"İlk hedefiniz Akdeniz'dir" emri neden çok önemli? Hürriyet'in 30 Ağustos Zafer Bayramı (2016) dolayısıyla verdiği özel ekte tarih profesörü İlber Ortaylı, Mustafa Kemal Atatürk'ün Büyük Taarruz için verdiği "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri" emrinin neden önemli olduğunu yazdı.
"Bu emir Türkiye Cumhuriyeti'nin doğal sınırlarını belirledi" diyen Ortaylı'nın yazısı şöyle: 'Karizma', Weber'gil bir tabirdir ve kilise terminolojisinden alınmadır. Yunancadır ve "yanılmazlığına inanılan" anlamına gelir. Bunun Osmanlıcada da bir karşılığı vardır: 'Sahibkıran.' Bu sözcük, göksel takımyıldızlarından alınan bir yetki ve hediye, inayet demektir. Evet, Weber'ci 'karizma' kavramı Atatürk'e tam olarak uyuyor. Atatürk yanılmayacağına güvenilen bir lider olarak doğmıştur. Keza İstiklal Harbi komutanları fevkalade kıymetli insanlardır. Hele o kurucu üç büyük komutan: Ali Fuat Paşa, Kazım Karabekir ve Mustafa Kemal Paşa...
Fakat bunların içinde, gerçekleşmesi imkansız görünen hedefleri işaret eden hep Atatürk'tür. Diğer ikisi hep daha temkinli olmuştur.Cihan Harbi'nde inanılmaz hatalar yapılmış ve o yapılan hatalar her şeyden önce imparatorluğun cenazesinin kılınmasına ve büyük bir insan kaybına sebep olmuştur. Yedek subay olarak giden talebelerin mektepleri boşalmış, tarlalar kıymetli çiftçiden, kasabalar esnaftan mahrum kalmıştır. Bu hal ve korkunç bilanço, komutalar da dahil olmak üzere milleti ve seçkinleri elbette temkinli olmaya sevk etti. Atatürk söz konusu olduğunda temkinle birlikte aşırı bir atılım da vardır. Durum muhakemesi ve insanları etkilemek bir deha gerektirir. Çünkü herkes vatanı seviyor ve kurtarmaya çalışıyordu ama lider nitelikleriyle halkı ve taşra ileri gelenlerini ikna edip bir araya getirebilen kişi Mustafa Kemal Paşa idi. İstanbul, Batı Anadolu ve Doğu Trakya, Gazi Paşa'nın vazgeçemeyeceği hedeflerdi; oysa İstiklal Harbi komutanları bu konuda daha temkinliydi. Lakin Mudanya Mütarekesi'ne ulaşıldığı vakit düzenlenen sınırların ötesinde kalan hedefler konusunda o da artık temkinlidir... 1922'nin Türkiye'si gerçekçi bir komuta heyetiyle ulaşması gereken noktaya gelmişti. Başkomutanlık Meydan Muharebesi'ndeki süratli hareket emri, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin doğal sınırlarının Akdeniz olması üzerinde yoğunlaşıyordu. Dokuz asırlık Türk tarihi, Orta Asya ve Horasan ikliminden Akdeniz'e yönelmeyi ve ulaşmayı amaçlamaktaydı. Binaenaleyh, imparatorluğun bu mirasının elden çıkmasını Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın ne askeri dehası ne de medeniyet tarihi anlayışı uygun görürdü. Ordulara yönelik "İlk hedefiniz Akdeniz'dir" emri işte bu konuyla ilgili kesin bir emirdir ve meydan savaşının kazanılmasından dokuz gün sonra ordular İzmir'e bu emirle girmişlerdir. 30 Ağustos Zaferi’ne giden yol Cihan Harbi’nden çıkan korkunç bilanço, komutanlar da dahil olmak üzere milleti ve seçkinleri elbette temkinli olmaya sevk etti. Ama Atatürk söz konusu olduğunda temkinle birlikte aşırı bir atılım da vardır. Durum muhakemesi ve insanları etkilemek bir deha gerektirir. Herkes vatanı seviyor ve kurtarmaya çalışıyordu ama Mustafa Kemal Paşa lider nitelikleriyle halkı ve taşra ileri gelenlerini ikna edip bir araya getirmeyi başardı. 30 Ağustos’ta ilan edilen zafere bir günde gelinmedi. Milli Mücadele, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne dek ilmek ilmek örülmüştür.
Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918), Türkiye için ağır işgal şartları getirmişti. Üstelik mütarekenin, sonraki dönemde işgal kuvvetlerinin gerekli gördüğü stratejik değişikliklere açık olduğu da anlaşılıyor. 1918’in ağır şartları içinde bile yeni Türk imparatorluğunun ordu komutanları mülki erkân ve politikacıları karşılarında İngiltere ve Fransa’yı bulacaklarını zannediyorlardı. Oysa Britanya İmparatorluğu yorgundu, Türkiye’nin işgalini yürütecek imkânları sınırlıydı. Dolayısıyla daha baştan taze kuvvet Yunanistan’ı yanına aldı. İstanbul’un işgalinden çok, Yunanistan’ı Trakya’ya hâkim kıldı. Nitekim 1921-22 yıllarında Sakarya Savaşı’ndaki mağlubiyetlerine rağmen İngiltere, Yunanistan’ın İngiltere ve müttefikleri adına da Trakya’yı işgal isteğine ilk başta razı olmaz gibi görünse de derhal sempati gösterdi. Büyük Taarruz’dan biraz evvel Yunanlılar Tekirdağ’a asker çıkarmaya başlayacaktır. Ege’de ve Marmara’da da hiç beklenmedik bölgelerin işgaline yollanan Yunanistan, Britanya İmparatorluğu’nun sağ koluydu. Bu durum Türkiye’nin milli güçlerinin, ordu, mülki erkân ve hatta kasabalardaki halkın bir kısmının direnmesini, Türk kamuoyunun en örgütlü ve bilinçli unsuru sayılan İttihatçıların tekrar bir araya gelmesini sağladı. Mamafih savaş boyunca İttihatçılar ikiye ayrılmıştır: Bir kısmı Enver ve Talat Paşalardan vazgeçmezken önemli bir kısmı Enver Paşa’yı, dönemini ve kişiliğini gözden çıkarıp istiklal mücadelesi için Ankara’nın etrafında kenetlenecektir. 1918 Türkiye’si, 1914 Türkiye’sinden çok farklıydı
Şurası bir gerçektir: İtilaf devletlerinin gücü ve zafer ortadaydı ama kurmay sınıfımız onların zaafını da görmüştü. Her şeye rağmen, 1918 sonundaki Türkiye, yenilmiş olsa da 1914’ün Türkiye’si değildir. Uzun harp yılları çok az sayıdaki Türk komutanın ve politikacının direnç gücünü arttırdığı gibi İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelerde de Türkiye’nin geleceği ve ordusunun hattı harekâtı üzerinde değişik düşünen bireylerin hatta grupların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Britanya ordusunda Türk askerler için müspet görüş sahibi olanlar vardı. Bunlarla beraber, Türk milliyetçiliğinin uzun zaman ‘kırat üzerinde İstanbul’a giren mağrur, müstevli’ diye nitelediği Fransız işgal kuvvetleri komutanı Franchet d’Espérey’ın da aslında genç Türkiye’ye kısmen de olsa sempatiyle bakanlardandı. İtalya, savaşın bitiminden beri Britanya ve Fransa’nın egoist tavırları karşısında kendisini aldatılmış hissediyordu ve Anadolu’ya karşı sempatisi sadece sözde kalmadı. Ege’de Yunanistan’a verilenler en çok onu rahatsız etti. Boğaz’ın komutası Yunanistan’a mı verilecekti? Şimdi bizim tarafta olup bitene bakalım. Önce bir-iki not düşelim. Son Sadrazam Tevfik Paşa’nın oğlu İsmail Hakkı Bey miralaydı. Padişahın da damadıydı. Ulviye Sultan’la evliydi. Anadolu’ya geçti. Mustafa Kemal Paşa ve etrafı, İsmail Hakkı Bey’in karşı taraftan bir şeyler getirdiğini düşündü. Yani sadrazam babası ve padişah kayınbabasından bir mesaj getirmiş olabilirdi. Oysa o, Anadolu’ya habersiz geçmişti; kendisini karşılayanlara “Savaşmaya geldim; her askerin, subayın görevi olduğu üzere Anadolu kuvvetlerine katılmaya geldim” diyecekti. Anadolu’dakiler “Pekâlâ” deyip kabul ettiler. İş buraya kadar gelmiş. Hatta Damat Ferit Paşa’nın üvey oğlunun, yani Mediha Sultan’ın ilk eşinden olan oğlunun dahi Anadolu’daki harekete katılmak istediği biliniyordu. İngilizler de bunun farkındaydı. Yüksek Komiserlik’ten gelip “Tabii ki gidebilir, kendilerine vize veririz” diye görüş bildirdiler. “Hatta zat-ı şahane isterse onu bile koruyarak Anadolu’ya geçiririz; lakin İstanbul’un ve havzanın muhafazası için Yunan ordusu hazır” dediler. Bu son derece korkunç bir ihtimaldi. İstanbul ve Boğazlar’ın korunmasının, komutasının Yunan ordusuna verilmesi gündeme gelmişti yani. Bu tasavvur edilir bir şey değil. 'Sakın Anadolu’ya girmeyin' diyen Yunan komutan
Yunan ordusunda bu dönemde, iktidardaki Venizelos’un muhalifleri arasında iyi kurmaylar da vardı. Bunların içinde akil bir portre General Metaksas’tır (Sonraki Yunanistan diktatörü). Söylediği şudur: “İzmir’e çıkmayın, gerekmiyor.” Sözüne kulak asan olmadı. Bir defa da İzmir’e girildiğinde konuşacaktı: “İlerlemeyin! İlerlemeyin çünkü adamların orduları var ve askerleri var. Bunların organizasyon kabiliyetleri var, komutanları var. Bizi mahvederler.” Muhalifleri ona o zaman “Korkak” dediler. General Metaksas’ın işaret ettiği oldu sonunda. Yaşananları Yunanlılar ‘Küçük Asya Faciası’ diye niteliyor. Bu ‘Küçük Asya Faciası’nın mesulü Venizelosçu politikadır. Tabii ki dış kuvvetlerin onları teşvikini unutmamak lazım, özellikle Britanya’nın. Britanya tarafında askerler, müttefik Yunan ordusunun çok muvaffak olamadığını, istedikleri düzeni kuramadıklarını tespit ediyordu. Müttefik İtilaf Devletleri’nin kendilerine uzaklaşan tutumu, Türk halkının şikâyetleri ve Türk ordusunun işgale tepkisiyle karşılaştılar. Bunların sonucunda, Britanya kuvvetleri günden güne, adeta askerce bir sempatiyle Anadolu’daki kuvvetleri tutmaya başlayacaktı. Bununla birlikte tabii Britanya’nın anti-Türk politikası ısrarlıydı; Dışişleri, askerler gibi düşünmüyordu.
Sakarya’dan Büyük Taarruz’a İstiklal Savaşı’nın ilk safhası 11 ay sürdü. Bu değerlendirmenin bir abartma sayılamayacağı açıktır. Ağır Mondros şartlarının daha da ağırlaştırılması ve işgal hukuku şartları içinde hareket etmeleri beklenmeyen Yunan işgal kuvvetlerinin tavrının herkesi tedirgin ettiği ve tepki yarattığı açıktır. Hatta bu konuda zorluk çekenlerden birisi Venizelos’un İzmir bölgesini işgal komiseri olarak tayin ettiği Aristeidis Stergiadis’tir. Stergiadis, İzmir’de en büyük muhalefeti kiliseden ve kendilerini Levantenlere karşı yeterince desteklenmediğini ileri süren Rum tüccarlardan görmüştür. Tüm Ege, Marmara, Trakya, Trabzon, Orta Karadeniz, Çukurova bölgesi tepki içindeydi. Ayntab, Maraş ve Urfa ise silahlı direnişe geçmişlerdi bile ama bu kaotik direnişi derlemek birinci safha sayılmalıdır. 19 Mayıs’ta Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmasından 23 Nisan 1920’de Anadolu’da saltanat ve hilafetin gerçek koruyucusu ve kurtarıcısı olduğunu açıklayan Milli Meclis Hükümeti’nin (Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti) ortaya çıkmasına kadar geçen 11 ay sürede bu birinci safha tamamlanmıştır. Bundan sonrası milli ordunun düzenlenmesi, gerilla kuvvetlerinin yönetilmesi ve ordu kurulunca da bunların saf dışı edilmesi gibi zor bir dönemdir. Tarihi, tarih şartları içinde ele almak gerekir. Milli ordunun teşkili tamamlanmadan önce bu kuvvetlerin yaptıklarını dağınık bulsak da icraatını olumlu değerlendirmek zorundayız. Askeri tarih değerlendirmelerinin politik tutum tarafından gölgelenmeden yapılması gerekiyor. Dönüm noktaları
Dönemi içinde düzenli ordunun gösterdiği varlık, diplomatik uğraşlarla paralel gitmiştir. Yakın Türkiye tarihinin en büyük komutanı, bazılarının iddia ettiği gibi Kâzım Karabekir Paşa değildir ama onun doğudaki zaferleri Bolşevik Rusya’nın TBMM tarafından kazanılması, gayrimemnun Fransa’nın Sakarya Savaşı’ndan önce tarafsız kalması ve bilhassa İtalya’nın konumu önemlidir. Sakarya Savaşı, Büyük Millet Meclisi ordularının Kütahya ve Eskişehir hattında yenilgisiyle sonuçlandı. Burada ilginç bir strateji uygulandı. İlk defadır ki ‘mevzii’ yenilgi bir bozguna dönüşmeden düzenli bir ricata yani çekilmeye dönüştürüldü. Türk İmparatorluğu’nun bu dönemdeki yeni bir stratejisidir. Her bir birlik yanındakiyle hareket etse de kendi mevziini savunmakla mükelleftir. Bunu sonuna kadar yapacaktır. Yanındaki çekilse de ona uymayacak, direnişe devam edecektir ve dolayısıyla bütün askeri teknik kuralların üstünde bir vatan müdafaası, "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır; o satıh, bütün vatandır" anlayışıyla savaşa devam edecektir. 16 Mart 1921 Moskova, 13 Ekim 1921 Kars Antlaşması’yla Doğu Cephesi’ni teminat altına alan Türkiye, 1920 Mayıs’ında da Fransızlarla bir ateşkes antlaşması yaparak Çukurova Cephesi’ni teminat altına almıştı. Ama bir yandan Ankara’nın yakınlarına kadar çekilen ordu Büyük Millet Meclisi’nde bir muhalefetle karşılaştı. Meclis hükümeti sisteminin bütün katılığıyla işlediği tek devrim ülkesi Anadolu topraklarıdır. Mustafa Kemal Paşa’nın komutan ve siyasi kişiliği bu noktada galip geldi. Meclis’ten tam yetkiyi aldı. Bazılarının istediği gibi Başkumandanlık kaymakamı değil, kendini tam yetkili komutan tayin ettirdi. Bir deha sayesinde... 10 Temmuz–25 Temmuz arasında Kütahya ve Eskişehir yenilgisinden sonra bütün ordular Sakarya Irmağı’nın doğusuna çekilmişti. Ama dünyanın bozuk dengelerinin ortasında, yeni Türkiye stratejik yönden bir dehayla hayata doğmaktaydı. Sakarya Irmağı’nın doğusunda başlayan direniş 100 kilometre genişliğindeki cephede atılan topların yer yer Ankara’dan duyulmasına bile sebep olmaktaydı. 23 Ağustos ile 13 Eylül arası yani 21 gün süren savaş; 900 yıllık Türkiye tarihi açısından en kanlı ve en inatçı direniştir. Anadolu’ya gelen Yunan ordusu herhangi bir istilacı orduya benzemiyordu. Silah üstünlüğü vardı, askeri yorgun değildi. Hem Marmara’dan hem de Ege’den ikmal yolları açıktı. Kahir ekseriyette olmasa bile geçtikleri yerde kendisini destekleyen Helen nüfus bulunuyordu. Bu ordunun eski Helen dünyalarını kurtarmak ve kurmak gibi bir ideali de vardı ki ağır yenilgiyle bu rüyadan vazgeçeceklerdi. ‘Megali İdea’nın ‘Küçük Asya faciası’na dönüşmesi modern Yunanistan tarihinin en çelişkili gelişmelerinden biriydi. Kralın kötü hamlesi Sakarya Savaşı’ndaki stratejimiz, daha gevşek olan Yunan güney hattına gizlice yönelmekten ve kuvvetleri süratle yığmaktan geçiyordu. Sayıca tek üstünlüğümüz olan süvari kuvvetlerinin süratli ve ani hareketiyle iki tarafın inatçı savaşı çok kısa sürede Yunanlıların gerilemelerine neden oldu ama bu gerilemenin Eskişehir’in ötesinde Afyon hattında durduğu da bir gerçektir. Ordunun donanımı başlamıştı. Malzeme sıkıntısı içindeki Meclis hükümeti bu zaferle kendine geldi. İstanbul Hükümeti’nin azlettiği ve hakkında idam fetvası verdiği Mustafa Kemal Paşa muzaffer ve güçlü komutan olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden gazi unvanını ve müşirliği (mareşalliği) almıştı. Yurtiçinde olduğu gibi bütün İslam dünyasında, İtilaf Devletleri ülkelerinde ve hatta Britanya’da da askerler ve diplomatlar arasında farklı değerlendirmelerin ortaya çıktığı açıktır. Sakarya Savaşı’nın başında Yunanistan’da hükümet değişmişti. 1920 sonunda Venizelos seçimleri kaybederek ülkeyi terk etmiş, Birinci Dünya Savaşı boyu Almancı olarak gözüken Kral Konstantin geri dönmüştü. Kral, Sakarya Savaşı’ndan evvel dönemin vahim bir hatasını tekrarladı. Rus Çarı 2. Nikola, Cihan Harbi’nde nasıl üstüne vazife olmayan bir rol üstlenmiş, savaşı payitahtında ülkesini yönetmekle geçireceğine başkumandan olarak cepheye gidip ipin ucunu kaçırmışsa; Kral Konstantin de başkomutanlığı alarak İzmir’e gelmiştir. Profesyonel askerler son derece rahatsızdı. Kral döndü, bu sefer savunma hatları kuvvetlendirildi. Milletin morali düzelmişti Ankara hükümeti büyük bir sabır ve sert kanunlarla savunma tedbirleri aldı ve yeni bütçe uyguladı. Şurası açıktır ki milletin morali de düzelmişti. Britanya kabinesinin Yunanistan’ı destekleyeceği ve Sevr’i dahi lehlerine düzenleyeceğini açıklaması yanında Yunan savaş bütçesini ve mühimmatını artırması, TBMM Hükümeti’nin direnme konusunda bütün dünyaya bir açıklama (adeta bir ‘universalia’) vermesine neden oldu. Silah bakımından hatta asker sayısı bakımından dahi Yunan ordusuna göre üstünlük yoktu, tek üstünlük yine süvari kuvvetleriydi. Başkumandan gizlice Akhisar’a geçti Savaş günü, Ankara’daki diplomatik çevrelerden ve gazetecilerden gizlendi. Başkumandan gizlice Akşehir’e intikal etti. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Garp Cephesi Komutanı İsmet İnönü, Birinci Ordu Komutanı Nureddin, İkinci Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşalardı. Dış dünyada müstahkem mevkileri Türklerin bertaraf edeceğine inanılmıyordu. Fakat beklemedikleri oldu. 26 Ağustos erken saatte başlayan top atışını, arkadan bir hücum ve ilk aşamada güneyde Çalköy’de Yunan tümenlerinin önemli kısmının çembere alınması ve kuzeyde Eskişehir mıntıkasındaki Yunan işgal kuvvetlerine hücum bunu izledi. Savaş ani saldırıyla başlamıştı, öyle de devam etti. 2 Eylül’de Başkumandan General Trikopis ve karargâhı Uşak’ta esir alındı, öncü kıtalar İzmir’e girdiler. Birinci Ordu Komutanı Nureddin Paşa’ydı. 9 Eylül’de ise Gazi Mustafa Kemal Paşa ve kıtalar İzmir’e törenle girdi. 1526’nın 29 Ağustos’undaki Mohaç zaferi Avrupa tarihinin değiştiği bir olay, Türklerin imparatorluğunun zirve noktası olarak kabul edilebilir. Hemen hemen dört yüzyıl sonra 30 Ağustos 1922’deki Dumlupınar’daki Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde kazanılan zaferse, Türklerin Küçük Asya’daki anavatanlarını savunmalarının zaferidir. İstanbul’un çok az bilinen günleri Hiç şüphesiz ki 30 Ağustos zaferiyle Türkiye, Ağustos 1071’de adım attığı vatanı tekrar korumuş ve işgali sona erdirmiştir. Eylül ayı sonlarında, İstanbul hariç Anadolu’nun işgali sona erdi. Mudanya’da İtilaf Devletleri’yle 4-11 Ekim’de yapılan görüşmeler sonunda mütareke imzalandı. Trakya’nın Yunan askeri işgalinden kurtarılması ve yönetim devri 30 gün içinde tamamlanacaktı.
Barış görüşmeleri Lozan’da yapılacaktı, Doğu Trakya’ya ise ilk elde 8 bin kişilik Türk jandarma gücü sokulacaktı. Yunan delegeleri yetkisizlik iddiasıyla mütarekeyi imzalamadı, fakat İtilaf Devletleri’nin baskısıyla Yunan hükümeti bugünkü Türkiye Trakya’sını zamanında boşalttı. Savaştan herkes bıkkın ve yorgundu.
İstanbul hükümetinin barış görüşmelerine katılmasını önlemek için TBMM’nin tarihi kararıyla 1922 yılının Kasım ayında saltanata son verildi. Son padişah Türkiye’yi terk etti. İstanbul’a Türkiye’yi temsilen bir birlik girdi fakat şehrin işgal kuvvetlerinden devralınması 1923 Ekim’ine kalmıştı.
Bu bir yıl içinde İstanbul yönetiminde ve askeri yönetimindeki değişiklikler çok ilginç olmalıdır. Hadisesiz bir dönem değildi ama hiç şüphesiz ki mütarekenin havası kalkmıştı. Dönemi muğlak sözlü hatıraların dışında iyi bildiğimizi hâlâ söyleyemeyiz. Mütareke dönemi ve Cumhuriyet İstanbul’u arasındaki ara dönem arşivci tarihçilerin ve gazete koleksiyonlarına göz atacakların ilgisini bekliyor.
Kaynak: 2016- Hürriyet
Komentarze