top of page
Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Enver Paşa, Talat Aytemel, Sabri Berkel, Murteza Çelikel, Elife Hazin Güran, Ahmet Erhan



Bugün 4 Ağustos. Enver Paşa, Talat Aytemel, Sabri Berkel, Murteza Çelikel, Ahmet Erhan'ın ölüm yıldönümleri.

Türkiye Radyolarının Başspikerlerinden Elife Hazin Güran Selçikoğlu 3 Ağustos 2021'de, Yazar, sinema eleştirmeni, gazeteci Cüneyt Cebenoyan da 3 Ağustos 2019 tarihinde ayrıldı aramızdan.

BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla anıyoruz.



Enver Paşa kimdir? (1881-1922) İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin liderlerinden, Osmanlı Harbiye Nâzırı.


Asıl adı İsmâil Enver’dir. İstanbul’da Divanyolu’nda doğdu. Doğumu ile ilgili olarak Türkçe ve Almanca otobiyografilerinde farklı tarihler verilmektedir (23 Kasım 1881 Çarşamba, 6 Aralık 1882 Çarşamba). Ailesi Manastırlı olup babası, önceleri Nâfia Nezâreti fen memurluğu yapan, daha sonra surre emini olan ve sivil paşalık rütbesine yükselen Ahmed Bey, annesi Ayşe Hanım’dır. Küçük yaşta gösterdiği aşırı istek sebebiyle henüz üç yaşında iken ibtidâî mektebine kaydedildi. Ardından Fâtih Mekteb-i İbtidâîsi’ne girdi. Bu okulun ikinci sınıfında iken babasının Manastır vilâyeti Nâfia fen memurluğuna tayini üzerine öğrenimine bu şehirde devam ettikten sonra yine aynı yerde askerî rüşdiye ve askerî idâdî tahsilini tamamlayarak Mekteb-i Harbiyye-i Şâhâne’ye girdi. Daha o sıralarda, yüksek okullarda yaygın olan II. Abdülhamid aleyhtarı propagandadan etkilendiği otobiyografisinden anlaşılan Enver Bey, Mekteb-i Harbiyye-i Şâhâne’yi dokuzuncu olarak bitirip erkânıharp sınıfı için ayrılan kırk beş kişilik kontenjan içerisine girmeyi başardı. Erkânıharp eğitimi sırasında bir defa Yıldız Sarayı’na götürülerek sorgulandıysa da hüküm giymedi. Ancak bu dönemdeki İttihat ve Terakkî Cemiyeti faaliyetlerine katılmadığı kesindir. Sınıf ikincisi olarak okuldan mezun olduktan sonra 1903 yılı Ocak ayında erkânıharp yüzbaşısı rütbesiyle Manastır’daki 13. Seyyar Topçu Alayı’na tayin edildi. Bu esnada Bulgar çetelerinin takip ve tenkili için yapılan harekâta katıldı. 1903 yılı Eylülünde Koçana’da bulunan 20. Piyade Alayı’nın birinci bölüğüne, bir ay sonra da 19. Piyade Alayı’nın birinci taburunun birinci bölüğüne nakledildi. Nisan 1904 tarihinde Üsküp’teki 16. Süvari Alayı’nda görevlendirildi. Aynı yılın ekim ayında İştip’teki alaya giden Enver Bey iki ay sonra “sunûf-ı muhtelife” hizmetini tamamlayarak Manastır’daki karargâha geri döndü. Burada erkânıharp dairesinin birinci ve ikinci şubelerinde yirmi sekiz gün çalıştı, ardından Manastır Mıntıka-i Askeriyyesi Ohri ve Kırçova mıntıkaları müfettişliğine tayin edildi. 7 Mart 1905’te kolağası oldu. Bu görevi sırasında Bulgar, Rum ve Arnavut çetelerine karşı girişilen askerî harekâtta üstün başarılar gösterdiğinden dördüncü ve üçüncü Mecîdî, dördüncü Osmânî nişanları ve altın liyakat madalyası ile ödüllendirildi; 13 Eylül 1906 tarihinde fevkalâde olarak binbaşılığa yükseltildi. Bulgar çetelerine karşı yürüttüğü faaliyet onun üzerinde milliyetçilik fikirlerinin etkili olmasında rol oynadı. Bu ay içinde Selânik’te kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne on ikinci üye olarak katıldı. Manastır’a dönüşünde cemiyetin buradaki teşkilâtını kurma faaliyetinde bulundu. Bu faaliyetleri, Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile merkezi Paris’te olan Osmanlı Terakkî ve İttihat Cemiyeti’nin birleşmesi ve ilk örgütün Osmanlı Terakkî ve İttihat Cemiyeti Dahilî Merkez-i Umûmisi adını almasından sonra daha yoğun olarak sürdürdü. Terakkî ve İttihat Cemiyeti tarafından başlatılan ihtilâl ve suikast girişimlerine katıldı. Faaliyetinin ihbar edilmesi üzerine İstanbul’a davet edildi. Ancak 24 Haziran 1908 akşamı dağa çıkarak ihtilâlde öncü rolü oynadı. Tikveş’teki örgütleme faaliyetinden sonra 21 Temmuz 1908’de Köprülü’ye geçen Enver Bey, 23 Temmuz 1908 tarihinde II. Abdülhamid’in Meclis-i Meb‘ûsan’ı yeniden toplantıya çağıran iradesi sonrasında Selânik’e giderek bu şehirdeki kutlamalara katıldı. Dağa çıkan subaylar arasında en kıdemlisi olduğundan ve Kolağası Niyazi Bey ile beraber en önemli faaliyeti gerçekleştirdiğinden bir anda “kahramân-ı hürriyet” haline geldi ve bu tarihten itibaren yeniden Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti adını kullanmaya başlayan örgüt içindeki askerî kanadın önde gelen isimlerinden biri oldu. 23 Ağustos 1908’de Rumeli Vilâyâtı Müfettişliği refakatine verilen Enver Bey, 5 Mart 1909’da 5000 kuruş maaşla Berlin askerî ataşesi olarak görevlendirildi. Çeşitli aralıklarla iki yılı aşkın bir süre devam eden bu görev Almanya’nın askerî durumuna ve sosyal yapısına büyük hayranlık duymasına yol açtı ve onu tam bir Alman hayranı haline getirdi. 31 Mart Vak‘ası üzerine geçici olarak yurda dönen Enver Bey İstanbul’da Hareket Ordusu’na katıldıktan sonra tekrar Berlin’e gitti. 12 Ekim 1910 tarihinde Birinci ve İkinci Ordu manevralarında hakem olarak görev yapmak üzere yeniden İstanbul’a geldi ve kısa bir süre sonra geri döndü. Mart 1911’de İstanbul’a çağrılan Enver Bey, 19 Mart 1911’de görüştüğü Mahmud Şevket Paşa tarafından Makedonya’daki çete faaliyetlerine karşı alınacak tedbirleri denetlemek ve bu alanda bir rapor hazırlamak üzere bölgeye gönderildi. Enver Bey dolaştığı Selânik, Üsküp, Manastır, Köprülü ve Tikveş’te bir yandan çetelere karşı alınacak tedbirler üzerinde çalışırken öte yandan İttihat ve Terakkî Cemiyeti ileri gelenleriyle görüştü. 11 Mayıs 1911 tarihinde İstanbul’a döndü. 15 Mayıs 1911’de Sultan Mehmed Reşad’ın yeğenlerinden Nâciye Sultan ile nişanlandı. 27 Temmuz 1911’de Malisör isyanı sebebiyle İşkodra’da toplanan İkinci Kolordu’nun erkânıharp reisi olarak Trieste üzerinden İşkodra’ya gitmek üzere İstanbul’dan ayrıldı. 29 Temmuz’da ulaştığı İşkodra’da Malisör isyanının bastırılması İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin Arnavut üyeleriyle olan meselelerinin hallinde önemli rol oynadı. Daha sonra Berlin’e geçtiyse de İtalyanlar’ın Trablusgarp’a saldırmaları üzerine yurda döndü. 3 Eylül 1911 tarihinde Selânik’te yapılan İttihat ve Terakkî Cemiyeti merkez-i umûmî toplantısında İtalyanlar’a karşı bir gerilla savaşı yürütülmesi fikrini savunan Enver Bey bu görüşünü diğer örgüt üyelerine de kabul ettirdi. 8 Ekim 1911’de padişah ve hükümet yetkilileriyle görüştükten sonra İskenderiye’ye gitmek üzere 10 Ekim 1911’de İstanbul’dan ayrıldı. Mısır’da ileri gelen Arap liderleriyle çeşitli temaslar kurup 22 Ekim’de Bingazi’ye hareket etti. Çölü geçerek 8 Kasım’da Tobruk’a ulaştı. 1 Aralık 1911’de Aynülmansûr’da askerî karargâhını kurdu. İtalyanlar’a karşı yapılan muharebe ve gerilla harekâtında büyük başarılar elde etti. 24 Ocak 1912’de resmen Umum Bingazi Mıntıkası kumandanlığına getirildi. 17 Mart 1912 tarihinde bu görevine ilâveten Bingazi mutasarrıflığına tayin edildi. 10 Haziran 1912’de kaymakam oldu. Kasım 1912 sonlarında Balkan Savaşı’na katlmak üzere Bingazi’yi terkederek tebdilikıyafetle İskenderiye’ye, oradan da bir İtalyan gemisiyle Brindisi’ye gitti. Viyana üzerinden İstanbul’a dönen Enver Bey, 1 Ocak 1913 tarihinde Onuncu Kolordu Erkân-ı Harbiyye reisliğine tayin edildi. Kâmil Paşa hükümetinin barış antlaşması imzalanması yolundaki çabaları aleyhindeki İttihat ve Terakkî eylemlerinde öncü rol oynadı. 10 Ocak 1913’te Nâzım Paşa ile görüşen Enver Bey, Harbiye nâzırı ile Kâmil Paşa’nın istifaya zorlanması ve yerine savaşa devam edecek bir hükümetin kurulması konusunda anlaşmaya vardı. Daha sonra bu fikri, Kâmil Paşa’nın görevde kalmasını isteyen Sultan Mehmed Reşad’a da kabul ettirmeye çalıştı. Enver Bey ile İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin ileri gelenleri 23 Ocak 1913 tarihinde Bâbıâli Baskını’nı gerçekleştirdiler. Enver Bey öncü rol oynadığı bu hükümet darbesinde Kâmil Paşa’ya istifanâmesini imzalattı. Ardından padişahı ziyaret ederek Mahmud Şevket Paşa’nın sadârete getirilmesini sağladı. Ancak Edirne’yi kurtarmak amacıyla yapılan bu eylem sonrasında, planlanmasında Enver Bey’in de görev aldığı askerî harekâtın başarısızlığı ve Edirne’nin Bulgarlar’a terki İttihat ve Terakkî’yi çok zor duruma düşürdü. 12 Haziran 1913’te Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesinden sonra ülke yönetimine fiilen el koyan İttihat ve Terakkî içindeki askerî kadronun da lideri haline gelen Enver Bey hayatî kararların alınmasında etkili oldu. II. Balkan Savaşı sırasında 22 Temmuz 1913’te Edirne’ye girişi toplum nezdindeki prestijini daha da arttırdı. 15 Aralık 1913’te miralay, 3 Ocak 1914’te mirlivâ, aynı tarihte Ahmed İzzet Paşa’nın yerine Harbiye nâzırı oldu. Büyük eleştirilere rağmen gerek kamuoyundaki yüksek prestiji gerekse İttihat ve Terakkî’nin fiilî gücü sayesinde çok genç yaşta ve hızlı terfi sonucu bu makamı elde etmiştir. 8 Ocak 1914 tarihinde aynı zamanda Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye reisliği görevini de üstlenen Enver Paşa yeni görevinde büyük bir gayretle, I. Balkan Savaşı’nda bozguna uğrayan Osmanlı ordusunun yeniden düzenlenmesine çalıştı. II. Abdülhamid döneminin yaşlı paşalarının tamamına yakın bir kısmı emekli edildi ve genç subaylar orduda önemli görevlere getirildi. Enver Paşa’nın maiyetinde çalışmış olan İsmet İnönü ve Kâzım Karabekir gibi subaylar onun bu çabalarının başarılı olduğunu kabul ederler. Enver Paşa’nın bu düzenlemesi bir anlamda Cumhuriyet’in kuruluşunda önemli rol oynayan askerî kadronun da Osmanlı ordu teşkilâtında yükselmesini sağladı. Enver Paşa, Harbiye nâzırlığı sırasında “enveriye” adı verilen askerî başlıklar ve aynı adla anılan, sesli ve sessiz harflerin her birinin ayrı yazılması ile uygulanan bir yazı biçimi gibi yenilikler yaptı. 5 Mart 1914 tarihinde Nâciye Sultan ile evlenen Enver Paşa, İttihat ve Terakkî Cemiyeti tarafından Almanya ile ittifak anlaşması sağlamak için girişimlerde bulunmak üzere görevlendirildi. Enver Paşa’nın ilk girişim ve teklifleri Alman İmparatorluğu’nun İstanbul büyükelçisi Hans von Wangenheim tarafından reddedildi. Daha sonra Avusturya-Macaristan yetkililerinin de baskıları ile Wangenheim’ın ve Şansölye Betmann-Hollweg’in itirazlarına rağmen Kayser II. Wilhelm’in şahsî emriyle 2 Ağustos 1914 tarihli ittifak anlaşması imzalandı. Genel kanaatin aksine, ittifak anlaşması talebi Almanlar’dan gelmediği gibi bu alanda ittifaka yanaşmamakta uzun süre direnen de Alman İmparatorluğu olmuştur. Dolayısıyla Enver Paşa’nın Osmanlı Devleti’ni bir oldubitti sonucunda Almanlar’la ittifak anlaşması imzalamaya zorladığı tezi doğru değildir; ayrıca hiçbir büyük Avrupa devleti tarafından ittifak sistemine dahil edilmeyen Osmanlı Devleti’nin Alman ittifakını sağlaması gerektiği konusunda İttihat ve Terakkî liderlerinin tamamı aynı kanaati taşıyordu. Enver Paşa’nın arkadaşlarından ayrıldığı taraf, ittifak anlaşmasının savaşa girmek zorunda bırakmadığı Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın yanında savaşa girmesini arzulamasıydı. 10 Ağustos 1914 günü Çanakkale önüne gelen Goeben ve Breslau adlı Alman savaş gemileri peşlerindeki İngiliz gemilerinden kaçabilmek için giriş izni isteyince kendisiyle görüşen Kress von Kressenstein’in talebiyle Enver Paşa re’sen verdiği bir emirle gemilerin içeri alınmasını ve eğer takip etmek isterlerse İngiliz gemilerine ateş açılmasını emretti. Takip ettiği tarafsızlık politikası alanında Osmanlı Devleti’ni çok zor durumda bırakan bu karardan sonra da Enver Paşa Almanya lehine savaşa girilmesi yolundaki baskılarını sürdürdü. Olayları yaşayan bazı subaylar, 22 Ekim 1914’te Enver Paşa’nın Amiral Souchon’a Karadeniz’deki Rus donanmasına saldırılması için şifahî emir verdiğini iddia etmektedirler. Ancak bu konuda yazılı bir emir 25 Ekim 1914’te Enver Paşa tarafından amirale gönderilmişti. 29 Ekim 1914 günü Karadeniz’e manevra gerekçesiyle çıkan Osmanlı donanmasının Rus Çarlığı liman ve gemilerine saldırısı sonrasında Enver Paşa, müttefiklere tazminat ödenerek tarafsızlığın korunması fikrini savunan hükümet üyelerine karşı savaşa giriş tezinin en hararetli savunucusu oldu. Savaşa girilmesinden sonra Enver Paşa Harbiye nâzırı olarak askerî harekâtın yönetimini de ele aldı. Ancak kendisinin tamamen bir Alman kuklası olup onların isteklerini yerine getirmeye çalıştığı şeklindeki görüşler doğru değildir. Bizzat Alman belgeleri, Enver Paşa’nın çeşitli hususlarda Alman askerî yetkilileriyle çatıştığını göstermektedir. Enver Paşa’nın I. Dünya Savaşı sırasındaki fiilî tek kumandası Kafkas cephesinde olmuştur. 1 Kasım 1914’te Osmanlı-Rus sınırını tecavüz eden Ruslar 4 Kasım’da Köprüköy’e gelmişler, Enver Paşa da 3-4 Kasım tarihinde Osmanlı ordusuna ilerleme emri vermiştir. Cepheye giden Enver Paşa, ileri harekâta derhal girişilmesi fikrine karşı çıkan Hasan İzzet Paşa’yı görevinden aldı ve 18 Aralık’ta ileri harekâtı başlattı. Maiyetindeki kumandanların itirazlarına rağmen ileri harekâtı ağır kış şartları altında sürdüren Enver Paşa, Sarıkamış Harekâtı olarak anılan bu harekâtta 90.000 kişilik ordu mevcudunun çok büyük bir bölümünün Allahüekber dağlarında donarak ölmesi veya Ruslar tarafından öldürülmesi üzerine 10 Ocak 1915’te cepheyi terkederek İstanbul’a döndü. Bunun dışında savaş sırasında aktif cephe görevi yapmamış olan Enver Paşa’nın prestiji söz konusu bozgun sebebiyle sarsıldı. 14 Ekim 1918 tarihinde Talat Paşa kabinesinin istifası ile Enver Paşa’nın da Harbiye nâzırlığı sona erdi ve 1-2 Kasım 1918’de İttihat ve Terakkî’nin diğer yedi lideriyle birlikte Arnavutköy’den bir Alman denizaltısına binerek Odesa’ya kaçtı. Ülkeyi terkettikten sonra 1 Ocak 1919 tarihli irade ile askerlikten tardedildi. Enver Paşa’nın ülkeyi terkinden önce Sadrazam Ahmed İzzet Paşa’ya yazdığı mektupta kullandığı ifadeler, onun Azerbaycan’da müstakil bir Türk hükümeti kurmaya çalışacağı intibaını uyandırmaktaydı. Nitekim Kırım’da Berlin’e giden arkadaşlarından ayrılarak amcası Halil Paşa ve kardeşi Nuri Bey’in denetiminde bulunan Kafkasya’daki ordu birliklerine ulaşmak üzere oraya hareket etti. Ancak kayalara bindiren takanın batması sonucunda bunu gerçekleştiremediği gibi bölgedeki birliklerin etkisiz hale getirilerek kumanda heyetinin tutuklandığını öğrenince de Berlin’e gitmeye karar verdi. Nisan 1919’da Berlin’e gidip Babelsberg semtine yerleşti ve Almanya’da yeniden teşkilâtlanmaya çalışan İttihat ve Terakkî’nin faaliyetinde rol oynadı; ayrıca İngilizler’le de çeşitli pazarlıklarda bulundu, fakat bu alanda bir anlaşma sağlanamadı. Eski arkadaşı Hans von Seect aracılığıyla, Enver Paşa Talat Paşa ile birlikte 1919 Ağustos ayı sonunda Bolşevik liderlerinden Karl Radek’i tutuklu bulunduğu hücresinde ziyaret etti. Radek İttihat ve Terakkî’nin bu iki liderini Moskova’ya davet etti. 10 Ekim 1919 tarihinde Mehmed Ali Sâmi takma adı ve Rusya’daki Türk Hilâliahmer temsilcisi bir doktor kimliğiyle uçakla Berlin’den Moskova’ya hareket eden Enver Paşa, 13 Ekim’de Königsberg’e ve 15 Ekim’de Shiaulai’ye (Litvanya) vardı. Daha sonra Abeli’ye iniş yapan uçak yolcuları Litvanya yetkilileri tarafından gözaltına alındılar ve Kaunas’a gönderildiler. Enver Paşa Kaunas’taki hapishanede iki ay geçirdikten sonra tekrar Berlin’e döndü. Bu sırada hapisten çıkan Radek’in talebi üzerine bazı İttihat ve Terakkî liderleri Moskova’ya hareket ettiler ve 27 Mayıs 1920 tarihinde burada buluştular. Berlin’de kalan Enver Paşa da çeşitli temaslardan sonra Altman adına düzenlenmiş sahte belgelerle yola çıktı. Ancak uçağı yine zorunlu iniş yapınca tekrar yakalandı ve Riga Hapishanesi’ne götürüldü. Burada komünist bir Alman yahudisi olarak muamele gören Enver Paşa tekrar serbest bırakıldı. 1920 Ağustos ayının başında üçüncü defa Berlin’i terkeden Enver Paşa Stettin, Königsberg, Minsk ve Smolensk üzerinden 16 Ağustos tarihinde Moskova’ya ulaştı. Burada gayet iyi karşılandı ve Kremlin’in büyük duvarına bakan Sofiskaia Naberezhnaya semtindeki bir konukevine yerleştirildi. Enver Paşa eski İttihatçı arkadaşları ve Orta Asya’dan gelen temsilcilerle görüştü. Ayrıca Çiçerin, Radek, Zinoviev ve Lenin ile görüşmeler yaptı ve Sovyet-Alman temaslarında arabuluculuk görevini üstlendi. Berlin’den Moskova’ya gelmesinde yardımcı olan eski arkadaşı Hans von Seect’e yazdığı 25 ve 26 Ağustos tarihli iki mektuba göre, Troçki ve temsilcisi E. M. Skliansky ile yaptığı görüşmelerde Anadolu hareketine silâh yardımında bulunulmasını istedi ve söz dahi aldı. Yine Sovyetler’in desteğiyle İslâm İhtilâl Cemiyetleri İttihadı adında bir örgüt kuruldu. Enver Paşa, 1-8 Eylül 1920 tarihinde Bakü’de gerçekleşen Doğu Halkları Kongresi’ne Libya, Tunus, Cezayir ve Fas’ı temsilen katıldı. Ankara hükümeti de kongrede İbrâhim Tâli (Öngören) tarafından temsil edildi. Ancak bu kongre önemli sonuçlar doğurmadı. Sovyetler’in ihtilâlci grupları değil Mustafa Kemal, Rızâ Şah, Çang-Kay-Şek, Emânullah Han gibi tarafsız liderlerin yönetimlerini destekleme kararı Enver Paşa’nın işini zorlaştırdı. Ekim 1920 başlarında yeniden Berlin’e döndü ve lüks Grünewald semtine yerleşti. Daha sonra İsviçre’ye giden Enver Paşa burada Hakkı Paşa ile görüşerek Rusya’dan Anadolu’ya askerî yardım göndermek üzere bir gizli teşkilât kurmaya karar verdi. Komitede H. von Seect’in eski yaveri Binbaşı Fischer ve Alman Harp Bakanlığı’nda askerî teçhizat sorumlusu Yüzbaşı Kress de bulunmaktaydı. Ancak Moskova’dan gerekli maddî yardım sağlanamadı. Halil Paşa’nın Enver Paşa’ya yazdığı 4 Kasım 1920 tarihli mektuba göre bu alandaki yeni talepler de Karahan tarafından reddedildi. Enver Paşa 1921 Şubatı sonunda yeniden Moskova’ya gitti ve burada Çiçerin ve yeni Ankara hükümeti temsilcisi Bekir Sami Bey ile çeşitli görüşmeler yaptı. 16 Temmuz 1921’de Mustafa Kemal Paşa’ya uzun bir mektup yazarak kendisinin faaliyetleri hakkındaki şikâyetlere ve Anadolu hareketine el koyma iddialarına karşı çıktı. 30 Temmuz’da Ankara’ya yönelik Yunan saldırısı başladığında Enver Paşa diğer İttihatçı liderlerle birlikte Anadolu’ya geçme fikriyle Batum’a gitti. Bu sırada Trabzon’daki Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti de açıkça onu destekliyordu. 5 Eylül’de burada yapılan ve Halk Şûralar Fırkası toplantısı olarak ilân edilen İttihatçı toplantısında Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, İttihatçı sürgünlerle soğuk ilişkilerin sona erdirilmesi için başvuruda bulunulması kararlaştırıldı. Ancak Sakarya zaferi Enver Paşa’nın planlarının bir defa daha bütünüyle değişmesine yol açtı. Bakü’yü terkeden Enver Paşa Tiflis, Aşkābâd ve Merv’e uğradıktan sonra Ekim 1921 tarihinde kendisine refakat eden Teşkilât-ı Mahsûsa eski liderlerinden Kuşçubaşı Hacı Sami ve diğer bazı İttihatçılar’la birlikte Buhara’ya gitti. 8 Kasım’da Türk subaylarla birlikte tekrar yola çıktı ve 19 Kasım’da Akbulağ, 21 Kasım’da Başçardak kışlağına ve 24 Kasım’da Gurgantepe’ye ulaştı. Burada Cedîdci aleyhtarı Lakay İsmâil Bey’in esiri durumuna geldi. Şubat 1922 sonunda buradan kurtulan Enver Paşa Ruslar’a karşı savaşan Basmacılar’ı örgütlemek için tekrar Duşanbe ilerisindeki kışlaklara gitti. 24 Temmuz’da Ruslar’ın Duşanbe’yi alması üzerine geri çekilerek Satılmış kışlağına vardı. Buradan Belcuvan bölgesindeki Âbıderyâ köyüne geçti ve son karargâhını burada kurdu. 4 Ağustos 1922’de karargâhta düzenlenen kurban bayramı töreninde maiyetinde kalan askerlerle bayramlaşırken âni bir Rus baskınına uğradı; yanındaki otuza yakın atlı ile yöneldiği Çegan tepesi mevkiinde giriştiği çarpışmada ön safta vuruşurken öldürüldü.



Enver Paşa’nın eşyaları müfreze kumandanı Kulikof tarafından Taşkent’e gönderildi. Bu eşyalar daha sonra Moskova’daki askerî müzeye nakledildi. Cenazesi Âbıderyâ köyünde toprağa verildi. Enver Paşa’nın siyasî ve askerî kariyeri hakkında değişik ve birbiriyle çelişen yorumlar yapılmıştır. 1908 ihtilâlinde oynadığı rol, Trablusgarp Harbi’ndeki başarıları sebebiyle kamuoyunda büyük prestij kazanan Enver Bey’in aleyhine Mondros Mütarekesi’nin ardından bir kampanya başlatılmış, 1922 sonrasında ise yeni rejim Enver Paşa ve arkadaşlarını gereksiz yere I. Dünya Savaşı’na girilmesinden sorumlu tutmuş, Mütareke dönemi faaliyetleri de maceracılık olarak yorumlanmıştır. Belirli dönemlerde lehine ve aleyhine yoğun yayın yapılması, Enver Paşa hakkında objektif bir değerlendirmede bulunulmasını güçleştiren temel sebebi oluşturur. Yetiştiği dönemin Osmanlı zâbitânı içinde kendini geliştiren Enver Paşa Makedonya’daki çete savaşlarında gösterdiği başarılarla sivrilmiştir. 1908 hareketinde öncü rolü onu halk kahramanı mertebesine getirdiği gibi İttihat ve Terakkî Cemiyeti içindeki durumunu da güçlendirmiş, 1913 Bâbıâli Baskını’ndan itibaren gerek bu örgütün askerî kanadının gerekse Teşkîlât-ı Mahsûsa’nın lideri haline gelmiştir. Bu dönemde kendi kaleminden çıkan mektuplar, Enver Paşa’nın Fransızca ve Almanca’yı iyi düzeyde kullanabilen ve Batı düşünürlerinin kitaplarını okuyan bir kişi olduğunu göstermektedir. Enver Paşa’nın askerî faaliyetlerini değerlendiren yakın arkadaşları ve maiyetindeki subaylar, kendisinin Balkan Harbi’ndeki tensîkatı büyük bir dirayet ve başarı ile gerçekleştirdiğini, ancak I. Dünya Savaşı’nda Doğu cephesi harekâtında aşırı atak girişimi yüzünden Sarıkamış faciasına yol açtığını belirtirler. Enver Paşa’nın I. Dünya Savaşı’na girilmesindeki sorumluluğu ve rolü ise son dönemlerde yayımlanan Alman ve Avusturya belgelerinden anlaşıldığına göre daha ziyade Goeben ve Breslau zırhlılarının Boğazlar’dan geçirilmesi ve Rus limanlarının bombardımanı emrinin verilmesi çerçevesinde şekillenmektedir. Enver Paşa’nın Alman zaferine olan büyük inancı sebebiyle bu olaylarda birinci derecede sorumluluk sahibi olduğuna şüphe yoktur. Onun Mütareke sırasındaki faaliyetleri ise özellikle son dönemlerde yayımlanan belgelerin ışığı altında şahsî girişimler olmaktan ziyade İttihat ve Terakkî kadrosunun faaliyetleri olarak değerlendirilmelidir. Ancak Enver Paşa’nın maceracılık boyutlarına varan hareketleri konusunda yorumda bulunulurken içinde yaşadığı çağın da bir maceracılar çağı olduğu hesaba katılmalıdır. TDV İslam Ansiklopedisi, Müellif: M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU


Murtaza Çelik kimdir?



1931 yılında Konya Ereğli'de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ereğli'de ve Konya Lisesinde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Sedat Simavi’nin önerisiyle İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü’nde eğitim aldı. İstanbul Üniversitesi talebeliği sırasında, Gazetecilik Enstitüsü Talebe Cemiyeti Başkanlığı, İstanbul Üniversitesi Talebe Cemiyeti Yönetim Kurulu Üyeliğinde bulundu. Çeşitli sanayi şirketlerinin kuruculuğunu ve yönetim kurulu başkanlığını yaptı. İstanbul Belediye Meclis Üyeliği ve uzun süre İstanbul Sanayi Odası Meclis Üyeliği ile Meclis Başkan Vekilliği yaptı. Kendi şirketlerinin yönetim kurulu başkanlığını ve yönetim kurulu üyeliklerini sürdürüyordu. Ayrıca Konya Ticaret Odası Karatay Üniversitesi mütevelli heyet üyeliği, Konya Sanayici İşadamları Derneği (KONSİAD), Ereğli Sanayi İşadamları Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türk Tarih Vakfı kurucu üyesi ve Ülke Politikaları Vakfı Onursal Başkanıydı.

DSP'nin 1 numaralı kurucusu



Bir dönem gazetecilik de yapan Çelikel, Yeni Konya Gazetesi’nde mesleğe başladı. Üniversite öğrenciliği sırasında gazeteciliği sırasıyla Yeni Sabah, Vatan, Tan Gazetesi’nde sürdürdü. Daha sonra Erol Simavi ile ortaklığı süresince Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Başkan Danışmanı ve Hürriyet Gazetesi’nin satın aldığı Vatan Gazetesi Yönetim Kurulu Üyeliği ve Bülent Ecevit’in çıkardığı Arayış Dergisi’nin kuruluşunda bulundu. Demokratik Sol Parti’nin 1 numaralı Kurucusu oldu ve Genel Başkan Yardımcılığını yaptı. Prof. Dr. Aysel Çelikel ile evli, iki çocuk sahibiydi. 4 Ağustos 2020'de aramızdan ayrıldı.

Ahmet Erhan kimdir?



(8 Şubat 1958, Ankara - 4 Ağustos 2013, İstanbul), Türk şair ve öykü yazarı.


Türk Dili ve Edebiyatı öğrenimi gören Erhan, uzun yıllar Türkçe öğretmenliği yaptı. Adana Demirspor'da futbol oynayan Erhan, ağır bir sakatlık geçirince şiir yazmaya başladı.

78 kuşağının önemli isimlerinden olan Erhan henüz 23 yaşındayken Alacakaranlıktaki Ülke şiiriyle Behçet Necatigil Şiir Ödülü nü kazanmıştı. Şiirleriyle "Cemal Süreya Şiir Ödülü, Halil Kocagöz Şiir Ödülü, Behçet Aysan Şiir Ödülleri 'ni alan şair son olarak Sahibinden Satılık adlı şiiriyle 2008 yılında Melih Cevdet Anday şiir ödülü 'nü almıştır.[1] Şair yukarıda sözü edilen kitaplarına verilen ödüller dışında yaşamı ve tüm eserleriyle 2005 yılında Dionysos Şiir Ödüllerine değer bulunmuştur.[2] Ahmet Erhan 4 Ağustos 2013'te gırtlak kanseri nedeniyle 55 yaşında İstanbul'da öldü.[3] Cenazesi Ankara Karşıyaka Mezarlığı'nda defnedildi.

Yapıtları

  • Alacakaranlıktaki Ülke (1981) - Behçet Necatigil Şiir Ödülü

  • Yaşamın Ufuk Çizgisi - Akdeniz Lirikleri (1982)

  • Kuş Kanadı Kalem Olsa (1984, Sevda Şiirleri, Zeytin Ağacı, Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin birlikte, Can Yayınları [2])

  • Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin (1984)

  • Deniz, Unutma Adını! (1992) - Yunus Nadi Armağanı

  • Öteki Şiirler 1976-1991 (1993)

  • Sevda Şiirleri / Zeytin Ağacı (1993)

  • Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi (1997) - Cemal Süreya Şiir Ödülü, Halil Kocagöz Şiir Ödülü

  • Köpek Yılları (1998)

  • Ölüm Nedeni: Bilinmiyor (1988)

  • Resimli 'Ahmetler' Tarihi (2001)

  • Bugün De Ölmedim Anne - Toplu Şiirler (2001)

  • Ankara - İstanbul Karatreni (2001)

  • Ne Balık Ne De Kuş (2002)

  • Kaybolmuş Bir Köpek İlanı (2003)

  • Şehirde Bir Yılkı Atı (2005) - Behçet Aysan Şiir Ödülü

  • Buz Üstünde Yürür Gibi - Seçme Şiirler (2006)

  • Sahibinden Satılık (2008) - Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü

Hakkında yazılanlar

  • Hayat ve Ölüm: 30. Yılında Şiir ve Yazısıyla Ahmet Erhan - Halim Şafak. ISBN 9789758996490


Cüneyt Cebenoyan kimdir?




Gazeteci, sinema yazarı ve film eleştirmeni (D. 16 Eylül 1960, İstanbul – Ö. 3 Ağustos 2019, Konya). Lise öğrenimini Sankt Georgs K. Avusturya gördükten sonra Boğaziçi Üniversitesinde Ekonomi okudu. Bir dönem oyunculuk yaptı. ‘Dar Elbise’, ‘Gözümün Nuru’ ve ‘Hayatboyu’ filmlerinde oynayan usta isim, uzun süredir Birgün gazetesinde köşe yazarlığı yapıyordu. Bu gazete sinema yazıları ve film eleştirileri yazdı. Aynı zamanda SİYAD üyesi bir yazardı.

Geçmişte siyasete de atılmayı deneyen ve Sırrı Süreyya Önder ile aynı bölgeden, ÖDP’den milletvekili adayı olan bir isimdi.

Cüneyt Cebenoyan’ın 2017 yılında verdiği röportaj günlerce tartışılmıştı. Cüneyt Cebenoyan, “PKK’nın öldürdüğü devrimci öğretmenler karşısında solun suskunluğu malumdur. Türk solu kendini PKK’dan ayrıştırmadığı müddetçe bence kitleselleşme şansı yok. Elbette Türk solu içinde böyle olmayanlar da var ama PKK ve sol aynı şeylermiş gibi bir izlenim verenler var” demişti.

Cüneyt Cebenoyan, 3 Ağustos 2019 günü Konya’nın Seydişehir ilçesinde geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetti. Cüneyt Cebenoyan olay yerinde yaşamını yitirirken, eşi Ayşegül Cebenoyan yaralandı.

Kardeşini Terör Saldırısında Ailesini Depremde Kaybetmişti



Cüneyt Cebenoyan’ın kardeşi arkeolog ve rehber Yasemin Cebenoyan, PKK terör örgütünün 1994 yılında Taksim’deki The Marmara Oteli’ne düzenlediği saldırıda hayatını kaybetmişti. Cebeneyon, 1999 depreminde iki yaşındaki oğlu ile anne ve babasını kaybetmişti.

Cüneyt Cebenoyan, birkaç yaşama sığabilecek felaketleri art arda yaşamış, ancak bu olağanüstü acıları büyük bir olgunlukla taşıyarak dimdik ayakta durmayı başarmıştı.

30 Aralık 1994’te The Marmara Oteli’ndeki Opera Pastanesi’ne bir PKK militanının yerleştirdiği bombanın patlaması sonucu, Cüneyt'in ablası Yasemin Cebenoyan ölmüştü. Anımsanacağı üzere, aynı patlamada değerli yazarımız Onat Kutlar da yaşamını yitirmişti.

Bu büyük acı henüz küllenmeden, 17 Ağustos 1999 Yalova depremi, Cüneyt Cebenoyan’ın annesi, babası ve küçücük oğlu Ali’yi de yaşamdan koparmıştı.

Rol Aldığı Bazı Tiyatro Oyunları:

Godot'yu Beklemezken / Lucky - 2017

Rol Aldığı Diziler:

Çıplak Gerçek (Emir, TV Dizisi 2012)

Rol Aldığı Sinema Filmleri:

Hayatboyu (Ali, 2013)

Dar Elbise

Gözümün Nuru

KAYNAKÇA: BirGün Gazetesi yazarı Cüneyt Cebenoyan feci kazada hayatını kaybetti! (bolgegundem.com, 03.08.2019), Cüneyt Cebenoyan (tiyatrolar.com.tr, 03.08.2019), Cüneyt Cebenoyan (sinematurk.com, 03.08.2019), Cüneyt Cebenoyan (beyazperde.com, 03.08.2019), Cüneyt Cebenoyan kimdir? Trajedilerle örülü bir hayat (medyanotu.com, 3 Ağustos 2019). Cüneyt Cebenoyan kimdir? (sinirsizbilim.com, 3 Ağustos 2019).

Talat Aytemel kimdir?



Talat Artemel, 24 Nisan 1901 tarihinde İstanbul'da dünyaya geldi. 1927 yılında Hamlet’te figüran olarak Şehir Tiyatrosu'na katıldı. Temiz diksiyonu ve ölçülü oyunuyla kısa zamanda dikkat çekti. 1930'da Kaçakçılar filmiyle sinema oyunculuğuna başladı. 1944 yılında ilk senaryosu filme alındı. Aynı yıl yönetmenliğe başladı. 4 Ağustos 1957 tarihinde sinema filmi çekimi için gittiği Bolu'da hayatını kaybetti. Talat Artemel, ünlü tiyatro sanatçısı Cahide Sonku'nun ilk eşidir.

FİLMLERİ

Yönetmen

Hürriyet Apartmanı - 1944

Sonsuz Acı - 1946

Sönen Rüya - 1948

Vatan ve Namık Kemal - 1951

Can Yoldaşı - 1952

Nasreddin Hoca - 1954

Büyük Sır - 1956

Senarist

Hürriyet Apartmanı - 1944

Sonsuz Acı - 1946

Vatan ve Namık Kemal - 1951

Nasreddin Hoca - 1954

Oyuncu

Bir Sigara Yüzünden - 1928

Kaçakçılar - 1929

İstanbul Sokaklarında - 1931

Aysel Bataklı Damın Kızı - 1934

Aysel Bataklı Damın Kızı - 1935

Bir Kavuk Devrildi - 1939

Kıvırcık Paşa - 1941

Kahveci Güzeli - 1941

Onüç Kahraman - 1943

Dertli Pınar - 1943

Hasret - 1944

Deniz Kızı - 1944

Domaniç Yolcusu - 1946

Yanık Kaval - 1947

Uçuruma Doğru - 1949

Dinmeyen Sızı - 1949

Er Meydanı - 1949

Kanlı Döşek - 1949

Parmaksız Salih - 1950

Vatan ve Namık Kemal - 1951

Kanun Namına - 1952

İngiliz Kemal Lawrence'e Karşı - 1952

Günahını Ödeyen Adam - 1952

Kahpenin Kızı - 1952

Son Gece - 1952

Yavuz Sultan Selim Ağlıyor - 1952

Bu Kadın Benimdir (Zavallı Necdet) - 1953

Affet Beni Allahım - 1953

Beklenen Şarkı - 1953

Cinci Hoca - 1953

Soygun - 1953

Leylaklar Altında - 1954

Nasreddin Hoca - 1954

Kanlarıyla Ödediler - 1955

Hayırsız Evlat - 1956

Beni Şafakta Vurdular - 1957

Bir Avuç Toprak - 1957

Yavrularımın Katili - 1957

Bir Serseri - 1960

Sabri Berkel kimdir?



Türk Ressam Sabri Berkel 1907’de Üsküp’te doğdu. Belgrad Güzel Sanatlar Okulu hazırlık bölümü diploması (1927-28) aldıktan sonra, Floransa Güzel Sanatlar Akademisi’nde (Regia Accademia di Belle Arti) (1929-1935) Felice Carena’nın atölyesinde çalışmış, burada iki yıl fresk ve gravür etüt ederek mezun olmuştur. 1935’te Türkiye’ye dönen sanatçı, çeşitli okullarda resim öğretmenliği yaptıktan sonra Leopold Lévy’nin isteği üzerine Güzel Sanatlar Akademisi Gravür Atölyesi asistanlığına atanmıştır (1939).

1947’de Milli Eğitim Bakanlığınca “Lüks Kitap” basan basımevlerinde araştırma ve inceleme yapmak için Paris’e gönderilmiş, kitap uzmanı J.G. Daragnes’in atölyesinde etütler ve André L’hôte atölyesinde, L’hôte’un resim düzeltme günlerini izlemiştir. İngiltere, İtalya ve İspanya’da araştırma gezileri yapmıştır. Paris’ten dönüşünde renk lekelerine, peyzaj ve natürmortlara yönelmiştir.

1949-1950 yılları arasında Kübizm sonrası anlayışla natürmortlar yapmıştır. 1949-1974 yılları arasında Güzel Sanatlar Akademisi Dekoratif Sanatlar Bölümü’nde galeri öğretmenliği yapmıştır. İlk dönem çalışmalarında tabiatın görünüşlerine sadık kalarak renk ve form araştırmalarına girişen sanatçı, bu eserlerinde zengin ve şiddetli renk armonisi ile öne çıkar. Aynı zamanda iyi bir gravürcü olan sanatçı Türk resminin güçlü sanatçılarındandır.

İstanbul Filarmoni Derneği’nde eski ve yeni dönem resimlerini bir araya getiren sanatçı üçüncü sergisini açarak, kaligrafi nitelikli soyut kompozisyonlar gerçekleştirdi. 1956’da Venedik Bienali’ne katıldı ve sergi komiserliği yaptı. Ertesi yıl Sao Paulo Bienali’ne katıldı. Sonraki yıllarda da uluslararası sergi ve yarışmalara katılmayı sürdürerek, 1961’deki 22. Devlet Sergisi’nde Kompozisyon No 1 adlı yapıtıyla birincilik ödülü aldı.

1962’de yurt dışında ilk kişisel sergisini Avusturya’da düzenledi. Bir sonra, aynı sergiyi Bern’de açtı. Avrupa’nın önemli merkezlerinde gerçekleştirilen Türk Sanatı sergilerine katıldı. 1965’te Akademi’nin Yüksek Resim Bölümü başkanlığına atandı. 1977’de Akademi salonlarında tüm dönemlerini bir araya getiren ayrıntılı bir retrospektif sergisi düzenlendi.

Özgün Soyutçuluk

Sabri Berkel’in sanatını iki dönemde incelemek gerekir. 1950 öncesi ve 1950 sonrası dönemleri. Birinci dönem resimlerinde titiz bir doğa incelemesine girişen, daha çok portre natürmort resimlerde yoğunlaşan nesne ressamlığına öncelik tanıyan sanatçının, bu anlayışı geliştirmede gravürcülüğünün de büyük katkısı olmuştur. Geniş hacimlerin yer aldığı natürmortlarında, nesneyi görüntü değerlerine, açık-koyu ayrımlarına bağlı kalarak tam bir nesnellik içinde yansıtmış, çıplak figürlerinde, anatomik gözlemlerine ağırlık vermiştir.

1950’lerin başında, önceleri geometrik-kübik bir eğilimle görüntüyü parçalama ve analitik kübizme yönelmekle, eski anlayışını geride bırakan Sabri Berkel, yalın biçim ve renk birleşimleri içinde yoruma ağırlık veren bir sanat anlayışım benimsemiştir. 1950 yıllarının sonuna doğruysa soyutlamacı kaygılarından bütünüyle uzaklaşmış, eski Türk hat sanatının ritimli çizgi öğelerinden yararlanarak, bütünüyle soyut bir kompozisyon şemasına yönelmiştir.

4 Ağustos 1993'te aramızdan ayrıldı.


Elife Hazin Güran kimdir?



Türkiye Radyoları'nın ilk spikerlerinden, Avukat Elife Hazin Güran bir yıl önce 3 Ağustos 2021'de aramızdan ayrıldı.

Ankara Radyosu'nda göreve başlayan, ses tonunun farklı oluşuyla tanınan Elife Hazin Güran, uzun yıllar Ankara'da çalıştıktan sonra İstanbul Radyosu'na tayin edildi ve burada Başspikerlik yaptı. TRT camiasında ve arkadaşları arasında çok sevilen Elife Hazin Güran'ın geçen yıl vefatının sosyal medyada duyurulmasının ardından, dostları duygularını yansıtan paylaşımlarda bulundu.

TRT Spikeri Nevin Akkaya, "yaş farkına rağmen çok samimi arkadaşımdı, kaybından çok üzgünüm" derken, TRT eski programcısı Prof. Dr. Özden Cankaya "çok üzgünüm, 15 gün önce telefonda konuşmuştuk, şimdi o benzersiz sesinden mahrum kaldık, sevenlerinin başı sağolsun" sözleriyle duygularını belirtti. Emekli TRT Şef Prodüktörü "Tanrı rahmetini esirgemesin, başımız sağolsun" ifadelerini kullanırken, TRT spikerlerinden Muazzez Küçük "Sevdiğim, çok değer verdiğim, uzun çalışma yıllarını İstanbul Radyosu'nda birlikte paylaştığımız hocamız Elife hanımın vefatına çok üzüldüm. Nurlar içinde olsun, mekânı cennet olsun" diye yazdı. TRT Şef Teknisyenlerinden Hüseyin Fahri de 1958'de girdiği İstanbul Radyosu'nda Elife Hazin Güran ile çok iyi bir arkadaşlık kurduğunu belirterek kalabalık bir fotoğraf paylaştı.



Prof. Dr. Alı Turhan'ın annesi, Martine Turhan'ın kayınvalidesi Elife Nazin Güran Selçikoğlu, 5 Ağustos 2021'de Zincirlikuyu Camisi'nde saat 16.00'da kılınan cenaze namazının ardından Kilyos kapristanlığına defnedildi.



104 görüntüleme0 yorum

Comments


bottom of page