HaberciGazete
Müşfik Kenter, Semiha Berksoy, Yavuz Çetin, Macit Gökberk, Bergen

Bugün 15 Ağustos. Bergen, Macit Gökberk, Yavuz Çetin, Semiha Berksoy ve Müşfik Kenter'in ölüm yıldönümleri.
BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.
Macit Gökberk kimdir?

Macit Gökberk, felsefe dilinin yalınlaşması, terim karmaşasının giderilmesi ve kavramların sınırlanması alanlarında önemli çalışmalarda bulunan tanınmış Türk felsefecisidir.
Kurtuluş Savaşı komutanlarından Şükrü Naili Gökberk ile eşi Nezire Hanım’ın oğlu Macit Gökberk, 1908’de Selanik’te doğdu.
İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun olduktan sonra 1932’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü Platon’un Theaitetos Diyaloğu üzerindeki bir çalışmasıyla bitirdi. Aynı yıl bu bölüme asistan oldu ve Hans Reichenbach’ın Logik adı altında verdiği dersleri Türkçe’ye aktardı.
1935 yılında doktora çalışmaları için Berlin Üniversitesi’ne gitti. 1940 yılında Prof. Eduard Spranger’in yanında Hegel ve Auguste Comte’da Toplum Kavramı adı teziyle doktorasını verdikten sonra Türkiye’ye döndü ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ndeki görevine devam etti. Aynı bölümde önce doçent(1941), daha sonra da profesör (1949) oldu. 1978 yılında emekliye ayrıldı.
Gökberk’in çalışmaları felsefe tarihi ile dil ve bilgi sorunu olmak üzere iki konuda yoğunlaşmıştır. Felsefe tarihi ile ilgili çalışmalarını topladığı Felsefe Tarihi adlı yapıtı bir Türk felsefecisi tarafından kaleme alınmış ilk kapsamlı felsefe tarihidir.
Anadolu-Yunan felsefesinden yola çıkarak 18. yüzyıl Aydınlanmasına, özellikle de Kant ve Hegel’e uzanan çalışmalarında Hegel’in devlet felsefesi, Kant ve Herder’in tarih anlayışları başlıca odağı oluşturur. Herder’le Kant’ın tarih sorununa getirdikleri çözümü Kant ile Herder’in Tarih Anlayışları adlı yapıtında, Hegel’le ilgili çalışmalarını da Felsefe Arşivi dergisinde yer alan Hegel’in Devlet Felsefesi ve Hegel Felsefesi-Yaşayan Yönleriyle adlı yazılarında sergilenmiştir.
Dil konusunun Gökberk’in felsefe anlayışı içinde özel bir yeri vardır. Düşüncenin üretilmesinde başlıca kaynak olan dil, onu kullananlardan bağımsız değildir; uygarlığın gelişimi ile değişir, kendi kendini yeniler. Gökberk dil ile ilgili bu düşüncelerini Değişen Dünya, Değişen Dil adlı bu yapıtında toplamıştır.
Bu arada felsefe dilinin sadeleşmesi, Türkçe felsefe terimlerinin kurulması, kavramların sınıflandırılması yolunda uğraş vermiştir. 1942 yılında henüz bir öğrenci iken ilk Türk Dil Kurultayı’nı izleyen Macit Gökberk, 1954-1960 ve 1969-1976 yılları arasında Türk Dil Kurumu Başkanlığı yapmıştır.
Macit Gökberk 15 Ağustos 1993 günü İstanbul’da öldü. Eşi Zahide Gökberk (vefat etti), Nilüfer ve Ülker adında iki kızı vardır.)
Her yıl felsefe ve deneme yazıları alanında Gökberk ailesi ve Türkiye Felsefe Kurumu tarafından anısına Macit Gökberk Felsefe Ödülü verilir.
Başlıca yapıtları:
Kant ile Herder’in Tarih Anlayışları (1948)
Felsefe Tarihi(1961), Felsefenin Evrimi(1979)
Değişen Dünya-Değişen Dil
Yavuz Çetin kimdir?

Yavuz Çetin, 1970 yılında Samsun’da dünyaya gelmiştir. Çocukluk yılları, Türkiyenin dört bir yanında, babasının mesleği gereği (gazetecilik) seyahatler ederek geçmiştir. Yavuz Çetini ölümsüz kılacak sanat dalı olan müzik ile, çocukluk yıllarında çaldığı ilk enstrüman olan cura sayesinde tanışmıştır.
Yavuz Çetin cura çalmaya başladığında, henüz on yaşındadır. Curanın ardından ise, bağlama çalmayı öğrenerek, kendisini enstrümanlar konusunda eğitmeye devam etmiştir. Enstrüman kullanmaya bir dönem ara vererek sadece bir müzik dinleyicisi olan Yavuz, duyduğu elektro gitar sesini çok sevmiştir. Türk rock müzik tarihinde kendine yeri doldurulamaz bir nokta yaratacak olan gitar enstrümanı ile, 1985 yılında tanışmıştır. Öncelikle elektro gitar çalmaya başlamış, ardından da Hasan Cihat Örter ile birlikte elektro gitar çalışmalarına başlamış ve bunu sürdürmüştür.
Yavuz Çetin, on yedi yaşına geldiğinde, profesyonel müzik hayatına adım atmıştır. Bu süreçte, İstanbul başta olmak üzere, ülkenin güney bölgelerinde çalışmış ve yaşamını devam ettirmiştir. Eğitim ve öğrenimini de, yine müzik üzerine yaparak, hayatını müzik üzerine inşa etmiştir. Yavuz Çetin, orta öğrenim dönemini Haydarpaşa Lisesi’nde bitirmiştir. Lisede aynı okulda okuyan Ercan Saatçi ile yaptıkları “I Will Cry” isimli şarkı vasıtasıyla, Hey Dergisinin yarışmasını kazanmışlardır. Daha sonrasında, Marmara Üniversitesi Müzik Bölümü’ne kabul edilmiştir. Yüksek öğrenim hayatı boyunca da sürekli olarak elektro gitar çalmıştır. Yıldız Üniversitesinin müzik yarışmalarından da, Labirent isimli grubu ile çok sayıda ödül almıştır. Yavuz Çetin, yoğun çalışmalarından dolayı okuduğu üniversiteyi bitirememiştir. 1990 yılında İstanbulda, Batu Mutlugil, Zafer Şanlı ve Kerim Çaplı ile birlikte “Blue Blues Band” isimli grubu kurmuştur. Grup arkadaşları aynı zamanda yakın müzisyen dostlarıdır. Batu Mutlugil ise, günümüzn sağlam gruplarından Dumanın gitaristi Batuhan Mutlugilin babasıdır. Kurmuş oldukları bu grup ile, özellikle 1970’li yılların rock parçalarını yeniden seslendirmişlerdir.

Çetin, hayatı boyunca etkilendiği rock ve blues ezgilerini, beste ve söz çalışmalarında ortaya çıkarmıştır. Özellikle Jimi Hendrixin parçalarını ve sağlam blues şarkılarını yeniden yorumlamaktan da büyük keyif almıştır. Fuat Güner ile tanıştıktan sonra, stüdyo çalışmalarına ağırlık vermiştir. Bu süreç, 1990’lı yıllara rastlamaktadır. Birçok sanatçının albüm çalışmalarına, gitarı ile destek vermiştir. O albümlerden bazıları ise şunlardır;
* İzel – Bir Küçük Aşk, * Kıraç – Deli Düş ve Bir Garip Aşk Bestesi, * Soner Arıca – Ayrılık, * Turgut Berkes – Miranda ve Mindos parçaları, * Göksel – Sabır parçası
Aynı zamanda, Gokselin Sabır şarkısında gerçekleştirdiği Talkbox performansı, Yavuzu talkbox kullanan ilk Türk gitarist yapmaktadır. Yavuz Çetin, 1996 yılında, MFÖ grubu ile çalışmaya başlamıştır. Grupla birlikte konserle çıkmakta, aynı zamanda da bar müzisyenliğine devam etmektedir. 1997 yılına gelindiğinde ise, ilk albümünün çalışmalarına başlamıştır. Çetin, “İlk” ismini verdiği albümünü, Stop Müzik şirketinden çıkarmıştır. Bu albümde yer alan “Erkeğin Olmak İstiyorum” parçası, buna ek olarak, Sinan Çetinin “Propaganda” filminde film müziği olarak kullanılmış ve Erkan Oğurun perdesiz gitar çalması eşliğinde hazırlanmış “Dünya” isimli enstrümantal parçası, albümün en beğenilen şarkılarıdır. 1999 yılında, TMC Film Müzik şirketi ile anlaşarak, ikinci ve maalesef son albümü “Satılık” için stüdyo çalışmalarına başlamıştır. Aynı yılın Mart ayında piyasaya sürülmesi planlanan albümün söz, müzik ve düzenleme ile ilgili çalışmalarını bitirmiştir. Ancak, acı bir durumdur ki, bitmiş olan bu son çalışmalarının dinleyici kitlesi ile buluştuğuna tanıklık edemeden, hayata veda edecektir.
Sansasyonel İntihar
Yavuz Çetin, Kadıköy “Shaft Rock – Blues & Jazz Club” isimli mekanda sahneye çıkmaktaydı. Gece sahneye çıkıp, gündüz ise “Satılık” adını vermek istediği ikinci albümünün stüdyo çalışmalarını yapmaktaydı. Bu dönemde Çetine, yoğun depresyon teşhisi konulmuş, ancak kısa süreli tedavi sonrasında Çetin taburcu edilmişti. Takvim yaprakları 15 Ağustos 2001 tarihini gösterdiğinde ise, akşamüzeri saat 19.00 civarlarında Yavuz Çetin, Boğaziçi Köprüsünden atlamış ve hayatına son vermiştir. Ölümünün ardından Karacaahmet Camii’sinde cenaze töreni düzenlenmiş, ardından da Anadoluhisarındaki Yeni Mahalle Mezarlığında defnedilmiştir. İntihar olayının ardından yapılan incelemelerde, Yavuz Çetinin 1977 model Peugeot marka aracı, Boğaziçi Köprüsü üzerinde bulunmuştur. Ortaköy ayağına yakın bir yerde bıraktığı, 34 KBP 09 plakalı otomobilinde Yavuz Çetinin ehliyeti, arabasının ruhsatı, 500 Amerikan doları ve 190 milyon Türk lirası, bir takım ilaçlar ve 7 adet anahtar bulunmuştur. Yaşanan bu ani ölüm, başta ailesi olmak üzere, tüm sanat camiasını derin bir yasa boğmuştur.

Yavuz Çetinin cenazesinde, ailesi adına sadece üvey annesi Sevinç Çetin bulundu. 31 yaşında hayata veda eden gitaristin babası gazeteci Erdal Çetin, bu beklenmedik ölüm sonrası derin bir üzüntüye düşüp yıkıldığı için törene katılamadı. Çetinin 1998 yılında boşandığı eşi Didem Çetin ve olay sırasında yedi yaşında olan oğlu Yavuzcan da, törende bulunmayanlar arasındaydılar. Ancak cami avlusu, Yavuz Çetinin ailesi gibi gördüğü müzisyen dostları ile hınca hınç dolup taşmıştı. Yavuzun ardından, en çok “”Yaşamak İstemem Artık Aranızda”” sözleri ile bilinen şarkısı anıldı. Bu şarkının, Yavuzun ölümüne işaret ettiği de söylendi. Popüler kültürden, yozlaşmalardan, taklit ve sahte yaşantılardan sıkılan Yavuz Çetin, bu ruh halini şarkılarına da yansıtmıştı.
“Yaşamak İstemem Artık” şarkısının sözleri;
Sana öğretilen her şey Bana önerilen her şey Bana dayatılan yaşantı İşe yaramaz bir çöplük
Yarattığınız sistemler Kullandığımız yöntemler Yaşamak istemem aranızda
Belki de terslik bende Yapamadım bu düzende Kaçacak delik arar oldum Sürüngenler şehrinde
Eğitilmiş köpekler Doymak bilmez maymunlar Yaşamak istemem artık aranızda
Benden bir ruhsuz yaratmayı Nasıl başardınız Benden bir hissiz yaratmayı Nasıl başardınız Benden bir uyumsuz yaratmayı Nasıl başardınız Benden sizden biri yaratmayı Nasıl başardınız
Yaşamak istemem artık aranızda
Kaynakça: http://tr.wikipedia.org/wiki/Yavuz_%C3%87etin
Semiha Berksoy kimdir?

1910 İstanbul doğumlu olan Semiha Berksoy, sanat kariyerine 21 yaşındayken Türk sinemasının ilk sesli filmi olan İstanbul Sokakları ile başladı. Semiha Berksoy'un annesi Fatma Saime ressam, babası Ziya Cenap Berksoy şairdir. Sanatçı, ses ve güzel sanatlar yeteneğini babasından almıştır.
Daha sonra da ilk Türk operası olan Özsoy'da rol aldı. Bu eserde Mustafa Kemal Atatürk'ün karşısında sahneye çıkan Berksoy, 1939'da da Berlin'de Richard Strauss'un 75'inci doğum günü için düzenlenen etkinlikle Ariadne af Naxos adlı eserde yer aldı. Bu eserde Naxos rolünü üstlenen Semiha Berksoy, bu sayede de Avrupa'da sahne alan ilk Türk prima donna oldu.
Semiha Berksoy, operanın yanı sıra hayatı boyunca resim sanatıyla da aktif olarak ilgilendi. Resim yapmaya hiç ara vermeyen Berksoy'un eserleri İstanbul'un yanı sıra Venedik ve Şangnay bienallerinde de sergilendi.
2004 yılında hayata veda eden Semiha Berksoy'un Ercüment Siyavuşoğlu ile evliliğinden dünyaya gelen kızı Zeliha Berksoy da Türk sanatının önemli isimlerinden biri.
Türkiye'de modern kültürel tarihin önemli isimlerinden biri olan opera sanatçısı ve ressam Semiha Berksoy'un tabloları Londra'daki Frieze Masters 2018 sergisinde yer almıştı.
“SEMİHA TÜRK KADIN SESİNİN PIRLANTASIDIR”
Bir programa konuk olarak katılan Zeliha Berksoy, Nazım Hikmet'le annesinin aşkla başlayan dostluklarını ve dönemin bilinmeyenlerini anlatmıştı:
Nazım'a heyecan veren kadınlar var. Mesela annemle 1934'te aralarında bir şey yaşanıyor. Çünkü Semiha çok zeki, cingöz, yetenekli. Aralarında derin bir tutku var. Semiha, bu tutkudan Berlin Müzik Akademisi'ne kaçarak kurtuluyor. Nazım ona “Ben istemezsem gidemezsin ama sana izin veriyorum. Çünkü sesin çok güzel.” diyor. 1940'ta annem döndükten sonra Çankırı Hapishanesi'ne gidiyor ve başka bir adama aşık olduğunu Nazım'a söylüyor. Nazım da “Evlenme, burdan çıkınca seninle oturacağım” diyor. Daha sonra annem evleniyor, Nazım'la babam da çok yakın arkadaş oluyorlar. Annemle Nazım'ın aşkla başlayan dostlukları da Nazım ölene kadar sürüyor.
Semiha Berkosy ile “sanat” vesilesiyle tanışan ve kimi zaman aşka evrilen bir yakınlık kuran Nazım Hikmet, ünlü opera sanatçısından“Pırlanta ne kadar toz toprak içine atılsa günün birinde yine pırlantalığını belli eder ve hakkını ister. Semiha bizim Türk kadın sesinin pırlantasıdır.” sözleriyle bahseder.
Müşfik Kenter kimdir?

Oyuncu Müşfik Kenter, 9 Eylül 1932'de İstanbul Üsküdar'da, diplomat Ahmet Naci Kenter ve İngiliz Olga Cynthia (Nadide) çiftinin en küçük çocuğu olarak dünyaya geldi. Babasının Ankara'ya taşınmasıyla Cebeci semtinde oturdular. İltekin İlkokulu'ndan mezun olan Kenter, daha sonra Cebeci Kurtuluş Ortaokulu, ardından da birinci sınıfta terk edeceği Atatürk Lisesi'ne gitti. 1947'de Ankara Devlet Tiyatrosu Çocuk Bölümü'nde tiyatroya başladı. Liseyi terk ederek, abisinin de teşviki ile 1950 senesinde konservatuvara girdi. Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nde gördüğü eğitimi 1955 yılında yüksek derece ile bitirdi ve devlet tiyatrosuna girdi. Sanat yaşamı, devlet tiyatrosunda oynadığı Oğuz Ata oyunu ile başladı. Müşfik Kenter kendini işe o kadar verir ki, Ankaragücü ve Gençlerbirliği'nde lisanslı basketbol oyunculuğundan bile vazgeçer.
''SİTE TİYATROSU''NU KURDU
Kendinden büyük 4 kardeşi daha olan usta oyuncu, 1959 yılında devlet tiyatrosundan ayrıldı, İstanbul'a giderek kardeşi Yıldız Kenter ile beraber ''Küçük Sahne''de oynamaya başladı. Şükran Güngör ve Kamuran Yüce ile bu dönemde bir araya geldiler ve dörtlü olarak birlikte uzun yıllar tiyatro yaptılar. 1960-1961 yılları arasında ''Site Tiyatrosu'nu kurdular. 1962'de adını ''Kent Oyuncuları'' olarak değiştirdiler. İki kardeş ve Şükran Güngör, 1968'de İstanbul Harbiye'deki ''Kenter Tiyatrosu'' binasının inşaatını tamamladılar. Açılışta da ''Kent Oyuncuları'' adlı bir dergi çıkardılar. Tiyatroyu yapmaları tüm paralarını ortaya koymalarını, büyük bir turne ile Anadolu'yu gezmelerini ve bir koltuk satma kampanyası ile destek toplamaları gerektirdi. İonesco'nun yazdığı, "Sandalyeler" gibi seyircinin pek de kolay anlayamayacağı düşünülen oyunları, kolaylıkla sahneleyip, aylarca kapalı gişe oynadılar.

OYUNCULUĞA ADANMIŞ BİR ÖMÜR
Müşfik Kenter'in kurucusu olduğu ''Kent Oyuncuları'', bugün Türkiye'nin birçok sanatçısı tarafından ekol halini aldı. Yıldız ve Müşfik Kenter, meslek yaşamlarının başlangıcından bu yana sahne hocalığı da yaparak, bütün birikimlerini tiyatroya aktarmaya, tiyatroya katkılarını arttırmaya çalıştılar. Yaşamının sonuna kadar da Kenter, tiyatronun yanı sıra ''Akademi Kenter'' adıyla sanatçılık eğitimi verdi. İngiltere, Amerika, Fransa, Almanya, Yugoslavya, Kıbrıs gibi bir çok ülkede oyunlar sergiledi. Müşfik Kenter İngiliz Kültür Heyeti ve Rockefeller`den burslar alarak Amerika ve İngiltere`de tiyatro araştırmaları yaptı ve incelemelerde bulundu.
''EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU''
Kenter, 100'ün üzerinde tiyatro oyununda oynamasının yanı sıra sinema oyunculuğu da yaptı. 1966 Antalya Film Festivali'nde, ''Bozuk Düzen'' filmiyle "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" ödülünü kazandı. Yerli ve yabancı TV filmlerinde seslendirme yaptı. Şimdiye kadar Vincent Van Gogh , Bir Garip Orhan Veli, Aziz Nesin'in Çiçu'su, Savunma, Nazım Hikmet'in Kuvayı Milliye'si, Atatürk'ün Nutuk'u gibi tek kişilik oyunlar oynadı. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı'ndan emekli olduktan sonra, Haliç Üniversitesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü Başkanlığı'nı ve Bakırköy Belediyesi Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmenliği görevlerinde bulundu.
KANSER NEDENİYLE HAYATINI KAYBETTİ
Hayatını oyunculuğa adayan Müşfik Kenter, 23 şubat 1963'de bir buçuk yıldır ayrı yaşadığı ilk eşi Oya Kenter'den boşandı. Ve iki yıl sonra Esin Şerbetçi ile evlendi. Elvan adında bir kızı olan Kenter'in bu evliliği de boşanmayla sonuçlandı. Ardından Mehlika Kenter ile evlenip ayrıldı. Melissa adında bir kızı ve Mahmut adında engelli bir oğlu oldu. Gülsüm Kamu ile kısa bir evlilik yapıp ayrıldıktan sonra Kadriye Kenter ile 1976 yılında evlendi ve çiftin Balam adında bir oğulları oldu. Dört çocuğu olan Kenter, akciğer kanseri ve buna bağlı gelişen akciğer enfeksiyonu nedeniyle 7 Ağustos 2012 tarihinden beri tedavi gördüğü İstanbul Çağlayan Florence Nightingale Hastanesi'nde 15 Ağustos 2012 tarihinde 80 yaşında hayatını kaybetti.
Bergen kimdir?

Asıl adı Belgin Sarılmışer veya bilinen adıyla Bergen Türk arabesk- fantezi şarkıcısıdır. 14 Ağustos 1989 tarihinde Adana'nın Pozantı ilçesinde hayatını kaybetmiştir. Bergen 7 yaşındayken, anne ve babasının boşanması neticesinde annesi Sebahat Çakır’la 1966 yılında Ankara‘ya taşındılar. Yenimahalle Yunus Emre İlkokulu’nu bitirdikten sonra Ankara Devlet Konservatuarı Piyano bölümüne girdi ama maddi sıkıntılar nedeniyle ayrılıp yaşını büyülterek bir süre 1976 yılında PTT‘de memur olarak çalıştı. Bu dönemde yaşadığı bir aşk hadisesi yüzünden PTT’deki işini de bırakmak zorunda kaldı. 1977 yılında dayısının oğlu Göksel Sarılmışer ile Mersin’de evlendi, 4 yıl evli kaldı. 1981 yılında boşandı. Harkek çocuğu oldu boşandığında çocuğunu kocası alıp birlikte Hollanda‘ya gitmiştir.
BERGEN HALİS SERBEST İLE EVLİLİĞİ Ankara’dan sonra iş için 1981 yılında Adana’ya giden Bergen, burada Halis Serbes‘le tanıştı ve bir yıl sonra da 1982 yılında evlendi. Aslında mafyalaşmış müzik piyasasının Bergen’i elinde tutmak adına Halil Serbest isimli bu şahsı kullanarak düzmece bir karı-koca senaryosu uyduruldu, resmiyette hiç evlenmedi.

BERGEN'İN YÜZÜNE KEZZAP ATILMASI OLAYI 1982 yılında Atlas Plak’tan ilk longplayı olan “Şikâyetim Var”ı çıkardı. Kocasından şiddet görmeye dayanamayan Bergen, birçok kez eşinden kaçtı. Ekim 1982’de İzmir‘de çalışırken sahnede kocasının azmettirmesiyle yüzüne kezzap atıldı. 31 Ekim 1982’de İzmir Alsancak’daki New York Gece Kulübünde çalıştığı sırada kocası tarafından yüzüne attırılan bir kova dolusu kezzap sonucu iki gözünü de kaybetti. Vücudun büyük bir kısmı da yandı. Daha sonra sol gözü görme yetisi kazandı. Sağ gözünün hasarı yüzünden saçlarını sağ gözünün üzerine atmasıyla, bazense güneş gözlüğüyle olan imajıyla akıllarda kaldı. Halil Serbest iki aylık firardan sonra yakalanıp tutuklanarak İzmir Buca kapalı Cezaevine konuldu Bergen, tedavi sonrası Kibariye‘yi meşhur eden “Kimbilir?” şarkısının bestecisi Cengiz Özşeker tarafından ikna edilip Özşeker’in sahibi olduğu İzmir Pırlanta Pavyon’da 1985 yılına kadar sahneye çıktı. 1985 yılında plak yapımcısı Yaşar Kekeva‘nın daveti ile İstanbul‘a giderek “İnsan Severse” adlı longplay’i çıkardı. Daha sonra 1986 yılının sonlarına doğru yaptığı “Acıların Kadını” ile şöhrete kavuştu. Albümün çok beğenilmesiyle plak şirketi tarafından Nisan 1987’de “1986 yılı Albümü En Çok Satan Arabesk Kadın Sanatçı” unvanıyla Altın Plak ve Altın Kaset‘le ödüllendirildi. Albümleri yayınlanırken bir taraftan da konser ve sahne çalışmalarını sürdüren Bergen sahneye çıkarken yanmış gözünün üstüne saçının bir perçemini atarak acılarını olmasa bile yüzünü kamufle ediyordu. 1987 yılında Ülkü Erakalın‘ın senaryosu ve yönetmenliğiyle “Acıların Kadını” filminde Yalçın Gülhan, Asuman Arsan ve Meral Niron‘la başrolde oynadı. Şarkılarıyla halk tarafından çok beğenilen Bergen, 1987 yılında konser için gittiği Adana’da uğradığı bıçaklı saldırıdan son anda kurtuldu. Bir dönem sahneye de çıkmayı bıraktı. Nisan 1989’da kocasından da resmen boşandı.
BERGEN NASIL ÖLDÜRÜLDÜ Haziran 1989’da sahnelere tekrar çıkmaya başladı. Bu arada “Yıllar Affetmez” adlı albümünü yaptı. Albümün tanıtım turnelerinde Adana Pozantı’dayken 14 Ağustos 1989 tarihinde boşandığı eşi Halis Serbes tarafından kurşunlanarak 30 yaşında öldürüldü. Memleketi Mersin‘e gömüldü. Anadolu turnesi kapsamında Samsun‘dan Kayseri‘ye geçen Bergen, buradaki çalışmasını tamamlayarak Mersin‘e gitmek için yola çıkar. Boşandığı eşinin kendilerini takip ettiğini fark eden sanatçı ve annesi emniyeti arayarak durumu bildirir, tedbir alınacağını öğrenince yollarına devam ederler. Tarsus–Pozantı E-5 karayolunun Çamalan Yaylası mevkiindeki Gülek Kasabası’nda bulunan Aspava Lokantası’nda gece 04:00 sularında Halis Serbes, Bergen ve annesinin karşısına çıkar. Halis Serbes ile tartışan Bergen, arabaya binmek üzere hareket ettiğinde Halis Serbes’in silahından çıkan altı kurşunun hedefi olur ve aracın şoför koltuğuna kanlar içinde yığılır. Bergen’in annesi Sabahat Çakar’ı da 3 kurşunla yaralayan Halis Serbes kaçar. Olay yerinde hayatını kaybeden Bergen’in naaşı Tarsus Devlet Hastanesi morguna kaldırılır. Anne Sebahat Çakır’sa yoğun bakımda tedaviye alınır. Olaydan birgün sonra Mersin’deki Akbelen mezarlığında toprağa verilir. Bergen’in katili Halis Serbes, Almanya‘da yakalanır. Türk makamları Serbes’in iadesi için çalışma başlatılarak Ağustos 1991 tarihinde Türkiye’ye getirilir. 12 Mart 1992 tarihinde çıkarıldığı mahkemede 1 yıl 3 ay hüküm giymesine rağmen zaman aşımı, Almanya’da mahkûmiyet süresi gibi “hafifletici sebeplerle” 7 aylık bir mahkûmiyetle serbest bırakılır. Mahkeme çıkışında karara isyan eden anne Sebahat Çakır’ın ” Kızımın mezarda kemikleri sızlayacak, beni de tehdit ediyorlar” şeklindeki demeçleri basında yer alır. Halis Serbes şimdi Adana’da serbest meslek sahibi. İkinci eşinden olan dört çocuğuyla birlikte mutlu mesut bir şekilde yaşamaktadır. 1994 yılında fotoğrafçı Bennu Gerede‘nin annesi yönetmen Canan Gerede‘nin yönettiği “Aşk Ölümden Soğuktur” isimli bir filmde Bergen‘in hayatı anlatıldı. Tuncel Kurtiz‘inde rol aldığı filmde Kadir İnanır “Ali” ismiyle Halis Serbes’i, Bennu Gerede ise “Belgin” adıyla Bergen’i canlandırdı.