Bugün 3 Temmuz. Ünlü sinema sanatçısı Kemal Sunal ve ünlü şair küçük İskender'in ölüm yıldönümleri. 3 Temmuz ayrıca Kâzım Dirik, M. Tayyip Uslu, Hasan Ali Ediz'in de ölüm yıldönümü.
BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.
Küçük İskender kimdir?
1964 yılında İstanbul'da doğdu. Kabataş Erkek Lisesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ne girdi, son sınıfında okulu bıraktı. Ardından İstanbul Üniversitesi sosyoloji bölümüne girdi, 3 yıl sonra bıraktı. 1980'li yıllardan başlayarak günümüze kadar çeşitli dergilerde şiirler, eleştiriler, denemeler yazdı. İlk şiiri Milliyet Genç Sanat Dergisi'nde, İskender Över ismiyle çıktı. Profesyonel olarak 1985'te Adam Sanat Dergisinde şiirleri yayımlanmaya başladı.
Kimi çıkan antololojilerde şiirleri basıldı. Kanada'da çıkan Descant adlı edebiyat dergisinin Türkiye özel sayısında, ABD'de ise Murat Nemet Nejat'ın 'eda' kavramında yoğunlaştığı Türk şairleri antolojisinde kendine yer buldu. İtalya'da düzenlenen Avrupalı Genç Şairler Yarışması'nda (La Giovane Poseia D'europa Nel 1999) ilk ona girdi ve şiirleri bu şairlerle kitaplaştırıldı.
2000 yılında Orhon Murat Arıburnu Ödülleri'nde Bir Çift Siyah Deri Eldiven adlı şiir kitabıyla birincilik aldı.
2001 yılında Almanya'da, 2002 yılında Hollanda'da çeşitli şehirlerdeki etkinliklerde, 2005'te Avusturya'da, 2007'de Makedonya'da, 2008'de İsveç'te konuşmacı olarak ve şiir performanslarıyla kendini dile getirdi.
2003 yılında Berlin'de düzenlenen İlk Türk Eşcinseller Kongresi'nde bu konudaki bildirisini okudu.
2004'te NewYork'ta ve Kuzey Coralania'da üniversitelerde konuşma yaptı ve tek kişilik okuma gecelerine konuk oldu.
2006'da İskender'i Ben Öldürmedim adlı şiir kitabıyla Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü'nü kazandı.
2014'te 7.si verilen Erdal Öz Edebiyat Ödülü Küçük İskender'e verildi. Jüri ödülün gerekçesini "Türk Şiiri'ne getirdiği özgün soluk ve şiir dilinin geliştirilmesinin yanı sıra otuz yıl boyunca tavrındaki tutarlılık" olarak özetledi.
3 Temmuz 2019'da aramızdan ayrıldı.
KEMAL SUNAL KİMDİR? Kemal Sunal, 11 Kasım 1944 tarihinde Türkiye’nin Malatya ilinde doğdu. Ailenin üç çocuğunun en büyüğüydü. Annesi ev hanımı, babası Mustafa Sunal Migros’ta işçiydi. Fizik olarak babasına çok benziyordu. Kendisinden küçük Cengiz ve Cemil adında iki erkek kardeşi daha vardır. Sunal, çocukluk yıllarını Küçükpazar’da geçirdi. Çekingen biri olan Sunal, bazen dış düya ile irtibatını kesiyordu. İlkokula başladığı gün, okula annesi ile beraber gitti. Annesi o gün sınıftaki bütün çocukların ağladığını ancak Kemal Sunal’ın hiçbir şey söylemeden yanında durduğunu söyledi. Ortaokul yıllarında efendi ve utangaç bir insan olarak tanınınsa da lisede çekingenliğinden kurtuldu.
Okul hayatına Mimar Sinan İlkokulunda başlayarak Vefa Lisesi nden mezun olmuştur. Dar gelirli bir ailede büyüyen Sunal, yaramaz ama mutlu bir çocukluk geçirmiştir. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölüm ünde Üniversite öğrenimine başlayan Sunal, 12 Eylül döneminde öğrenimini yarım bırakmak zorunda kalmıştır. Gençlik yıllarında tiyatroya olan ilgisi Felsefe öğretmeni Belkıs Bakır’ın dikkatini çekmişti. Bakır, Kemal Sunal’a onu bu profesyonel oyunculuğa başlamasını sağlacak kişiler ile tanıştırabileceğini söyledi. Ancak babası Mustafa Sunal, oğlunun tiyatrocu olma isteğine başlangıçta karşı çıktı. Belkis Bakır bir süre sonra Mustafa Sunal’ı ikna etti. Belkis Bakır onu Kenter Tiyatrosuna götürdü ve Müşfik Kenter ile anlaştı. Sanat hayatı, “Zoraki Tabip” adlı tiyatro oyunuyla başladı. 1 yıl kadar Kenterler Tiyatrosu’nda çalıştıktan sonra Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda görev aldı. 1973 yılında Ertem Eğilmez’in yönettiği Tatlı Dillim filmiyle sinemaya adımını attı ve kalabalık kadrolu filmlerde rol almaya başladı. Türk sinemasının en büyük komedyenlerinden biri olan Kemal Sunal, peşpeşe çevirdiği filmlerinde hem maddi hem de manevi büyük bir başarı kazanmıştır. Filmlerde çoğu zaman saf, şanslı ama iyi yürekli karakterlerin rollerine girdi. 1976 yılında rol aldığı Kapıcılar Kralı filminde gösterdiği başarısı ile 1977 yılında Antalya Film Festivalinde Altın Portakal En İyi Erkek Oyuncu Ödülü nü kazanmıştır. Üzerine aldığı rolleri başarı ile canlandıran Sunal, Yeşilçam’ın komedide aranan bir yüzü olmayı da başarmıştır. Sinema filmlerinde Şaban tiplemesi ile adından söz ettirerek Hababam Sınıfı serisi ile de akıllarda kalmayı başarmıştır. Rol aldığı filmlerde halk kahramanını canlandıran Sunal, haksızın haklıya karşı hep savunucusu olmuştur. 1974 yılında evlenen Ali Sunal ve Ezo Sunal adlarında, biri erkek diğeri kız iki çocuğu oldu. 1977’de Antalya Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alan Sunal, oyunculuğu ve özellikle değişik tiplemesiyle Türk sinemasında komedi oyunculuğuna yeni bir soluk getirdi. 1990’lı yıllardan itibaren filmleri kesintisiz olarak Show TV’de yayımlanmaya başlandı; ama kendisi bu gösterimlerden hiç para kazanmadı. 12 Eylül öncesi dönemde yarım bıraktığı üniversiteyi, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümünü’nden mezun olarak 1995 yılında bitirdi ve yüksek lisans yapmaya başladı. Yüksek lisans tezi 2005 yılında ailesi tarafında “TV ve Sinemada Kemal Sunal Güldürüsü” ismi ile kitap haline getirilip yayınlanmıştır. Hayatı boyunca toplam 82 filmde rol aldı.
3 Temmuz 2000 tarihinde Balalayka adlı filmin çekimlerine başlamak için Trabzon’a gitmek üzere bindiği uçakta kalkıştan hemen önce geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu. Oynadığı Filmler 1972 Tatlı Dillim 1973 Oh Olsun 1973 Güllü Geliyor Güllü 1973 Canım Kardeşim 1973 Yalancı Yarim 1974 Salak Milyoner 1974 Köyden İndim Şehire 1974 Mavi Boncuk 1974 Hasret 1974 Salako 1975 Şaşkın Damat 1975 Hanzo 1975 Hababam Sınıfı 1975 Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı 1976 Tosun Paşa 1976 Süt Kardeşler 1976 Sahte Kabadayı 1976 Meraklı Köfteci 1976 Kapıcılar Kralı 1976 Hababam Sınıfı Uyanıyor 1977 Sakar Şakir 1977 Şabanoğlu Şaban 1977 İbo ile Güllüşah 1977 Hababam Sınıfı Tatilde 1977 Çöpçüler Kralı 1978 Yüz Numaralı Adam 1978 Köşeyi Dönen Adam 1978 Kibar Feyzo 1978 İyi Aile Çocuğu 1978 İnek Şaban 1978 Avanak Apti 1979 Umudumuz Şaban 1979 Şark Bülbülü 1979 Korkusuz Korkak 1979 Dokunmayın Şabanıma 1979 Bekçiler Kralı 1980 Zübük 1980 Gol Kralı 1980 Gerzek Şaban 1980 Devlet Kuşu 1981 Üç Kağıtçı 1981 Kanlı Nigar 1981 Davaro 1982 Yedi Bela Hüsnü 1982 Doktor Civanım 1983 Tokatçı 1983 Kılıbık 1983 En Büyük Şaban 1983 Çarıklı Milyoner 1984 Şabaniye 1984 Postacı 1984 Ortadirek Şaban 1984 Atla Gel Şaban 1985 Sosyete Şaban 1985 Şendul Şaban 1985 Şaban Pabucu Yarım 1985 Keriz 1985 Katma Değer Şaban 1985 Gurbetçi Şaban 1986 Yoksul 1986 Tarzan Rıfkı 1986 Garip 1986 Deli Deli Küpeli 1986 Davacı 1987 Yakışıklı 1987 Kiracı 1987 Japon İşi 1988 Uyanık Gazeteci 1988 Sevimli Hırsız 1988 Polizei 1988 Öğretmen 1988 İnatçı 1988 Düttürü Dünya 1988 Bıçkın 1989 Zehir Hafiye 1989 Talih Kuşu 1989 Gülen Adam 1990 Koltuk Belası 1990 Boynu Bükük Küheylan 1990 Abuk Sabuk Bir Film 1991 Varyemez 1999 Propaganda Tiyatro oyunları 1966 – “Fadik Kız” – Kent Oyuncuları. İki-üç değişik rolde 1967 – “İspinozlar” (Orhan Kemal uyarlaması) – Ulvi Uraz Tiyatrosu. Taşkasaplı rolünde. 1967 – “Deli İbrahim” (Yazan: Turan Oflazoğlu, reji: Şükran Güngör) – Kent Oyuncuları. Cellât Hamal Ali rolünde 1968 – “Yalova Kaymakamı” – Arena Tiyatrosu, Ulvi Uraz Topluluğu. 1968 – “Gözlerimi Kaparım, Vazifemi Yaparım” – Arena Tiyatrosu, Ulvi Uraz Topluluğu. 1968/69 – “Fermanlı Deli Hazretleri” – Arena Tiyatrosu, Ulvi Uraz Topluluğu. 1968 – “Hamhumşarolop” – Arena Tiyatrosu, Ulvi Uraz Topluluğu. 1969 – “Murtaza” (Orhan Kemal uyarlaması) – Ulvi Uraz Tiyatrosu. Bekçi ve Kahveci rollerinde. 1969 – “Yaz Bitiyor” – Arena Tiyatrosu, Ulvi Uraz Topluluğu. 1972 – “Gergedan” (Yazan: Eugène Ionesco) – Devekuşu Kabare Tiyatrosu. Bakkal ve Mösyö Papiyon rollerinde. 1972 – “Dün Bugün” (Yazan: Haldun Taner) – Devekuşu Kabare Tiyatrosu. 1973 – “Dev Aynası” (Derleyen: Haldun Taner) – Devekuşu Kabare Tiyatrosu (Ankara Nergis Sineması’nda sahnelendi).
Kâzım Dirik kimdir?
Türk asker ve siyasetçi
Kâzım Paşa (Dirik)Kazım Dirik 1881 yılında Manastır’da (Bitola) dünyaya geldi. Büyük babası Selanik Çarşı Ağası Kerim Çavuş, babası 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşında çarpışan Plevne müdafilerinden, Lofça kuşatmasını yaran Süvari Bölüğünün Komutanı Yüzbaşı Hasan Tahsin Bey’dir. Aslen Selanikli olan Hasan Tahsin Bey bu kahramanlığından dolayı Plevne Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Annesi ise Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın akrabası olan Hüsniye Hanım’dır. Çocukluk günleri Manastır’da geçen Kazım Bey’in eğitimi hususunda üzerinde Askeri Rüştiye ve Askeri İdadi’nin müdürü ve tarih öğretmeni olan Bursalı Mehmet Tahir Bey’in büyük etkisi olmuş, ilköğrenimini tamamladıktan sonra Askeri Rüştiye’ye Mehmet Tahir Bey vasıtasıyla kaydolmuştur. Askeri Rüştiye’den sonra Manastır Askeri İdadisi’ni bitiren Kazım Dirik, 14 Mart 1897 de girdiği Harp Okulu’ndan 17 Ocak 1900 de piyade teğmen (1315-P.87) olarak mezun olmuştur. Mezuniyetini müteakip ilk olarak Manastır’daki III. Ordu emrine atanan Kazım Dirik, Şubat 1900 de III. Ordu 20. Piyade Alayı 1. Tabur (Biga Taburu) 1. Bölük Takım Komutanı olarak görevlendirildi. 29 Ocak 1902 de üsteğmenliğe terfi ederek 177. Redif Alayı 4. Tabur 1. Priştine Bölüğüne tayin edildi. Daha sonra sırasıyla 21 Eylül 1904 de İşkodra 5. Tümen Kurmay Başkanlığına (Fırka-i Askeriyesi Erkan-ı Harp Mülhaklığı) nakledildi. 4 Haziran 1906’da yüzbaşılığa terfi etti ve İşkodra Vilayetine bağlı Karadağ sınırında yer alan Tuz kazasına kaymakam olarak tayin edildi. Kazım Bey, İşkodra da bulunduğu sırada İşkodra Kalesi Komutanı Miralay (Albay) Fahri Bey’in kızı Maide Hanım ile 1906 yılında evlenmiş, ilk çocuğu Turan Dirik 4 Ocak 1908 tarihinde İşkodra’da doğmuştur. Diğer çocuklarından kızı Şükran 20 Nisan 1910’da, küçük oğlu Orhan ise 19 Kasım 1913’te dünyaya gelmiştir. En küçük çocukları ise henüz bebekken vefat etmiştir. II.Meşrutiyet’in ilan edildiği dönemde İşkodra’da görev yapan Kazım Dirik’in ittihatçılarla ilişkisi de bu yıllara rastlamaktadır. 26 Nisan 1910 tarihinde 23. Yanya Tümeni 68. Nizamiye Alayı 2. Tabur 3. Bölük Komutanlığına, 16 Kasım 1911 de Kırşehir Redif Taburu 2. Bölük Komutanlığına tayin edilen Kazım Dirik’in bu sırada Harp Akademisi’ne (Erkân-ı Harbiye Mektebi) girdiği, tahsilini tamamladıktan sonra 2 Aralık 1912’de kurmay sınıfına ayrıldığı bilinmektedir. Balkan Harbi nedeniyle ilan edilen seferberlik ortamında 29 Eylül 1912’de Başkomutanlık Karargâhında (Büyük Karargâh-ı Umumi Erkân-ı Harbiye) görevlendirilen Kazım Dirik, 7 Şubat 1913 te binbaşılığa terfi ederek 3. Kolordu Erkân-ı Harbiye’sinde (Kurmay Başkanlığı) görevlendirildi. 10 Kasım 1913 te 1. Kolordu Erkân-ı Harbiye’sine tayin edildi ve Birinci Dünya Harbi başlayana kadar bu görevde kaldı. 2 Eylül 1914 de Cemal Paşa’nın komutanı olduğu II. Ordu’ya tayin olan Kazım Dirik, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Harbi’ne girmesiyle birlikte Suriye Valiliği ve IV. Ordu Komutanlığına atanan Cemal Paşa’nın yanında Şam’da IV. Ordu Menzil Müfettişi olarak görevlendirildi. Bu görevindeki başarısı dikkat çekicidir. Nitekim bir süre Cemal Paşa’nın Kurmay Başkanlığını yürütmüş olan Ali Fuad Erden, Kazım Dirik’in menzil teşkilatındaki başarılarından hatıratında söz etmiştir. Kazım Dirik, Milli Mücadele döneminde Batı Ordusu Grubu Menzil Müfettişi olarak aynı şekilde ordunun her türlü ihtiyacının karşılanmasında büyük başarılara imza atmıştır. 28 Şubat 1915’te yarbay, 14 Aralık 1916 da Albaylığa terfi eden Kazım Bey, 18 Mayıs 1917 de Cebel-i Lübnan’daki 43. Tümen’e, müteakiben 7. Tümen’e komutan olarak tayin edildi. Bu görevi sırasında Suriye-Filistin cephesinde cereyan eden Gazze Muharebelerine katıldı ve yaralandı. Şam’dan İstanbul’a döndükten sonra 2 Şubat 1918 de Bursa’da bulunan 14. Kolordu’ya bağlı 56. Tümen Komutanlığına, 5 Mart 1918’de ise Malkara’daki 1. Kolordu’ya bağlı 49. Tümen Komutanlığına atandı. 8 Haziran 1918 tarihinde tayin edildiği Şark Ordu Grubu Menzil Müfettişliği görevi dolayısıyla Batum’a gitti. Mondros Mütarekesi’nin imzalanması sonucunda Osmanlı ordusunun Kafkasya’yı tahliye etmesiyle birlikte Batum’dan ayrılmış, müteakiben 7 Kasım 1918’de IX. Ordu Menzil Müfettişliğine atanmıştır. Bir süre sonra (24 Aralık 1918) Batum, İngilizler tarafından resmen işgal edilmiş, 7 Temmuz 1920’de İngilizler tarafından Bolşeviklerin etkisindeki Gürcülere devredilmiştir. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra Anadolu’da başlayan işgal hareketleri karşısında Milli Mücadele’yi örgütlemek ve vatanı savunmak üzere Anadolu’ya geçmenin yollarını arayan Mustafa Kemal Paşa’nın IX. Ordu Müfettişliğine atanması tarihin önemli bir dönüm noktasıdır. Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmadan önce İstanbul’da müfettişlik karargâhını teşkile çalışırken müfettişliğin Kurmay Başkanlığı için bu sırada İstanbul’da mütareke gereği Çanakkale, Lapseki, Akbaş askeri depolarındaki top, silah ve mühimmatın acil olarak Derince’ye nakli ile görevli Kazım Bey’e teklifte bulundu. Kazım Bey’in bu teklifi kabul etmesi üzerine kendisinin 3 Mayıs 1919’da görevlendirmesi yapıldı. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Samsun’a çıkan Kurmay Albay Kazım Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum Kongresi öncesinde 8/9 Temmuz da askerlikten istifa etmesine kadar bu görevde kaldı. Söz konusu istifa sonrasında Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Tabip Binbaşı Refik Saydam, Binbaşı Hüsrev Gerede, Müfettişlik Kalem Amiri Üsteğmen Hayati Bey, yaverler Yüzbaşı Cevat Abbas ve Teğmen Muzaffer Kılıç Beyler de kendiliklerinden ordu ve askerlikle münasebetlerini kesmiş bulunuyorlardı. Yalnız Müfettişlik Kurmay Başkanı Kazım Dirik Bey istifa etmedi, Erzurum Mevki-i Müstahkem Kumandanlığı Muavinliğine tayin edildi. Dolayısıyla ordu ile bağı devam etmekteydi. Kazım Dirik Bey’in Erzurum’da Mustafa Kemal Paşa’nın yanından ayrılmasına ilişkin ahde vefasızlık yönünde yorumlar yapılmış olsa da Milli Mücadelenin ilerleyen safhalarında Kazım Bey, Cumhuriyet’in ve Atatürk devrimlerinin aktif bir şahsiyeti olarak Atatürk’ün yanında yer aldı. 15 Eylül 1919’da Erzurum Müstahkem Mevki Komutan Muavini ve 15. Kolordu Komutan Vekili olarak atanan Kazım Dirik, Ekim 1920’de Ankara Hükümeti tarafından Tiflis Elçiliğine atandı. Gürcistan (Tiflis) temsilcisi olarak Sovyet Hükümeti ile kurulan ilişkilerde diplomatik temsilci görevini yürütmeye başladı. 16 Mart 1921 tarihinde Sovyet Rusya ile imzalanan Moskova Antlaşması ile kısa bir süre önce Türk Ordusu tarafından ele geçirilmiş olan Ahıska, Ahılkelek ve Batum’un Türk ordusu tarafından boşaltılması, müfettişliğin ve idarenin lağvedilmesi sebebiyle Kazım Bey, Batum’dan ayrıldı ve Trabzon’a döndü. 1 Nisan 1921 de Milli Mücadele için görev istemesi üzerine Ankara’ya çağrılan Kazım Bey, Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde, 4 Mayıs 1921’de, Garp Cephesi Komutanlığı emrine verildi. Batı (Garbi) Anadolu Menzil Müfettişliğinde (Konya) görevlendirildikten sonra Albay Kazım Bey’e Milli Müdafaa Vekâleti tarafından Kolordu Komutanı yetkisi verildi. Menzil Müfettişi olarak görev yaptığı bu dönemde gerek Sakarya Meydan Muharebesi ve gerekse Büyük Taarruz sırasında ordunun yiyecek, araç ve teçhizat ihtiyacının karşılanması için büyük gayret gösterdi. Büyük Taarruz sona erdikten sonra Menzil Müfettişliği lağvedildi ve bunun üzerine 27 Kasım 1922’de Milli Müdafaa Vekâleti Sevkiyat ve Nakliyat Genel Müdürlüğüne tayin edildi. Cumhuriyet’in ilanından çok kısa bir süre önce, 1 Eylül 1923 te Mirlivalığa (Tuğgeneral) terfi eden Kazım Dirik, 26 Eylül 1923 te 2. Tümen Komutanı olarak Siirt’e, 2 Ağustos 1924 ten itibaren de Bitlis’e vali vekili olarak görevlendirildi. 20 Eylül 1925 te bu göreve asaleten atanan Kazım Dirik, İzmir Valiliğine tayin edildiği 27 Mart 1926 tarihine kadar Bitlis’te görev yaptı, Bitlis Valiliği sırasında yaşanan en önemli olay Şeyh Sait isyanı oldu. 13 Şubat 1925’te Genç ilinin Ergani ilçesine bağlı Eğil bucağının Piran köyünde başlayan isyanda ilk olarak isyanı bastırma görevi 2. Tümen Komutanı Kazım Bey’e verilmiş idi. Bunun üzerine Mirliva Kazım Paşa emrindeki kuvvetlerle Piran’ı isyancılardan geri aldı. Ancak Bingöl, Genç merkezinin 16 Şubat 1915’te asilerin eline geçmesiyle isyan kısa sürede Doğu Anadolu’da geniş bir alana yayıldı. Yeni kurulan Cumhuriyet’i tehdit eden ve ordu birliklerini üç aya yakın bir süre meşgul eden bu isyan sırasında hükümete olağanüstü yetkiler veren Takrir-i Sükûn Kanunu TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe girdi. Ayrıca Şark ve Ankara İstiklal Mahkemeleri kuruldu. İsyancıların Diyarbakır’da yapmış oldukları saldırının püskürtülmesi ve ardından 7.Kolordu birliklerince yürütülen takip harekâtı sonunda Şeyh Sait’in 15 Nisan’da yakalanmasıyla her tarafta başsız kalan asiler yer yer teslim oldular ve ayaklanma 31 Mayıs 1925 te tamamen sona erdi. Şeyh Sait isyanı sırasında Muş, Bitlis ve Siirt vilayetlerini kapsayan cepheyi kumanda eden Kazım Dirik, 16 Mart 1926 tarihinde İzmir Valiliğine tayin edildi. 30 Ağustos 1928 tarihinde korgeneralliğe terfi eden Kazım Paşa, İzmir Valiliği görevi (1926-1935) sırasında mülki hizmette kalmayı tercih etti ve 1928 yılında askerlikten emekliye ayrıldı. Kazım Dirik’in İzmir Valiliğine atandığı sırada İzmir Belediye Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın kayınpederi Uşakizade Muammer Bey’dir. 1935 yılına kadar İzmir Valisi olarak görev yapan Kazım Bey, asıl şöhretini bu görevi sırasında kazandı. Eğitim alanında, köy işleri, kooperatifleşme, bayındırlık alanında, bankacılık hizmetleri ve bugünkü İzmir Fuarının temelini atmış olduğu çalışmalarıyla başta Atatürk olmak üzere dönemin başbakanı olan İsmet İnönü, Ekonomi Bakanı Celal Bayar gibi devlet yöneticilerinin takdirlerine mazhar oldu. Vali olarak göreve başladığı sırada İzmir’de 198 ilkokul bulunurken başlattığı ilköğretim seferberliği ile bu sayı Cumhuriyet’in 10. yılında 466 ya ulaştı. Bu gelişme, Harf İnkılabını benimsetmek ve yaygınlaştırmak konusunda büyük önem taşımaktaydı. Bergama Müzesinin açılması gibi kültürel ve tarihi konulara önem vererek gençliği bu alanlara teşvik etti. Türk İnkılabının toplum nezdinde kabul görmesinde büyük mesai harcayan Kazım Dirik Paşa’nın bizzat yürüttüğü çalışmalarla hızlı bir kalkınma ve modernleşme sürecine giren İzmir kenti, Cumhuriyet’in ilk yıllarında diğer illere örnek teşkil etti. Kazım Dirik Paşa’nın Mart 1926’da İzmir’deki valilik görevine başlamasından iki ay sonra ortaya çıkan en önemli olay, Mustafa Kemal Paşa’ya karşı düzenlenen İzmir Suikastıdır. 7 Mayıs 1926 günü Ankara’dan başlayıp 16 Haziran 1926’da İzmir’de sona eren yurt gezisi sırasında Mustafa Kemal’in İzmir’e geliş tarihini son anda bir gün geciktirmesi bu suikastın gerçekleşmesini akamete uğrattı. Vali Kazım Dirik Paşa, düzenlenen suikast tertibini Polis Müfettişi Mehmet Ali Bey’den öğrenir öğrenmez gönderdiği yıldırım telgraf ile Balıkesir üzerinden İzmir’e doğru hareket etmek üzere olan Mustafa Kemal Paşa’yı bilgilendirdi ve hareketinin geciktirilmesini istedi, diğer taraftan suikastçılar gizlilik içinde takip edilerek yakalanıp tutuklandılar. Müteakiben suikastı düzenleyenler ve ilgisi bulunanlar İstiklal Mahkemesinde yargılandılar ve idam dahil çeşitli cezalara çarptırıldılar. Olay ile ilgili olarak Gazi Mustafa Kemal Paşa 18 Haziran 1926’da İzmir’den millete yayınladığı beyannamesinde, bu suikastın kendi şahsından ziyade Cumhuriyet’e ve onun dayandığı temel ilkelere karşı bir hareket olduğunu belirtti. Kazım Dirik, Mustafa Kemal Paşa’ya karşı girişilen bu suikast olayına karışanları yakalaması ve gereğini yapması hususundaki gayretlerinden dolayı İçişleri Bakanı’nın gönderdiği bir takdirname ile onurlandırıldı. 1934 yılında birinci sınıf valiliğe terfi ettirilen Kazım Dirik, 9 Ağustos 1935 tarihinden vefatına kadar olan sürede Trakya Umum Müfettişi olarak hizmette bulundu. Merkezi Edirne olan müfettişliğin sorumluluk sahası Edirne dışında Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale ve Balıkesir illerini kapsamaktaydı. Bu görev yıllarında yerine getirdiği hizmetlerle büyük başarı sağlayan Kazım Dirik, halk eğitimi ve toplum kalkınması konularına büyük önem verdi, 1932 yılında Türk Ocakları yerine yapılandırılan Halkevlerinin yaygınlaştırılması için büyük çaba harcadı. Trakya’nın ağaçlandırılması, köy kalkınması kapsamında örnek fidanlıkların kurulması, tarım, hayvancılık ve pek çok yetiştiricilik alanında, ayrıca köy yolları ve içme suları, gezici sağlık ekipleri kurma, hastalıklarla mücadele, imar ve bayındırlık, eski eserlerin korunması ve onarımı gibi pek çok konu üzerinde titizlikle çalıştı. “İdeal Cumhuriyet Köyü” projesi, köye ve köylüye verdiği önemi göstermekteydi, ancak Kazım Paşa kalkınmayı sadece ekonomik kalkınma ile sınırlı görmedi, ekonomik gelişim ile birlikte kültürel gelişimi bir arada kırsalda da mümkün kılabilmeyi amaçladı. Bu nedenle okul ve öğretmene büyük sorumluluk yüklemiş ve takipçisi olmuştur. Atatürk devrimlerine gönülden bağlı birisi olarak bu devrimlerin halka benimsetilmesi konusunda yoğun çaba gösteren, diğer madalyalarının yanı sıra Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası sahibi olan Kazım Dirik 3 Temmuz 1941 de Edirne’de vefat etti, vasiyeti üzerine İzmir Çamdibi Mezarlığına defnedildi. Daha sonra ailesinin onayı alınarak naaşı 3 Ağustos 1988 de Ankara Devlet Mezarlığına nakledilmiştir. Dirik soyadını almasında 21 Haziran 1934 tarihinde kabul edilen Soyadı Kanunu’nun kabulünden önce Atatürk ile birlikte İzmir’i ziyaret eden İran Şahı Rıza Pehlevi’nin kendisinde gördüğü canlılık ve faaliyeti takdir ederek bunu Atatürk’e “Sizin Valiniz Dirik Adam” sözleriyle ifade etmesi etkili olmuştur. Dirik kelimesinin Azerbaycan ağzında atak, çalışkan, canlı, heyecanlı anlamına geldiğini İran Şahından öğrenen Atatürk, Soyadı Kanunu’nun ilanından sonra Dirik soyadını Kazım Bey’e vermiştir. F. Rezzan ÜNALP
Muzaffer Tayyip Uslu kimdir?
Şair (D. 1922, İstanbul - Ö. 3 Temmuz 1946, Zonguldak). Babası polis olduğu için çocukluğu Anadolu’nun değişik yerlerinde geçti. Zonguldak Çelikel Lisesinde okurken edebiyat öğretmeni şair ve yazar Behçet Necatigil’di. Liseden sonra girdiği İÜ Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü yoksulluk nedeniyle bitiremedi. Zonguldak’a dönerek burada memur olarak çalışmaya başladı. Ancak şair arkadaşı Rüştü Onur gibi o da zatürreeye yakalandı ve hastalığı bakımsızlıktan dolayı vereme döndü. Bir sanatoryumda yatıp tedavi görmek istediyse de ilgisizlik yüzünden bunu başaramadı, sonunda vereme yenilerek yaşamını yitirdi.
Şiirleri, Zonguldak Halkevi’nin çıkardığı Kara Elmas adlı yerel sanat dergisi ile Varlık dergisinde yayımlandı. Ömrünün son altı yılını verimli olarak geçirdiği için uzun yaşayamayacağını seziyordu. Bu yüzden şiirlerini alelacele bir kitapta topladı, 1945 yılında Şimdilik adlı tek kitabını yayımladı. Bu yapıta adaşı ve arkadaşı Muzaffer Soysal tanıtıcı ve uzun bir önsöz yazdı. Bu eser, henüz yirmi üç yaşındaki genç bir şairin tek, ama başarılı şiirlerin yer aldığı bir kitaptır. Bu şiirlerin bir kısmını daha lise sıralarında yazılmışt. İlk gençlik yıllarında yazılan ve Orhan Veli çizgisinde görülen şiirlerinde acemilikler, yerine oturmamış dizeler bulunması doğaldır. Buna karşın Muzaffer Tayyip’in temiz dili ve duygulu söyleyişi hemen dikkati çekmektedir.
Ölümünden on yıl sonra Necati Cumalı, şairin bütün şiirlerini ve onun için yazılanları Muzaffer Tayyip Uslu başlıklı küçük bir kitapta topladı.
“Muzaffer Tayyip, Orhan Veli’nin şiire önerdiği ya da şiirini yaptığını söylediği ‘küçük adam’ı ondan daha iyi tanır. Taşrada tam küçük adam yaratan ortamda, yaşamasının verdiği güdüyle daha saf durumunda bulup sunar onu. Ne var ki Muzaffer Tayyip’in küçük adam’ı biraz yalınkattır; sadece para sıkıntısı çektiği için küçük adamdır. Hemen her şiirinde parasızlıktan yakınır; bu yakınmada belli belirsiz bir ‘durumundan hoşnut olma’, hatta övünme payı da bulabiliriz. Bu övünme payı onun hiç yitirmediği, yitirmemeye çalıştığı ‘yaşama sevinci’nden çıkartılabilir. Böylelikle, Türk şiirine getirilen küçük adam miti, daha başlangıçta, bu tipin bütün davranışlarının ilk defa geldiği biçimde kalıplaştırılmasından ötürü ölü doğar, yaşarsa da kendine aykırı bir çeşit mitoman gibi dolaşır aramızda.
“Bu çeşit şiirlerde ‘parasızlık’ bir ‘leit motive’dir. Karşılık görmeyen sevgi, vazgeçilmez bir durumdur; el ele tutuşmak büyük bir mutluluktur; hüzün, ilkel bir alaycılığa dönüşür. Yani bütün bu durumlar ister istemez takınmadır, çünkü ‘şiir adına’ yapılır. Sözgelimi yaşama sevinci ‘kimse benim gibi bir pilakinin tadına varamaz, kimse benim gibi Evadoksiya’yı öpemez’ gibi bir kolaylıkta karar kılar. Yaşama sevincinin gelmişi-geçmişi, bütünlüğü yoktur bu duygulanmalarda, şairlerin önermek istedikleri hümanizmanın temel değerlerini taşımaz.” (Turgut Uyar)
“Muzaffer Tayyip Uslu’nun daha yirmi üç yaşında iken yayımladığı tek kitabı olan Şimdilik çok genç ölen bir şair için önemli bir yapıttır. Bu şiirleri kendi çağına ve ortamına göre değerlendirmek gerekir.
“Muzaffer Tayyip’in yaşadığı yıllarda Türk şiirinde garip akımı egemenliğini bütün gücü ile sürdürüyordu. Genç şair bu akımın etkisinde kalmış olsa da Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’e öykünme yoluna gitmemiş, kendi çizgisinde yürümüştür. Şiirin asıl öğelerine bağlı kalmış, ‘uç’lara kaçmamış, temiz dili, rahat ve kolay gibi görünen usta söyleyişi ile ayakta kalmasını bilmiştir.
“Türk şiirinde en zor ve en az rastlanan özellik lirizmdir. Muzaffer’in yaşadığı dönemde ‘lirizm’ akım olarak bilinmiyordu. Fakat şairimiz bilinçaltı bir sezi yakalamış ve Türk şiirine getirmiştir. Belki de Muzaffer Tayyip Uslu’nun büyük özelliği O’nun gerçek lirik bir şair olmasıdır. Kırk kuşağının bu talihsiz şairi bugün bile yeniyse, hâlâ okunup beğeniliyorsa bunun gizi işte bu özelliğindedir.” (Selahattin Tuncer)
Hasan Ali Ediz kimdir?
Gazeteci-yazar, çevirmen (D. 1905, İstanbul - Ö. 3 Temmuz 1972). Vefa Sultanisinde başladığı ortaöğrenimini Mercan Lisesinde tamamladı (1920). Askerî Tıbbiyede öğrenci iken siyasal eylemlere karıştığı gerekçesiyle Aydınlık dergisi sorumlularıyla birlikte tutuklanarak okuldan çıkarıldı (1923). Moskova’da beş yıl ekonomi ve sosyoloji öğrenimi gördü. 1929’da yurda döndüğünde yeniden bir süre tutuklandı. Yazar ve çevirmen olarak Kurun, Son Posta, Tan, Haber, Cumhuriyet gibi gazetelerde, memur olarak İstanbul Devlet Kitapları Döner Sermaye Müdürlüğünde çalıştı.
Yazı ve çevirileri, çalıştığı gazeteler dışında Kalem, Tercüme, Yeni Edebiyat, Yeditepe’de yayımlandı. Gogol, Gorki, Dostoyevski, Puşkin, Tolstoy, Çehov, İlya Ehrenburg, Cengiz Dağcı gibi Rus yazarlarının yetmiş civarında eserini Türkçeye çevirdi. Ailesi ve Türkiye Yazarlar Sendikasınca 1979’dan itibaren adına çeviri ödülü kondu.
ESERLERİ:
İNCELEME: İspanya’da Neler Oluyor? (1936), Sovyetler’de Stebanof Hareketi (1936), Stalin Diyor ki (1936), Aleksandr Puşkin ve Klâsik Rus Edebiyatı: 1-Hayatı, 2-Edebi Şahsiyeti 3- ve Bir Yazısı: “Maça Kızı” (1937)
ÇEVİRİ: Maça Kızı (Vasıf Onat ile, 1937) - Dubrovski (1937), Biyelkin’in Hikâyeleri (1945) (A. Puşkin’den), Babalar ve Çocuklar (Vasıf Onar ile, 1937) - Duman (1961) (Turganyev’den), Rus Hikâyeleri (1938), Aşk Rüyası (1939) - Benim Üniversitelerim (1941) - Körlerin Türküsü (1943) - Soytarı (1944) - Ekmeğimi Kazanırken (1949) (M. Gorki’den), Bolivar İki Kişiyi Çekemez (1939) - Saf Bir Taşralı (1944) - Hikâyeler (1966) (O’Henry’den), 6 No Koğuş (1940) - Üç Kız Kardeş (1944) - 75.000 (A. Çehov’dan, 1955), Çarın Çizmeleri (1941) - At Hırsızı (1958) (Zoşçenko’dan), Bir Ressamın Hikâyesi ve Diğer Hikâyeler (1943), Aşk, Aşk! Sen Herşeye Kadirsin (1944), Svayk Karakolda (1966) (Y. Haşek’ten), Kaybolan Bacak (K. Çapek, 1953), Suç ve Ceza (F. M. Dostoyevski’den, 1948-59), Cengiz Han (B. Y. Vladimircov’dan, 1950), Drina Köprüsü (İ. Andriç’den, 1963), Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları (S. İ. Aralov’dan, 1967), Anna Karenina (L. N. Tolstoy’dan, 1968-69), Tahran 1943 (V. Berojkov’dan, 1970).
Comments