal ve arkadaşlarını ağır bir şekilde eleştiren nutkunu söyledi. Bunun üzerine Hüseyin Nihal ve 34 arkadaşı 1 Numaralı İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılandı. Alparslan Türkeş’in de aralarında bulunduğu birçok önemli isim ifade verdi.

Irkçılık – Turancılık davası adı verilen bu yargılama 7 Eylül 1944’te başladı ve mahkeme haftada 3 gün 65 oturum şeklinde devam etti. 29 Mart 1945 tarihinde mahkeme sonuçlandı. Hüseyin Nihal, 6 yıl 5 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ancak Hüseyin Nihal bu kararın temyizini istedi ve Askeri Yargıtay mahkemenin kararını esastan bozdu.

Sonuçta Hüseyin Nihal, bir buçuk yıl kadar ceza çekti ve 23 Ekim 1945’te tahliye edildi.


Hüseyin Nihal’in işsizlik zamanları

Hüseyin Nihal bir süre işsiz kaldı. Özellikle Ekim 1945 – Temmuz 1949 yılları arasında geçinmek için kitaplarını satmak zorunda kaldı. Hatta öyle ki, yazmaya devam etse de kendi adını kullanarak kitap yayınlayamayacağının dahi farkına varmıştı. Bu sebepten bir süreliğine Türkiye Yayınevi’nde iş bulduğunda Türk – Rus savaşlarını özetlediği kitabı“Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir” i “Sururi Ermete” adlı kişinin kimliği ile yayınladı.

Neyse ki zamanla kaderi yüzüne gülecekti. Sınıf arkadaşlarından Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu Milli Eğitim Bakanı oldu ve böylece işsizliği de sona erdi. Arkadaşının vasıtasıyla 25 Temmuz 1949’da Süleymaniye Kütüphanesi’ne “Uzman” olarak tayin edildi.

Burada görevini sürdürdüğü sıralarda Demokrat Parti iktidara gelmişti. Bu sefer de Hüseyin Nihal, 21 Eylül 1950’de Edebiyat Öğretmeni olarak Haydarpaşa Lisesi’ne atandı. Ancak yazmaya ve konuşmaya devam ediyor, sivri dilinden kaçış mümkün olmuyordu. Ancak şu bir gerçek ki, bir şekilde bir şeylerin bedelini de ödüyordu.

4 Mayıs 1952’de Hüseyin Nihal, Ankara Atatürk Lisesi’nde “Türkiye’nin Kurtuluşu” adlı bir konferans düzenledi. Bunun üzerine Cumhuriyet gazetesi de aleyhine haberleryayınlamakta gecikmedi. Bir adım sonrasında da Bakanlık tarafından hakkında soruşturma açılmıştı. Aslında verdiği konferansın bilimsel olduğu tespit edildi, ama yine de Haydarpaşa Lisesi’ndeki görevinden 13 Mayıs 1952’de “muvakkat” kaydı ile alınarak Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki görevine geri gönderildi.

Hüseyin Nihal emekli oldu

Tüm yaşadıklarının üstüne bu son süreç onu daha da yormuştu. Kütüphanedeki görevine dönüşünden sonra 31 Mayıs 1952’de emekliliğini istedi. Ancak 1 Nisan 1969 tarihine kadar bu kütüphanede çalışmaya devam etti. Bu süre onun en uzun memuriyet zamanını kapsıyordu.

Belli ki durulmuş ya da kitapların içinde olmak ona iyi gelmişti.


Olgunluk dönemi yazarlığı

Ne yaşarsa yaşasın bir şekilde yazmaya ve yazdıklarını yayınlamaya devam etti. 1950 – 1952 yılları arasında haftalık olarak çıkan “Orkun” dergisinde başyazarlık yaptı. Artık daha tecrübeliydi ve daha sağlam adımları vardı. 1962’de kurulan Türkçüler Derneği’nin genel başkanlığını da bu sebepten üstlendi.

1964’te “Ötüken” dergisini yayınlamaya başladı ve ölene kadar da devam edecekti. Elbette bu zaman dilimlerinde bir yandan da Hüseyin Nihal kendi olmaya devam edecekti.

Dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, bir gün Gaziantep’e giderken bir işçinin kendisine kurduğu “İdareciler Araplara toprak veriyor, biz Türklere vermiyor” cümleye karşılık, “Türk topraklarında yaşayan herkes Türk’tür” dedi.

Hüseyin Nihal bu konuyu dergisinde işlemekte gecikmedi. Nisan 1967’de Ötüken’in 40. Sayısından başlayarak “Konuşmalar – I”, “Konuşmalar – II” derken 48. Sayıya kadar bölümlere özel isimler vererek yazmaya devam etti. Bu makalelerde ortak düşünce olarak Marksistlerin Doğu bölgelerde çalışmalar yaptığını iddia ediyordu. Haliyle sonunda hakkında soruşturma açıldı.

İlk aşamada hakkında hiçbir suçlama bulunmasa da, Ankara sokakları Hüseyin Nihal adına hazırlanan bildirgelerle donatılıyordu. En nihayetinde Hasan Dinçer’in Adalet Bakanı olduğu dönemde Bakanlık tahkikat başlatıldı ve Hüseyin Nihal ömrü hayatında bir kere daha mahkeme yüzü gördü.

Dava 6 yıl boyunca devam etti ve uzun duruşmalardan sonra Hüseyin Nihal ve derginin Yazı İşleri Müdürü Mustafa Kavabek’in on beşer ay hapsi istendi. Ancak karar temyiz edildi ve Yargıtay tarafından bozuldu. Fakat mahkeme kararda ısrar etti. Bunun üzerine mahkumiyet kararı kesinleşti.

Hüseyin Nihal hasta oldu

Karar kesinleşmişti, ancak Hüseyin Nihal’in kronik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan şikayetle Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne yatışı yapıldı. Hatta hakkında“cezaevine konulamaz” raporu bile verildi. Ama Adli Tıp sadece 4 aylık bir süreci kabul etti. Bu sebepten rapor “Reviri olan bir cezaevinde kalabilir” olarak yeniden düzenlendi.

Böylece İnfaz Savcılığı 14 Kasım 1973’te Hüseyin Nihal’i evinden aldırarak Toptaşı Cezaevi’ne yerleştirdi. Buradan da Sağmalcılar Cezaevi’ne nakledilecekti.

Kesinleşen 15 aylık cezasını çekmek için artık hapisteydi. Ancak bir grup üniversite hocası ve öğrenciler Cumhurbaşkanlığı’na Hüseyin Nihal’in affedilmesi için başvuruda bulundu. Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk de kendi yetkisini kullanarak Hüseyin Nihal’in cezasını affetti. 22 Ocak 1974’te tahliye olan Hüseyin Nihal böylece sadece 2,5 ay hapiste kalmış oldu.


Hüseyin Nihal öldü

Kasım 1975’te Hüseyin Nihal hasta olduğunu hissederek hastaneye gitti. Ancak yapılan testler sonucunda herhangi bir şey çıkmadı. Oysaki daha önceden birçok şikayetle hastanede yatmışlığı vardı.

10 Aralık 1975’te akşam saatlerinde geçirdiği kalp krizi geçirdi. Ancak gelen doktor enfarktüs olduğunu anlayamadı. Ertesi günün akşamında Hüseyin Nihal bir kriz daha geçirdi ve kalbi dünkü kadar güçlü duramamıştı. Hüseyin Nihal, 11 Aralık 1975’te kalp krizi sebebiyle öldü.

13 Aralık Kurban Bayramı’nın ilk günüydü. İşte bugün Kadıköy Osmanağa Camii’nde kılınan İkindi namazının ardından kılınan cenaze namazı ile cansız bedeni Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.

Şöyle bir anekdot da var cenaze gününden: Cenaze namazının ardından İmam “Merhumu nasıl bilirsiniz?” diye sorduğunda içlerinden Fethi Gemuhluoğlu’nun cevabı olabildiğince yüksek sesle geldi; “Bu musalla taşı, Hüseyin Nihal Atsız kadar gerçek bir er kişiyi az görmüştür, Hoca Efendi.”

Ruhun şad olsun sevgili Hüseyin Nihal Atsız…

Damla Karakuş

Nevit Kodallı kimdir?



12 Ocak 1925'te Mersin'de dünyaya geldi. Beş çocuklu bir ailenin en küçüğü idi. Annesi Giritli bir ailenin kızı olan Melek Hanım, babası Ziraat Bankası müdürü Rıfat Bey'dir. İlk müzik derslerini keman ve viyolensel çalan ağabeyi Hayri Kodallı'dan aldı. Ortaokuldaki müzik öğretmeni İrfan Sermer müzik yeteneğinin gelişmesine katkıda bulundu. Ortaokulu Mersin'de bitiren Nevit Kodallı, 1939 yılında Ankara Devlet Konservatuarı Kompozisyon bölümüne girdi. Necil Kazım Akses ile kompozisyon, Ferhunde Erkin'le piyano, Ernst Preatorius ve Hasan Ferit Alnar'la teori ve müzik tarihi çalıştı. Beste yapmaya konservatuardaki öğrencilik yıllarında başlayan Kodallı'nın bir konserde seslendirilen ilk eseri 1942 yılında konservatuaron son sınıfında iken piyano için yazdığı ve aynı yıl Bülent Arel tarafından seslendirilen 'Ballad''dır. Öğrencilik yıllarında piyanonun yanısıra viyola, alto saksafon ve bağlama çalmayı öğrendi. Ancak asıl çalgısı piyano idi ve ilk bestelerini de piyano için besteledi. 1945 yılında sınıf atlama sınavı için bestelediği 'Yaylı Çalgılar İçin Altılı', ertesi yıl Ankara Radyosu'nda seslendirildi. Öğrenciliği sırasında bestelediği eserler arasında büyük senfoni için 'Do Majör Senfoni' (1946), yedi şiir üzerine yazdığı '7 poem' (1947) adlı eserler yer alır.



Konservatuarın ileri devresini 1947'de bitiren besteci, 1948'de Milli Eğitim Bakanlığı'nın açmış olduğu Avrupa Konkuru'nu birincilikle kazandı ve devlet bursuyla Fransa'ya gönderildi. Paris'te Ecole Normale'de Musique'de Arthur Honegger'in kompozisyon, Jean Fornet'nin orkestra şefliği öğrencisi olarak çalışan Kodallı, ayrıca Nadia Boulanger'den özel dersler aldı. Paris'te çok verimli bir dönem geçiren Kodallı'nın 1946'da bestelediği orkestra suiti, 1948'de Prag Senfoni Orkestrası tarafından seslendirildi. Paris'te tamamladığı '1. Senfoni', 1950'de Ankara'da Cumhur Filarmoni Orkestrası tarafından, 1949'da yine Paris'te şan ve piyano için bestelediği 'Pastiches' (Benzetmeler) adlı eseri Aydın Gün tarafından Paris Radyosu'nda, 'Yaylı Çalgılar için Sinfonietta' adlı eseri 1950'de Darmstad Opera Orkestrası tarafından seslendirildi. Hocası Ferhunde Erkin'e ithaf ettiği piyano eserini 1950 yılında tamamlayan besteci, Atatürk için bir oratoryo besteleme düşüncesi ile konservaturda edebiyat öğretmeni olan Cahit Külebi'den bir oratoryo metni istedi. Paris´teki öğrencilik döneminin sonunda kendisine ulaşan metni bestelemeyi 1951 sonlarında tamamladı.



Kodallı, 1953 yılında Türkiye'ye döndü ve Ankara Devlet Konservatuarı'nda kompozisyon öğretmenliğine getirildi. O yıl, Atatürk'ün naaşının Etnografya Müzesi'nden Anıtkabir'e nakli törenlerinde Cahit Külebi'nin bir şiiri üzerine bestelediği Atatürk Oratoryosu ilk kez seslendirildi. 1994 yılında kadar görev yaptığı konservatuarda öğretmen olarak çağdaş Türk kompozitörlerden Doç.Turgay Erdener başta olmak üzere bir çok ünlü bestecinin yetişmesini sağladı. 1989 - 1993 arasında okulun müzik ve müzikoloji bölümü başkanlığı yaptı. 1954 yılında Yapı Kredi Bankası'nın açtığı yarışmayı şan ve piyano için bestelediği '2 Lied' adlı eseri ile kazandı. Aynı yıl Orhan Asena'nın Gılgamış Destanı'ndan esinlenerek yazdığı, Cüneyt Gökçer'in sahneye koyduğu 'Tanrılar ve İnsanlar' adlı tiyatro eserine sahne müziği yazdı. O yıl ayrıca Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde orkestra şefi olarak görev yaptı. 1955 yılında Ankara Devlet Konservatuarı'ndaki görevinden geçici olarak izin aldı ve Ankara Devlet Tiyatrosu'nda çalışmaya başladı. Bu kurumdaki görevi sırasında 250'yi sahne müziği yazarak bunların seslendirilmesini üstlendi. Bu çalışmalar ona opera bestelemek için gerekli deneyimi kazandırdı.



1955 - 1991 yılları arasında Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde orkestra şefliği yaptı. Operada idari görevler de aldı. 1971 - 1981 yılları arasında Devlet Balesi'nde yönetmenlik yaptı. Besteci, ilk özgün operası Van Gogh'u 1956'da tamamladı. Eser, 1957'de sahnelendi. 1958'de Antigone adlı tiyatro eseri için bale-pandomim müziği yazdı; ancak eser sahnelenmedi. 1960 yılında Olcay Şıhman ile evlendi. Bu evlilikten Nihat (1962) ve Murat (1967) adlı iki oğlu dünyaya geldi. Nihat Kodallı tıp doktoru olurken, Murat Kodallı babası gibi meslek olarak müziği seçti. Gılgamış Operası´nı 1960 yılında bestelemeye başlayan Kodalı, 1963 yılında eseri tamamladı; 1964 yılında ilk sahnelenişi gerçekleşti.



1967'de tekrar çalgı müziğine yöneldi. 'İkinci Yaylı Sazlar Kuvarteti''ni ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın siparişi üzerine 'Telli Turna Suiti''ni besteledi. 'Ebru' adlı piyano kanteti (1971), 'Anıtkabir' ve 'Sultanahmet' adlı ses ve ışık gösterileri için müzikler (1972), 'Güzelleme Suiti' (1973), 'Cumhuriyet Kantatı' (1973), 'Hürrem Sultan Balesi' (1976) , 'Viyolensel Konçertosu' (1983) çalgı müziği alanındaki başlıca yaratılarıdır. 1981 yılında Devlet Sanatçısı ünvanı verilen Nevit Kodallı, 1985 yılında profesörlüğe yükseldi. 1980 yılından itibaren Çukurova Üniversitesi bünyesinde Kompozisyon Bölümü Kurulması için çabaladı ve 1989'da bölümün açılmasını sağladı. Aynı yıl Ankara'da Polifonik Korolar Derneği´ni kurdu.



Emekli olduktan sonra Mersin'e yerleşerek Çukurova Devlet Konservatuarı'nda dersler verdi ve Mersin Filarmoni Derneği'nin danışmanlığını yaptı. Sanatçı, 1997'de Sevda-Cenap And Vakfı tarafından 'Onur Ödülü Altın Madalyası' ile ödüllendirildi. Erdoğan Okyay tarafından hakkında ´Nevit Kodallı: Türkülerden Orotaryoya' (1998), Evin İlyasoğlu tarafından Mersin'den Yükselen Çağdaş Bir Ses: Nevit Kodallı adlı kitap yazılmıştır. 01 Eylül 2009´da kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetti.



Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page