
Bugün 17 Haziran. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, yazar Peride Celal ve oyun yazarı Recep Bilginer, tiyatro yönetmeni Başar Sabuncu, siyasetçi Refik Koraltan ve sanatçı Metin Milli’nin ölüm yıldönümleri.
BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.
Süleyman Demirel kimdir?

1924’te Isparta’nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy’de doğdu. İlköğrenimini doğduğu köyde, ortaokul ve liseyi Isparta ve Afyon’da bitirdi. Şubat 1949’da İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı yıl Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde göreve başladı.
SÜLEYMAN DEMİREL’İN HAYAT HİKAYESİ
Sulama ve elektrik konularında araştırma yapmak üzere ABD’ye gönderildi.
1954 yılında Devlet Su İşleri Barajlar Dairesi Başkanlığı’na, 1955 yılında da Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne atandı. 1960–1962 yıllarında serbest müşavir ve mühendis olarak çalıştı. Orta Doğu Teknik Üniversitesinde öğretim görevlisi oldu.
Siyasî yaşamına, 1962 yılında, Adalet Partisi Genel İdare Kurulu üyeliği ile başladı. 28 Kasım 1964’te bu partiye genel başkan seçilmesinin ardından, kurulmasını sağladığı ve Şubat-Ekim 1965 aylarında görev yapan koalisyon hükûmetinde Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı olarak görev aldı.
10 Ekim 1965 genel seçimlerinde Isparta Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi ve seçimlerde Adalet Partisi’nin tek başına iktidar olması üzerine Türkiye’nin 12. Başbakanı olarak hükûmeti kurdu. Süleyman Demirel 4 yıl süren bu hükûmetten sonra 1969, 1970, 1975, 1977 ve 1979 yıllarında 5 kez daha hükümet kurdu.
12 Eylül 1980’de gerçekleşen askerî müdahale üzerine görevden uzaklaştırıldı ve yedi yıl yasaklı olarak siyaset dışı kaldı. 6 Eylül 1987’de yapılan halk oylaması ile siyasî yasaklar kaldırılınca Süleyman Demirel 24 Eylül 1987’de Doğru Yol Partisi Genel Başkanlığı’na seçildi. 29 Kasım 1987’de yapılan genel seçimlerde Isparta milletvekili olarak yeniden TBMM’ye girdi. 20 Ekim 1991’de yapılan genel seçimler sonrasında Doğru Yol Partisi ile Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin oluşturduğu 49. Hükûmet’te başbakan olarak görev aldı.
16 Mayıs 1993’te, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye’nin 9. Cumhurbaşkanı seçildi. Demirel, 16 Mayıs 2000 günü görev süresini tamamlayarak cumhurbaşkanlığından ayrıldı.
1948 yılında Nazmiye Hanımla evlendi.
Süleyman Demirel, 17 Haziran 2015 günü 91 yaşında vefat etti.

SÜLEYMAN DEMİREL’İN UNUTULMAZ SÖZLERİ
“Neresini sıkacaktım”
60’lı yıllar… Kıbrıs meselesi nedeniyle İngiltere’yle Türkiye’nin arası kötü. Tam da bu sırada Demirel İngiltere’ye ziyarete gidiyor. Dönüşte gazetecilerle arasında geçen diyalog ise şöyle:
-Efendim, neden İngiliz Dışilişkiler Bakanı’nın elini sıktınız?
-Neresini sıkacaktım kardeşim?
Ege bir Türk gölü değildir
Süleyman Demirel’in başbakan olduğu bir dönemde, 12 ada konusunda Yunanistan ile yine sorun yaşanmış, karşılıklı kılıçlar çekilmişti. Ertesi gün kabine toplanmış ve toplantı uzun saatler sürmüş. Dışarıda gazeteciler merakla yapılacak olan açıklamayı bekliyor:
– Sayın Başbakan, Yunanistan Ege Denizi’nin bir Yunan gölü olduğunu iddaa ediyor. Cevabınız ne olacak?
– Ege bir Türk gölü değildir. Ege bir Yunan gölü de değildir. Ege zaten bir göl de değildir!
“Benzin vardı da biz mi ictik? ”
Süleyman Demirel’in, zamanında benzin yokluğu hakkında kendisine gazetecilerden yönelen sorulara verdiği efsanevi cevap. Bu cevap şöyle devam etmiştir: “Su mu daha değerlidir benzin mi? Tabii ki su, benzin içilmez ama su içilir.”
“70 sente muhtacız ! ”
Türkiye’de 70’lerin sonunda yaşanan ekonomik krize atfen sarf edilmiştir. Demirel, dış ticaret açığındaki artışı ve döviz darboğazını bu sözle ifade etmiştir.
“Yedi kere geldim” “Ben altı kere gittiysem yedi kere geldim” Başbakanken bir programda kendisine “Sizi o bulunduğunuz yerden altı defa indirdiler, hala orada nasıl duruyorsunuz?” diyen gazeteciye verdiği cevap…
Beşiktaş’ı niye sormuyorsun?
Süleyman Demirel’e Fenerbahçeyi mi, yoksa Galatasarayı mı tuttuğunu soran muhabire verdiği yanıt.
“Bana, ‘Milliyetçiler adam öldürüyor’ dedirtemezsiniz.
Demirel’in belki de hayatında en çok tepki çeken sözüdür.
“Yollar yürümekle aşınmaz”
Demirel bu sözü, 8 kasım 1968’de AP Ankara İl Kongerisinde sokaklara dökülen halk için söylemiştir. Daha sonra da “kimse beni yanlış çıkarmak için , bakalım yollar yürümekle eskir mi diyerek daha fazla yürümemiştir” diye geliştirmiştir.
Kimin aklına gelir patlayacagı? Kırıkkale’de cephane fabrikası patlamıştır. neden önlem alınmadığı gazete manşetlerininden inmezken Demirel kendi uslübuyla olayı bu sözleri ile değerlendirir.
“Ben bir gün evimde otururken Çankaya’ya çıkayım diyerek çıkmadım.”
“İcabı varsa feminizim fevkalade bir şeydir”
Duygu Asena’nın ilk popüler olduğu dönemlerde kendisine konu hakkındaki düşünceleri soruldu. Demirel: “Bunun icabı vardır veya yoktur bu ayrı bir mesele… İcabı yoksa fuzuli bir şey yapılmış olmaz yine de… İcabı varsa feminizim fevkalade bir şeydir”
Yarın güneş doğacak mı?
24 şubat 1993, Başbakan: Kontrgerilla tartışması kadar Türkiye’de havanda su dövülen bir konu yoktur. Deniyor ki, araştıralım. O zaman her şeyi araştıralım, yarın güneş doğacak mı diye araştıralım”
Derin devlet Muhabir: Efendim, derin devlet nedir? Demirel: Derin devlet, normal devletin raydan çıkmış halidir.
Kan döken insanlara …
Bir kış PKK ateşkes ilan ettiğinde o vazgeçilmez üslubuyla devletin bakış açısını çok güzel özetler: “Kan döken insanlar ‘biz kan dökmekten vazgeçtik’ derlerse, ‘iyi yaptınız, alın size bir mükâfat verelim’ denmesi mümkün değil. Kan döken insanlara ‘aman vazgeçmeyin, kan dökmeye devam edin’ demek de mümkün değil. Kan döken insanlar bundan vazgeçerlerse, bu iyi olmadı demek de mümkün değil.”
Dört kaz teslim etsen, akşama üçünü kaybedip gelir (1980 öncesinde Bülent Ecevit’e)
“Enkaz devraldık.”
Artık bu cümleyi sarf etmeyen hükümet kalmadı. Seçilir seçilmez ilk olarak “enkaz devraldık” diyorlar ama bu cümleyi siyasi hayatımıza ilk sokan Demirel’in ta kendisidir…
Kırk günde kabak yetişmez. (1978’de CHP’nin 40 günde Türkçe bilmeyen öğretmenleri alıp öğretmen yapması için demiştir.)
Onu işte ben yaptım!
Üniversite ziyaretlerinden birinde sol görüşlü bir öğrenci Demirel’i sıkıştırmaya çalışır.
– Türkiyede yapılan her türlü işi sahiplenmek gibi bir adetiniz var… – Sen nerde oturuyorsun? – Niye ki? Kadıköy’de! – Hah işte buraya her gün gelmek için üstünden geçtiğin köprü var ya – Ee evet – Onu işte ben yaptım!
“Dün dündür, bugün bugündür…”
“Gap’ı kimseye gap diye gaptırmam.”
“Verdimse ben verdim” (Ilksan skandalında usulsüzlüğe konu olan para için)
Çay’a yapılan zam değildir. Kalite ayarlaması yapıldı. Çayın kalitesi yükseltildi. (Çay’a yapılan zammı soran muhabirlere)
“Dünkü güneşle bugünkü çamaşır kurutulmaz.”
Memlekette gaz vardır. (Gaz sıkıntısı için hükümet ne gibi önlemler alıyor diye soran gazeteciye)
Kim ödeyecek 350 Milyar Lira zararı? Ben öderim diyen bir babayiğit çıksın göreyim, devlet öder diyen çıksın göreyim. Nereden öder devlet 350 milyar lira zararı? (24 Ocak 1980 tarihli basın toplantısından)
Süleyman Demirel ve ayrılmadığı şapkası ile ilgili sözleri
*Benim şapkam tatilde de çalışır
*Bu şapkayı millet yarattı gardeşim”
*Bu fötr şapkayla 6 defa gittim, 7 kere geldim.
*Bu şapka demokrasinin sembolü olmuştur

Peride Celal kimdir?
Peride Celal 1916 yılında İstanbul’da doğdu. Saint Pulchérie Fransız Okulu’nda okudu. Bir süre İsviçre’de Bern’de Basın Ataşeliği’nde çalıştı. Yazı hayatına Yedi Gün dergisinde yayımladığı bir öyküsüyle başladı (1935), bunu Son Posta, Cumhuriyet, Tan, Milliyet gazetelerindeki öykü, röportaj ve romanları izledi.
Yazı hayatının ilk on beş yılında aşk ve serüven romanlarıyla tanındı. Bu romanlar arasında Sönen Alev (1938), Yaz Yağmuru (1940), Ana Kız (1941), Kızıl Vazo (1941), Ben Vurmadım (1942), Atmaca (1944), Aşkın Doğuşu (1944), Yıldız Tepe (1945), Dar Yol (1949) vardır.
Daha sonra Peride Celal’in yazarlığında büyük bir dönüşüm gerçekleşti. Bu yeni dönemde daha gerçekçi, daha toplumsal bir bakışla yazdı: Üç Kadının Romanı (1954), Kırkıncı Oda (1958), Gecenin Ucunda (1963), Güz Şarkısı (1966), Evli Bir Kadının Günlüğünden (1971), Üç Yirmi Dört Saat (1971), Jaguar (1978), Bir Hanımefendinin Ölümü (1981), Pay Davası (1985), Üç Kadın (1987), Kurtlar (1991), Mektup (1994), Melahat Hanım’ın Düzenli Yaşamı (1999), Deli Aşk (2002).
Peride Celal, Üç Yirmi Dört Saat adlı romanıyla 1977 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü, Kurtlar adlı romanıyla da 1991 Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandı. 1996’da Selim İleri’nin hazırladığı ve on dokuz yazarın katıldığı Peride Celal’e Armağan adlı kitap yayımlandı.

Recep Bilginer kimdir?
1922 yılında Adana’da doğan Recep Bilginer. Konya Lisesini bitirdi. Liseden sonra İstanbul Gazetecilik Enstitüsü’ ne devam etti. Mezuniyetinden sonra, Vatan Gazetesinde çalışmaya başladı. Çeşitli gazeteleri ve dergileri çıkartan yazar, düşünce ve Yeni Çağ isimli dergileri de çıkartan yazar, edebiyata şiirle başlamış, bunu tarihsel oyunlar izlemiştin Yunus Emre İlme Hizmet Vakfı Ödülü ve Türk Dil Kurumu Oyun Ödülü sahibi olan yazar 2005 yılında hayata gözlerini kapatmıştır.
Edebi Kişiliği:
Yazdığı oyunlarla edebiyat dünyasına damga vurmuş bir sanatçıdır.
Edebî yaşamı okuduğu okulda yazdığı hasret şiirleriyle başlamış, daha sonraları da dergi ve gazetelerde yazılar kaleme almıştır.
Ona göre tiyatro, şiir, roman söz sanatıyla toplumdaki kötülüklere hücum etme sanatıdır.
Tiyatrolarının az sözcükle çok düşünce dile getirdiğini söyleyen sanatçı bu yönüyle bu türü özellikle roman türünden ayırmıştır.
Yazdığı tiyatroları için hazırlıklar yapan ve araştırmalara yönelen bir sanatçıdır.
Recep Bilginer tiyatrolarının bir çoğunda halkın gönlüne yer etmiş şahısları anlatmıştır.
Gazetecilik yönü önemlidir, gücünü gazetecilikten alır.
Tiyatrolarda toplumsal aksaklıkları işler.
Köy konusunu işlemiş, köylülerin sorunlarını yansıtmıştır.
Çoğunlukla Güney Anadolu köylerinde yaşananları anlatır.
Eserleri:
Tiyatro: Yunus Emre, Mevlana, Parkta Bir Sonbahar Günüydü, Gazeteciden Dost, İsyancılar, Ben Devletim, Sarı Naciye, Utanç Dünyası, Sevdiğim Adam, Karım ve Kızım, Son Misafir
Roman: Politikada Bir Sarı Çizmeli
Başar Sabuncu kimdir?

Başar Sabuncu, 1943 yılında İstanbul'da doğdu. 1961'de ilk amatör tiyatro oyunculuğu deneyimleri yaşadığı Saint Joseph Lisesi'ni bitirdi. Bir süre Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi, sonra İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünde sürdürdüğü eğitimini bırakarak, tiyatroculuk serüvenine atıldı. Birkaç yıl özel tiyatrolarda oyunculuk yaptı. Ardından çalışmalarını yazarlık ve yönetmenlik alanlarında yoğunlaştırdı. İlk oyunu Kargalar, 1962'de Devlet Tiyatrosu'nca sahnelendiğinde, 19 yaşındaydı. 1964-1969 yılları arasında TRT Ankara Radyosu tiyatro bölümünde görev aldı; aralarında İlyada, Don Kişot, Goriot Baba gibi başyapıtların da bulunduğu 18 yapıtı radyo için oyunlaştırdı; 100'ü aşkın radyo oyun dizisini yönetti. 12 Mart 1971 darbesinnden sonra, bir süre yurt dışında yaşamayı yeğledi. Fransa'da iki yıl tiyatro araştırmalarının ardından, Türkiye'ye dönüşünde, Muhsin Ertuğrul'un çağrısı üzerine, 1974'te yönetmen olarak İstanbul Şehir Tiyatroları'na katıldı. Kurumda "Yerinden Yönetim"'in uygulanmasına öncülük etti. Üsküdar ve Fatih sahnelerinin sanat yönetmenliği görevlerini üstlendi. Çok uzun bir ayrılıktan sonra Nazım Hikmet'i yeniden Şehir Tiyatrosu seyircileri ile buluşturdu. 12 Eylül 1980 darbesini izleyen günlerde, 1402 sayılı yasa uyarınca kurumdaki görevine son verilmesinin ardından, Berlin'de, Schaubühne Tiyatrosu'nda İşgal oyununu yönetti. 1982-1983 yıllarında ise, Sururi-Cezzar Tiyatrosu'nda, özgün oyun Kaldırım Serçesi ile Şan Tiyatrosu'nda Brecht düzenlemesi Şvayk Hitler'e Karşı ve Prosper Mérimée uyarlaması Kan ve Gül (Karmen) müzikli oyunlarını sahneledi. Aynı dönemde, "Aydınlar Dilekçesi" kapsamında, askeri mahkemede yargılandı. Sonraki yıllarda sinema çalışmalarına ağırlık verdi. İlk beş senaryosu başka yönetmenlerce perdeye taşındı. 1985'ten başlayarak, kendi senaryolarından, altı film gerçekleştirdi. Çok sayıda uluslararası şenlikte Türkiye sinemasını temsil etti. 1988'de Londra'da British Film Institute; 1991'de Paris'te Fransız Sinematek'i; 1992'de Montpellier Festivali tarafından, adına tüm filmlerinin gösterildiği saygı haftaları düzenlendi. 1988'de, uzun bir yasal savaşımın ardından, Şehir Tiyatroları'na döndükten sonra, bu kurumda ve Devlet Tiyatroları ile özel tiyatrolarda 30'u aşkın tiyatro yapıtının yönetmenliğini üstlendi. Şehir Tiyatrosu'nun İstanbul Belediyesi karşısındaki "sanatsal bağımsızlığı" konusunda, yönetimle ilkesel anlaşmazlık nedeniyle, 2004'te emeklilik yaşını beklemeden, kurumdan ayrıldı. Racine, Marivaux, Brecht, Genet, Kovaçeviç'in kimi oyunlarını Türkçeye çevirdi. Tiyatro ve sinema alanlarındaki çalışmaları, tiyatro yazarlığı / tiyatro yönetmenliği / senaryo yazarlığı / film yönetmenliği / çevirmenlik / sahne tasarımı olmak üzere, 6 farklı dalda -3'ü uluslararası- (Londra 1969, Bastia 1989, Ohrid 1997) çok sayıda ödülle değerlendirildi. 17 Haziran 2015 tarihinde hayatını kaybeden Sabuncu'nun cenazesi Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi.
Refik Koraltan kimdir?

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışıyla başladığı siyasi hayatında daha çok Demokrat Parti’nin kuruluş süreci ve iktidarıyla ismi öne çıkan Refik Koraltan, 22 Nisan 1889’da Divriği’de dünyaya geldi. Saraygiller ve Muhsin Paşazade şöhreti ile tanınan ailesinin kökenleri doğduğu şehirde hüküm süren Mengüceklilere dayanmaktadır. Divriği’de başladığı eğitimine İstanbul’da Mercan İdadisine kayıt yaptırarak devam etti. Ortaöğrenimi sonrası öğretmenlik ve doktorluk mesleğine yönelmeyi düşündü fakat kendisinin bu mesleklere uygun olmadığı kanaatine vararak hukuk alanına yöneldi. Ardından Darülfünun-i Osmanînin hukuk şubesi sınavlarına girerek kazandı. Yükseköğrenimde okuduğu dönem tam da II. Meşrutiyet’in ilan sürecinin yaşandığı çalkantılı yıllardı. Yükseköğretim yıllarında dönemin siyasi ve sosyal gelişmelerinin de etkisiyle milliyetçi grupla birlikte hareket etti ve “Türk Cemiyeti” isimli bir cemiyetin de kurucuları arasında yer aldı.
1910 yılında hukuk eğitimini tamamlamasından sonra Bursa Bidayet Mahkemesi Savcı Yardımcılığı ilk görevi oldu. Bursa günlerinde sonraki yıllarda uzun süre birlikte siyaset yapacağı İttihat ve Terakki’nin vilayet teşkilatında görevli Mahmut Celal (Bayar) Bey ile tanıştı. 1913’te savcı olarak Gelibolu’ya atandı. Buradaki görevi sırasında Birinci Dünya Savaşı başladı ve bu şehirde savaşın tesirlerine şahit oldu. Adli hizmetinin yanında şehir ve köylerde millî bilincin oluşması için çeşitli faaliyetlerle birlikte 27. Alay’daki askerlerin vatan sevgisini artırmaya dönük konuşmalar yaptı. Şubat 1915’te Tekirdağ’dan Eceabad’a giderek Seddülbahir savunması için görevlendirilen 19. Tümen’in Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in karargâh olarak kullanacağı ve kalacağı binanın hazırlanmasıyla bizzat ilgilendi. Dahası burada Yarbay Mustafa Kemal ile tanışma fırsatı buldu. Çanakkale Savaşı’nın şiddetlendiği günlerde istemese de Karaman Bidayet Mahkemesi’ne atandı. Bir yıl sonra askerlik hizmetini sağlık koşulları gereği cephe gerisinde tamamlamak için Konya Divan-ı Harp Mahkemesi’nde savcı olarak görevlendirildi. 18 ay süren bu görevi sonrası Ağustos 1917’de İstanbul’a döndü. Bir süre dinlenme ve dostlarıyla görüşmek şeklinde geçen İstanbul günlerinin ardından memuriyetini emniyet hizmetlerinde sürdürme kararı aldı. Bu kapsamda Şubat 1918’de Mersin Emniyet Müfettişliği’ne atandı ve müfettişliğin görev alanında bulunan Pozantı’da yeni görevine başladı. Pozantı’da birkaç ay görev yaptıktan sonra Mayıs 1918’de Trabzon Polis Müdürlüğü’ne atandı. Mondros Mütarekesi ile Trabzon’da Pontus’çu faaliyetlerin artması üzerine şehrin ileri gelenlerini koordine etti. Bu bakımdan Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Millîye Cemiyeti’nin kuruluşuna öncülük edenler arasında oldu. Özellikle Pontus çetelerine karşı faaliyetlerini yürüttüğü bir dönemde Damat Ferit Hükûmeti, İttihat ve Terakki Hükûmeti tarafından atandığı gerekçesiyle 27 Mart 1919’da görevine son verdi. Trabzon dönüşü ve İzmir’in Yunanlar tarafından işgal edildiği günlerde İstanbul’da avukatlık yaptı. Bu günlerde arkadaşı aracılığıyla İttihatçıların İaşe Nazırı Kara Kemal Bey ile tanıştı ve ondan Anadolu’da en çok tanındığı yere gitmesi yönünde tavsiye aldı. Bunun üzerine Anadolu’da millî teşkilatlanmaya katkı sunmak için gerek aile üyelerinden bir kısmının göç ettiği yer olması gerekse askerlik hizmetini yaptığı ve tanındığı bir şehir olması nedeniyle Konya’yı seçti.
Temmuz 1919’da uzun yıllar aktif siyaset yürüteceği Konya’ya geldi. İlk olarak kendisine bir avukatlık bürosu açtı. Bunun yanında görev yaptığı dönemdeki dostluk ilişkilerini güçlendirerek şehre geliş amacı doğrultusunda millî faaliyetlerde aktif olmaya gayret gösterdi. Bu kapsamda Ekim 1919’da Konya’da kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kuruluşuna katıldı fakat görev almadı. Bir süre sonra özellikle Anadolu’da giderek güçlenen millî harekete kıyasla şehirde kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin faaliyetlerini yetersiz görenler arasındaydı. Bunun için şehirde bulunan 12. Kolordu Komutanı Fahrettin (Altay) Paşa’ya bir mektup yazdı ve cemiyetin yeniden yapılandırılma sürecini başlattı. Bu süreçte yönetimi yenilenen cemiyetin dava vekili artık Refik Bey’di. Öyle ki Konya Barosu İkinci Vekili olarak şehirde iyi tanınır hâle gelerek İstanbul’un resmen işgal edildiği günlerde işgallere karşı protesto mitinglerinde konuşma yapan hatiplerden birisiydi.
Birinci Meclisin 23 Nisan 1920’de Ankara’da açıldığı gün Konya milletvekili olarak hazır bulundu. İdealist fikirleriyle en aktif vekilleri arasında olacağı Birinci Meclisin kâtip üyeliğinden başka Adalet, İçişleri, Tasarı ve Tapu-Kadastro komisyonlarında görev aldı. Ayrıca Meclisin Ankara dışında yürüttüğü faaliyetlere de etkin şekilde katıldı. Bu doğrultuda ilk görevi Mayıs 1920’de Konya Hadisesi olarak bilinen ve eyleme dönüşmeden önlenen isyan teşebbüsü için Mecliste oluşturulan Tahkik Heyeti üyeliğiydi. Heyette bulunan Mehmet Akif (Ersoy), Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ve Ali Şükrü Bey gibi dönemin önemli isimleriyle birlikte Konya’da Millî Mücadele’ye desteğin artırılması ve Divan-ı Harp Mahkemesi tarafından ceza alanların affının sağlanmasıyla ilgili yaptığı çalışmaları sonuç verdi. Ayrıca gerek milletvekilliği öncesi Bozkır gerekse milletvekilliği günlerinde Delibaş İsyanı’nda benzer çalışmaları yürüttü.
Refik Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın Birinci Mecliste güvendiği milletvekillerindendi. Buna gerekçe olarak Bolşevik faaliyetlerin artmaya başladığı 1920 yaz aylarında Mustafa Kemal Paşa’nın isteğiyle Ekim 1920’de kurulan Türkiye Komünist Fırkası’nın kurucuları arasında olması gösterilebilir. Bunun yanında 1920’nin yaz aylarında Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında Batı Cephesi’nde incelemeler yapmak için kurayla Mecliste bir heyet oluşturuldu ve Mustafa Kemal Paşa, heyete hatip özelliği bulunan Muhittin Baha, Rasih Hoca (Kaplan) ve Refik Bey’in de katılmasını istedi. Çünkü incelemelerin yanında heyette cephedeki askerlere vatan sevgisi aşılamak için konuşmacılar bulunmalıydı. Bu görevlerinin yanında Mustafa Kemal Paşa’ya Meclisin verdiği Başkomutanlık yetkisi sonrası “duyulan lüzum üzerine” kurulan mahkemelerden Yozgat İstiklal Mahkemesi Başkanlığına atanması genç ve ihtilalci bir milletvekilinin bağlılığının diğer örneklerindendir. Ayrıca Refik Bey’in bir başka İstiklal Mahkemesi görevi ise 10 Aralık 1923’ten 5 Şubat 1924’e kadar çalışan İstanbul İstiklal Mahkemesi üyeliğiydi.
Birinci Mecliste fiilen yürüttüğü bu görevlerinin yanında Meclisin gündemine fikirleriyle de katkı sundu. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin yapısı için yapılan tartışmalardaki önerileri, Müdafaa-i Millîye Teşkilatı’nın güçlendirilmesi için verdiği teklifler, Sevr Antlaşma taslağına Meclisin gösterdiği tepkilerdeki öne çıkan düşünceleri, Lozan müzakerelerinde yaşanan uzun tartışmalardaki fikirleri bunlara örnek gösterilebilir.
TBMM’nin ikinci döneminde Adalet, Kanun-i Esasi, Dilekçe ve Ticaret Komisyonları’nda çalıştı. Takrir-i Sükûn Kanunu’nun hazırlanmasına gerek Adalet Komisyonu’nda gerekse Mecliste destek verdi. TBMM’nin ikinci döneminde Türk inkılabının gerçekleşmesi için önemli adımlar atıldı. Yasama olarak Mecliste inkılapların hazırlanmasında öncü milletvekillerinden oldu. Bu kapsamda ilk çalışması arkadaşlarıyla birlikte şapka giyilmesi hakkında 25 Ekim 1925’te verdiği kanun teklifiydi. Yine Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasıyla ilgili beş arkadaşıyla birlikte 16 Kasım’da Meclis Başkanlığına kanun teklifi sundu ve Meclis müzakerelerinde bu teklifin savunucularından birisiydi. Mustafa Kemal Paşa’ya İzmir’de tertiplenen başarısız suikast girişimi nedeniyle ülkede büyük bir felaketin engellendiğini düşünerek olaydan etkilendi. Bunun için Meclisin suikastın başarısız olmasından duyduğu sevincin Cumhurbaşkanı’na bildirilmesi gerektiği fikrindeydi ve Meclis komisyonu kurulmasını bir takrirle teklif etti. Ayrıca bu dönem yasama faaliyetleri açısından yeni Türk devletinin hukuki alt yapısına önemli katkıların yapıldığı bir dönemdi. Bu bağlamda Refik Bey Türk Ceza Kanunu, Borçlar Kanunu, Medeni Kanun gibi temel kanunların hazırlanma ve yasalaşma süreçlerinde fikirleriyle katkı sunanlar arasındaydı. Yine TBMM’nin üçüncü döneminde Adalet Komisyonu üyesiydi. Önceki dönemlere göre Meclis faaliyetleri kısmen azalsa da Yavuz zırhlısı hakkında soruşturma yapan komisyon ile Harf Komisyonunda görevler üstlendi.
Aralıksız dört dönem temsil ettiği Konya için 1936’ya kadar dikkate değer faaliyetler yürüttü. Zira şehre ilk soyadını “Konya” alacak ve Mecliste “Refik Konya” olarak tanınacak kadar bağlıydı. Özellikle Konya ve çevresinde Millî Mücadele karşıtı ayaklanmaların şehre zarar vermesini engellemeye çalıştı. Ayrıca Akşehir kazasının vilayet olması için verdiği teklif, Konya’da tütün ziraatı yasağının kaldırılması için girişimleri ve Konya Ovası sulama meselesiyle ilgili çalışmaları Konya milletvekilliğinde öne çıkan faaliyetleriydi.
1935 seçimleriyle birlikte uzun yıllar yürüttüğü siyasete ara vererek bir yıl herhangi bir görev almadı. Başbakan İnönü, Atatürk ile görüşerek Refik Koraltan’ın siyasi tecrübelerini idari hizmetlere dönüştürmesi için 1936’da Çoruh Valiliğine görevlendirdi. Görev yaptığı iki yıl içerisinde özellikle vilayetteki yol ve köylerin su sorunlarına çözüm üretti. Bütün kazalara okul yapılmasını sağladı. Çoruh Valiliği görevinin ardından 1938’de Trabzon Valiliğine atandı. Bir yıllık çalışma süresinde mısır, soya fasulyesi, İtalyan tipi buğday, çay, hayvan ıslahı ve balıkçılık gibi zirai ve hayvansal faaliyetlerin vilayette gelişmesi için çalıştı. Ardından 1939’dan 1942’ye kadar yürüttüğü Bursa Valiliğine atandı. Burada vilayetin ekonomik gelişimi için özellikle turizmin gelişmesinin gerektiğine inanmaktaydı ve bu konuya ağırlık verdi. Ayrıca Bursa’nın imar faaliyetlerini yaptırmak için şehre Fransız mimar Henri Prost’un gelmesini sağladı.
Yedi yıllık bir aranın ardından 1942’de Millî Şef İnönü’nün isteğiyle ve Mersinli Cemal Paşa’nın vefatıyla boşalan Mersin milletvekilliğine seçilmesiyle siyasete geri döndü. 1943 seçimlerinden sonra CHP içerisinde yavaş yavaş muhalif fikirleri oluştu. Bunun ilk örneği Mecliste 4429 sayılı Toprak Mahsulleri Vergisi görüşmelerinde görüldü. İlk ciddi muhalefetini ise Celal Bayar, Adnan Menderes, Emin Sazak, Hikmet Bayur gibi isimlerle Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na yaptı. Takip eden günlerde 1945 yılı bütçesiyle muhalif faaliyetleri devam etti. CHP içerisinde çekirdekleşmeye başlayan muhalefet, nihayet Demokrat Parti’nin ilk adımını oluşturan ve Koraltan’ın “dörtlü ıslahat” dediği Dörtlü Takrir, CHP Meclis Grubuna Koraltan tarafından sunuldu. CHP içerisinde takrir ile ortaya çıkan gelişmeler doğrultusunda önce takrire imza atan Adnan Menderes ve Fuat Köprülü daha sonra da Koraltan partiden ihraç edildi. Koraltan bu süreç içerisinde Celal Bayar, Fuat Köprülü ve Adnan Menderes’le birlikte Demokrat Parti’nin kuruluş hazırlıklarını tamamladı ve partinin kuruluş dilekçesini 7 Ocak 1946’da İçişleri Bakanlığına verdi.
1946 yılında Demokrat Parti, taşrada hızla teşkilatlanma çalışmalarına başladı. Bu çalışmalara Anadolu’nun güney ve güneydoğu vilayet ve kazalarına giderek destek verdi. Türk demokrasisin bu ilk çok partili döneminde gerek DP’nin Meclis ve taşra faaliyetlerinde öne çıkan hatiplerinden birisi olması gerekse iktidar muhalefet ilişkilerinde uzlaşmacı kişiliği ile öne çıktı. 14 Mayıs 1950 seçimleriyle birlikte TBMM’nin dokuz, on ve on birinci dönemlerinin başkanı olacaktı. Bir başka deyişle DP’nin iktidar yıllarında Meclisin yasama faaliyetlerini yöneten kişi oldu. 27 Mayıs 1960 Askerî Müdahalesi’nin olduğu gece diğer birçok DP’li gibi evinde istirahat hâlindeydi. Kendisini almaya gelen subaylara bir süre dirense de pijamalı bir hâlde Harp Okuluna götürüldü. Yassıada’ya 17 Haziran’da sevk edildi ve iddianamede DP’nin üç numaralı kişisi oldu. Yassıada yargılamalarında Anayasayı İhlal, Vatan Cephesi ve Döviz Kaçakçılığı davalarıyla yargılandı. Ayrıca Gayrimeşru Servet İktisabı ve Halkı Silahlandırma Davası soruşturmalarına dâhil edildi. Günlükleri Yassıada yargılamalarında DP’lilerin aleyhinde kullanıldı. Koraltan’a isnat edilen suçlamalara ilişkin bilgiler daha çok kendisinin notlarına dayandırıldı. Yargılamalar neticesinde oy çokluğu ile ölüm cezası alan DP’liler arasındaydı.
Yüksek Adalet Divanı’nda ölüm cezalarının Millî Birlik Komitesi’nin onayına sunulması gerekmekteydi. Bu bakımdan Millî Birlik Komitesi’nin 15 Eylül 1961 günkü kararında hüküm özeti; Ölüm cezası müebbet ağır hapse çevrilmiştir. şeklindeydi. Yargılardan sonra önce İmralı Cezaevine birkaç gün sonra ise Kayseri Cezaevine gönderilen DP’liler arasındaydı. Gut hastalığı nedeniyle sık sık Kayseri Devlet Hastanesinde tedavi gördü. İlerleyen günlerde sağlık sorunları devam etti ve sağlık kurulu raporuyla 19 Nisan 1964’te İstanbul Toptaşı Cezaevine nakledildi. Burada da sağlık sorunlarının devam etmesi üzerine kızı Ayhan Timurtaş Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e babasının cezasının affedilmesi için müracaat yaptı. Koraltan da uzun yıllar birlikte siyaset yaptığı dönemin başbakanı İsmet İnönü’ye müracaat ederek affı yönünde talepte bulundu. Neticede sağlık sorunlarının da etkisiyle bu müracaatlar karşılık bularak Koraltan’ın cezasının tamamen kaldırılması Cemal Gürsel tarafından 22 Eylül 1964’te Anayasa’nın 97. maddesine göre uygun görüldü ve tahliye edildi. Tahliye sonrası tedavisini sürdürmek ve dinlenmek için İstanbul’da kaldı. Bir yıl sonra doktorların dinlenme tavsiyelerine uyarak Almanya’ya gitti. 1966’da yeniden Türkiye’ye dönüş yaptı ve sakin bir hayatı tercih etti. O günlerde siyasetçilerle teması bayram ziyaretlerinden öteye gitmedi. Gut hastalığı ve böbrek yetmezliği nedeniyle 17 Haziran 1974’te vefat etti.
Erol YÜKSEL
METİN MİLLİ KİMDİR?

Mardin'de 1943 yılında doğan Milli, Ankara Ticari İlimler Akademisi'ni bitirdi. 900. Ordu Donatım Ana Depo Komutanlığı'nda iş hayatına başlayan Milli, sismik araştırma ve sondaj faaliyeti yapan uluslararası firmaların temsilciliğinde bulundu.Milli, müziğe 1978'de Ankara Radyosu'nda başladı, ilk profesyonel stüdyo kaydını ise 1977'de yaptı. Müziğini "popüler Türk sanat müziği" olarak tanımlayan Milli, 15 albüme imza attı, 4 altın plak ve kaset ödülü kazandı.
Metin Milli, "Seviyorum İşte" ve Çiçekler Yasta" parçalarıyla sevildi, "Merhaba" adlı albümüyle önemli bir başarı elde etti."Müziği para kazanmak için değil, zevk için yaptığını" dile getiren Milli, resim ve tiyatroyla da ilgilendi.
Evli ve bir çocuk babası olan Milli'nin hayat hikayesini anlattığı "Hikayem" isimli bir kitabı da bulunuyor. 17 Haziran 2023'te vefat etti.
Comments