Mektuplar, gönderen ile alan arasındaki samimi ve bir o kadar da mahrem yazışmalardır. Mahrem olması, kişisellikten kaynaklanıyor. Bir insanın ‘sır’ diye kendisine sakladığı, ama gerek tarafının belli olması gerekse de düşüncelerinin temellendirilmesi açısından ‘biri’lerine aktardığı bilgilerdir.
Belki de sırf bu nedenle bile çok merak edilir, çok ilgi çeker, çok okunur. Bir şeffaflık vardır mektuplarda; “kim ne der” kaygısı güdülmez. Savunma ve/veya saldırı da söz konusu değildir. Zarflandıktan sonra alıcısı tarafından okunan mektuplar kimi zaman her iki tarafın da onayıyla (ama çoğunlukla doğanın kucağına, geri dönülmez, kalıcı yatıya gidildikten sonra) biz okurlara sunulur. Mektuplarda kalan düşünceler, belki bazen savunulamayacak denli uçuk bazen de kabul edilemeyecek denli saçma olabilir. Bunun değerlendirilmesi okurun düş(ünce) gücüne kalmıştır. İyi ki de okura kalmıştır, çünkü istense de o koşullar bir daha oluşturulamaz, oluşturulsa da o düş dillendirilemez. Somut şartların somut tahlili; kim ne derse desin.
Edebiyat, yaşamın öncüsü
Oktay Akbal aramızda değil, çiçek koksun toprağı, ama Hilmi Yavuz bizimle hâlâ, uzun ömürler diliyoruz... İki arkadaş, iki dost, “ağabey-kardeş” iki edebiyatçı olarak yazışmışlar bir süre. Hilmi Yavuz İngiltere (ve Fransa’da) Oktay Akbal ise Türkiye gündemini aktarıyor birbirlerine... Oktay Akbal’dan okuyalım: “Hep edebiyat... Her zaman edebiyat geliyor önde. Bende öyle nedense. Saçma bir şey oysa. Yaşam, edebiyatın önündedir derler. Yazar için tersi bence. Edebiyattır, yaşamın öncüsü...”
Fotoğraf: Alâettin Bahçekapılı
Her ikisi de sadece edebiyat soluyan (ikisini de tanımış olmanın, ikisiyle de televizyon röportajı yapmış olmanın haklı gururuyla), iliklerine dek edebiyat işlemiş yazarımız. Aklıma, Jules Verne’in “Aya Seyahat”, “Denizler Altında Yirmi Bin Fersah” kitapları geliyor. Bırakın sıradan insanları, bu uğura yaşamını vermiş biliminsanlarının bile aklına gelmeyen fütüristik düşünceler bunlar. Hem derler ki, Yerçekimi Yasasını Newton’dan önce bir şair dile getirmişti... O dizelerin etkisiyle bir ağacın altında elmanın düşmesini beklemişti Newton.
Oktay Akbal, Kemal Tahir’in, ödül de kazanan “Devlet Ana”sı için, “Böyle kötü roman az yazılmıştır bence. Bunu söyleyince (böyle denmez, yazılmaz) diyorlar ama kendileri diyorlar” cümlesiyle Baba Tahir (Alangu) ile Rauf (Mutluay) dostları eleştiriyor. Sahi, şimdi, mesela Hilmi Yavuz ne diyor acaba? Merak bu ya... “Yazılacak birçok şey var. Önce şu mahûd “Devlet Ana” olayı... Yunus Nadi Yarışmasını da Kemal Tahir’e kazandırmışsınız. Ama senin Yorgun Savaşçı’ya oy verdiğini sanmam. Öteki romanlar hangileriydi kuzum? Sözgelimi Atilla’nın (Hilmi Yavuz bilir aslında Attilâ (İlhan) olduğunu, yazım hatasına dokunmadım) Kurtlar Sofrası yok muydu yarışmaya katılan romanlar arasında?” diyor. İlerleyen satırlarda, Emil Galip’in (Sandalcı) yazısını çok övgü dolu bulurken Ferit Edgü’nün yazısını çok beğendiğini yazıyor. Bir de ekliyor: “Yanılmıyorsam sen, Haldun Taner’in Şişhane’si dolayısıyla çok övülen yapıtlardan kuşkulanmalı, gibisine bir gözlemde bulunmuştun.”
Uydurma yıkılganlık...
Vedat Günyol’un, Yeni Ufuklar’ında yapılan bir soruşturmaya, Demir Özlü’nün, “1950 kuşağına ‘yıkılmışlığı’ yakıştırmasına tepkisi var Hilmi Yavuz’un... “Nedense böyle yakıştırmalar bana çok özentili, yapmacık, daha da ilerde sahte gelir hep. Neden yıkılmış olalım? Ayakta durmak için savaşmak gerek. Savaşıp yıkılsaydık kimsenin bir diyeceği olmazdı. Ama savaşmadan yıkılmış olduğunu düşünmek, bana çağımıza uymayan bir davranış gibi geliyor” dedikten sonra, düşüncesini “umutsuzluk bir insanlık durumu olur, ama yıkılmışlık insanlık durumu olamaz” diye dile getiriyor.
Şimdi, 55 yıl sonra ikisi gerçek, biri prova, biri post ve adı konulmamış birçok darbenin, hatta tutuklanmasının ardından ne düşünüyor acaba Hilmi Yavuz? Mehmed Kemal miydi, “Kayıp Kuşak” diyen... ona ne demeli? Ya gerçekten kaybedilen 78 kuşağı için?
Oktay Akbal’ın yanıtı ilginç. Kuşak ayrımının olmadığını vurguluyor. Kendisinin ilk kitabının 1946’da yayınlandığını, 1953’te, 1958’de de kitaplarının çıktığını söyleyip soruyor: “Şimdi ben 40-50 kuşağında mıyım?” “Orhan Kemal, Halikarnas (Balıkçısı), Fazıl (Hüsnü Dağlarca) hangi kuşaktan” sahi? “Yıkılmışlığa gelince, sanatçılığın özünde var o zaten, yıkılırsın yıkılırsın yine kalkınırsın. Büsbütün yıkılmak diye bir şey olmaz sanatçıda.”
Fotoğraf: Alâettin Bahçekapılı
Alınteri...
Hilmi Yavuz, babasının, “kişinin alınteri, tanrının alınteridir” dediğini, onun için de çok çalışması gerektiğini aktarıyor bir mektubunda. Üniversite bitirememiş olmanın haklı hüznünü yaşayan Oktay Akbal’a, bir yandan çalışırken üniversitede iki bölüm birden okuduğunu yazıyor. Ama sanki ne çalışması (BBC’dedir) ne de öğrenciliktir öne çıkan. Asıl istenen ve yapılan edebiyattır, şiir yazmaktır, kitap bastırmaktır, oku(n)maktır.
Değişen ne var?
O yıllarda siyasi iktidarın basın ve sanatçılar üzerinde kurduğu baskıları da aktarıyor birbirine iki dost edebiyatçı. Şimdi daha mı iyi sanki! Gözdağı vermek amacıyla gözaltına alınan, tutuklanan yazarlar az mı? Haklısınız, öldürülüyorlar da artık. Egemen erk her zaman kendi çıkarları doğrultusunda, kendisi için kullanır yürütmeyi de, yasamayı da, yargıyı da...
İlgimi en çok “üstad” çekti. Her mektubunu “üstada selam” diye bitiren Hilmi Yavuz, belli ki, Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı üstün tutuyor. Haksız değil kuşkusuz. Birkaç mektubunda sözünü de ettiği Dağlarca’nın şairliğine kim ne diyebilir?
Altı çizilen satırlar...
“Sanki Her Şey Daha Dün Gibi”yi, sevdiğim ve benimsediğim yazar Selçuk Altun verdi, okumaevine uğradığımda. Birkaç satırın altını çizmişti kendisine ilginç gelen veya “Kitap İçin”lerde kullanabileceğini düşündüğü... Birini buraya da aktarmak isterim, kesişiyor düşüncemiz. Oktay Akbal’ın mektubundan: “Geleli on gün kadar oldu. Ama garip bir ruh hali içindeyim. Babıali’den tiksinti geldi artık. Senin zamanından çok daha beter bir yer halinde. (...) 18 gün Sovyetlerde bir ‘yazar’ muamelesi gördükten sonra pek acı geliyor bizdeki ilgisizlik.”
İki yazarın da sadece birbirlerine söyleyebildiği yoksulluk ve yoksunluk çok acı gerçekten de... Hâlâ sürüyor olması daha da acı.
Sanki Her Şey Daha Dün Gibi (Oktay Akbal / Hilmi Yavuz) Yayına Hazırlayan: Sakine Korkmaz Everest Yayınları Nisan 2021, 143 s +albüm
sevgili korkut,bu zarif ve incelikli yazın için yürekten teşekkür ediyorum.şimdi tatildeyim. istanbul'a döndüğümde görüşmek ve teşekkürümü 'vicâhen' tekrarlamak isterim. selâm ve muhabbetle kardeşim...