top of page

Sadri Maksudi Arsal, Süreyya Duru, Sami Güner, Hakkı Anlı, Selahattin Giz

Yazarın fotoğrafı: HaberciGazeteHaberciGazete


Bugün 20 Şubat. Sadri Maksudi Arsal, Süreyya Duru, Sami Güner, Hakkı Anlı ve Selahattin Giz'in ölüm yıldönümleri.

BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.

Sadri Maksudi Arsal kimdir?



Sadri Maksudi Arsal, 5 Ağustos 1879 yılında Kazan’ın Taşsu köyünde doğdu. 20 Şubat 1957 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Kazanlı ulemasından Nizameddin Maksudi’nin oğlu ve pedagog Ahmed Hadi Maksudi’nin erkek kardcşidir. Orenburglu altın madencisi Şakir Rami’nin kızı, ve Derdmend takma adı ile ün yapmış şair Zakir Rami’nin yeğeni, Kamile ile evlendi; Adile ve Naile adlı iki kızı oldu. Kazan’daki Allamiye Medrcscsi’ndc başladığı öğrenimini, Rus Öğretmen Okulu’nda sürdürdü (1896-1901). Paris Hukuk Fakültesi’ni Sorbonne Üniversitesi Edebiyat ve Sosyoloji bölümlerini bitirdi (1906).

Rusya’ya dönünce I. ve II. Duma’ya Kadet Partisi’nde Kazan temsilcisi olarak seçildi. (1907-1912) Burada ses getiren konuşmalar yaptı. II. Duma’da Başkanlık Divanı’na seçildi ve bu sıfatla İngiltere’ye giden Rus parlamento heyeti içinde bulundu. 1917 Devriminden sonra gerçekleşen I. Rusya Müslümanları Kurultayı’na üye seçildi. Hazırlamış olduğu “İç Rusya ve Sibirya Türk-Tatarlarının Milli-medeni Muhtariyeti” yasası Kurultay’da kabul edildi. Aynı yıl Ufa’da kurulan Milli Meclis’in Başkanlığına ve böylece kurulan İdil-Ural Özerk Devletinin Başkanlığına getirildi. Ancak Bolşeviklerin gelişi üzerine Ufa’dan ayrılmak zorunda kaldı ve Finlandiya’ya geçti (1918). Ayaz İshaki ve Fuat Tuktar ile birlikte Paris’te toplanan barış konferansına katılarak İdil-Ural Devleti’nin bağımsızlığı konusunda uğraştıysa da sonuç alamadı (1919). (Pultar, 1996, 507)

Sadri Maksudi Kazan’a döndükten sonra, Çarlığın Millet Meclisi olan Duma’ya milletvekili seçilmiş, burada Türkistan Türklüğünün haklarını savunmuş, Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı düşmanca hareketlerini telin etmiş, Mecliste yaptığı bir konuşmada “Dünyada büyük bir Türk Milleti vardır, olmuştur ve olacaktır. Bu milletin varlığına ve geleceğine hiç bir kuvvet engel olamayacaktır” demiştir. 1917 ihtilalı Çarlık Rusyasını alt-üst etmiş, bütün Türk illerinde olduğu gibi Kazan’da da milli hareket kendini göstermiş, başına Sadri Maksudi’nin getirildiği bir milli hükûmet kurulmuştur. Bağımsız hükûmet Bolşeviklcrin saldırıları sonucu yıkılınca Sadri Maksudi Kazanlıların haklarını savunmak üzere Paris Sulh Konferansına gitmiştir. Sorbon Üniversitesinde Türk tarihi dersleri okutan Sadri Maksudi, Bütün Türklerin ümidi ve Türklük ülküsüne bağlı olanların mihrabı haline gelen genç ve dinç, Milli Türk Devleti’nin davasını büyük bir heyecanla kabul ederek 1925’te, Türk Milli Mücadelesi ve Türk inkılâbı hakkında “Mustafa Kemal bu işi milli şuur sayesinde başardı. Milletleri yapan da, ayakta tutan da milli şuurdur. Milli şuuru doğuran ise tarih şuurudur. Tarih şuuru, tarihi anmakla olur. Türkiye’nin şimdi bir dil akademisine, bir de tarih akademisine ihtiyacı vardır ve benim ikisinde de hizmetim olabilir. “Her şeye rağmen gitmeliyim” diyerek Ankara’ya gelmiştir.

Sadri Maksudi Arsal, Türkiye’ye hizmetlerini ise bu açıdan değerlendirmek gereklidir. Arsal’ın hizmetlerine “yeni Türk devletini şekillendirmede oynadığı rol” açısından baktığımızda dört ayrı tür etkinlik görüyoruz: Hukuk hocalığı, Milletvekilliği, Türk Tarih Kurumu’na katkıları, Dil devrimine katkılarıdır.


Arsal’ı Türkiye’ye çağırırken, Mustafa Kemal’in onun için düşündüğü görev yeni kurulacak olan Ankara Hukuk Fakültesi’nde hocalıktır. Nitekim Arsal 1925’den itibaren otuz yıla yakin bir süre kimi zaman milletvekilliğiyle ayni zamanda, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul Hukuk Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü’nde ders vermiş, ordinaryüs profesörlüğe yükselmiştir. Bu arada, hukuk konusunda kitap yayınlamıştır.

Ankara Hukuk Fakültesi’nde verdiği derslerden bin “Türk Hukuk Tarihi’dir. Böyle bir ders о zaman dünyada ilk kez verilmektedir. О zamana kadar Osmanlı-Türk toplumunda “hukuk” kavramı, yüzyıllardır yürürlükte olan İslam hukukuyla doğrudan doğruya bağlı olmuştur. Arsal, yeni kurduğu disiplinde, yeni Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türkü, İslam-öncesi Türk hukukuna, İslam-öncesi Türk tarihine ve toplumuna götürmüş, onun Osmanlı kimliğinden sıyrılmasına ve Türklük bilinci elde etmesine yardımcı olmuştur.

Açıklığa kavuşması gereken diğer konu ise Türklük kavramıdır. Arsal, “Türklük” kavramını her zaman en geniş anlamda tasarlamıştır. Orhun Kitabeleri’nde ve diğer yapıtlardan örnekler verirken belli ki “Türk” kavramını, sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı anlamında düşünmemektedir. Onu doğal olarak kapsayan, ancak bugün “Türkî” diye adlandırılan toplulukları içine aldığı kadar, dünyadaki bütün etnik Türkleri de kasteden bir kavram anlamında kullanmıştır. Bütün Türklerin ortak bir geçmişe ve ortak bir kültüre sahip olduklarını düşünmüş, Türklüğe her zaman bu açıdan bakmıştır.

Arsal’ı 1931 yılında, о zamanın tek partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi (C.H.P.)’ nin milletvekili olmuştur. Тек parti döneminde, milletvekilliği, seçimden çok, bir atanmadır. Hatta biyografisini yazmış olan kızı Adile Ayda’ya göre, Arsal aday olduğunu basından öğrenir 1931’den itibaren hem üniversite hocalığı hem Türkiye Büyük Millet Meclisi (T.B.M.M.) üyeliği yapar.

Arsal’ın C.H.P. milletvekilliği iki dönem, 1939’a kadar sürmüş, sırasıyla Şebinkarahisar ve Giresun milletvekilliği yapmıştır. Bu sekiz yıl boyunca T.B.M.M.’de gayet etkin olmuş, sayısız tartışmaya katılmış, konuşma yapmış, takrir vermiş ve sayısız yasanın altına imza atmıştır. Temsil ettiği yöreleri gezmiş, buraların sorunlarını araştırmış ve gerek C.H.P. teşkilatı içinde, gerekse T.B.M.M.’de bu sorunları dile getirmiştir. Örneğin, Giresun ilinin kazalarında incelemeler yaparak toplumsal gereksinmeleri belirtmiş, tarımsal üretimle ilgili çeşitli sorunlara değinmiştir.

Bu iki dönemin sonunda 1939’dan itibaren kendini bilim yaşamına adayan Arsal, 1950 yılında, T.B.M.M.’den yakın dost olduğu Refik Koraltan ile Ankara Hukuk Fakültesi’nden öğrencisi Adnan Menderes’in kurucuları arasında bulunduğu Demokrat Parti’den (D.P.)’den Ankara milletvekili seçilir.

Arsal’in 1950-1954 yılları arasındaki milletvekilliği döneminde politik yaşamıyla il­gili iki nokta dikkat çekmektedir. Bunlardan birincisi, 1950 yılında T.B.M.M. açılır açılmaz, Cumhurbaşkanlığı seçiminde ısrarla ve ciddi olarak geçmiş olmasıdır. D.P.’nin ilk dört kurucusu Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Celal Bayar dururken Arsal’ in seçilmesi gerçekte olanak dışıydı. Cumhurbaşkanlığı için söz edilmesi ve basında yer alması, Ayda’ya göre “Türkiye Türklüğünün, hizmetlerinden dolayı kendisine bir mükâfatı idi”.

1950-1954 döneminde Arsal’in önemli bir etkinliği milletvekili olarak Avrupa’ya gitmek oldu. Avrupa Parlamentolar Birliği Başkanlığı, Türk Parlamentosunun temsilcilerini Eylül 1950’de Almanya’da yapılacak olan kongresine davet etmişti. Bu nedenle yeni Büyük Millet Meclisi işe başladıktan sonra Meclis içinde Parlamentolar Birliği Türk grubu oluştu ve grubun içinden bir yönetim kurulu seçildi. Arsal bu yönetim kurulunun başkanı idi. Böylece 1950 yılında Almanya’daki toplantıya katıldı. Bu toplantının “Genel Politika” komisyonunda iki öneride bulundu; her iki öneri de kabul edildi.

Bu önerilerden birincisi о zamanlar kurulması söz konusu olan Avrupa Federasyonu’nun Anayasasına ilişkindir. Arsal bu Anayasayı hazırlamak üzere bir Anayasa Komisyon kurulmasını önermiş ve bu önerisi, Türk heyetinin önerisi olarak, kabul edilmiştir. Kurulan Anayasa Komisyonu’na da üye seçilen Arsal, daha sonra tek başına defalarca bu komisyonun toplantılarına katılmak üzere Avrupa’ya gitmiştir.

İkinci önerisi ise, Federasyon’a üye olacak devletlerin ulusal egemenlerinden vazgeçmelerinin istenmesidir. Bu da ülke olarak kabul edilmiştir.

Türk parlamento heyctinin Avrupa Parlementolar Birliği nezdindeki etkinliği ve başarısı Türkiye açısından önemlidir. İki önerinin kabul edilmiş olması, Türkiye’nin Bali sahnesinde artık “hasta adam” olarak değil de belli başlı bir üye olarak yerini aldığının en iyi göstergesi olmuştur.

Arsal’ın bu tür etkinlikleri, sorumluluk ve vazife şinaslığının olduğu kadar, Türkiye’nin çıkarlarını gözetmiş bulunduğunu da göstermesi açısından dikkat çekicidir. Olası bir Avrupa Federasyonu projesinin en can alıcı konuları ile ilgili önerilcrin Türkiye’den çıktığı bir dönemden, “Avrupa”ya kabul edilmediğimiz dönemlere gelinmiştir.

Arsal’ın bu yıllarda ülkeye asıl ilginç katkıları ise başka alanlardadır. Bunlar Türk tarihi ile Türk dili ile ilgilidir.

Arsal 1925′ te Türkiye’ye yerleştiği zaman Türk Ocakları’na üye olmuş ve 1927 yılı Kurultay’ında “Hars Heyeti”ne üye seçilmişti. Ayda’ya göre Arsal, Türk Ocakları’nın I930 yılı Kurultay’ında bir “Tarih Heyeti” kurulmasını önermiştir. Arsal’ın fikir bаbаsı ol­duğu “Tarih Heyeti” daha sonra Türk Tarih Kurumu olarak gerçekleşecektir.

Türk Tarih Kurumu, Cumhuriyeti ‘nin ilk yıllarında sadece tarih alanında çalışma ya-pan bir kuruluş olmanın çok ötesinde bir işleve sahip olmuştur. Kurum, yeni cumhuriyet insanı Türk’ün kendi geçmişini, kendi kökünü aramasını benimsetmek; yeni Cumhuriyet’i Osmanlı dışı ve Osmanlı ötesi temellere oturtmak görevini yüklenmiştir. Türklerin tarih konusunda ulusal bir bakış açışı geliştirrnesi amacını gütmüştür.

Aslında Türk Tarih Kurumu’nun gerek kuruluşta gerek ilk kurultaylarında etkin ol-muş olan kişileri “siyasal tarihçi” ya da “ulus inşa edici tarihçi” diye nitelendirmek gerekmektedir. Gerçek şu ki, Büşra Behar’ın da işaret ettiği gibi, “milliyetçi hareketi başlatan aydınlar tarih yazımı misyonunu da üstlenmek durumunda kalmışlardır”. Bernard Lewis de Türkiye’de ulusal yeniden uyanış ile tarih yazarlığı arasında bir paralellik görmüştür.

Türk Ocağı’nın Tarih Heyeti 1930’da kuruldu. Atatürk bu “Tarih Heyeti” fikrini benimsediği için Afet İnan, Sadri Maksudi Arsal ve Reşit Galip, “Türk Tarihi hakkında Mütâlâlar” adlı bir broşür hazırlamakla görevlendirildiler. Heyet’in ilk işi, Turk Tarihinin Anahatlan (1930) adli bir kitap hazırlâmak oldu. Arsal, bu kitabın “İskitler-Sakalar” bölümünü yazdı.

Tayyip Gökbilgin Arsal’ın tarih çalışmalarının, bilimsel değerleri olduğu kadar, “Türklük konularında” ve “Türklük davalarında” taşıdığı öneme değinir (1970:23). 1932’de toplanan birinci Türk Tarih Kongresi’nde Arsal baş aktörlerden biri olmuş, “Tarih’in Amilleri” başlıklı bir bildiri sunmuş ve ateşli tartışmalara girişmiştir Daha sonra sırasıyla 1937, 1943, 1948’de toplanan ikinci, üçüncü ve dördüncü tarih kongrelerine de katılmış, aynı sırayla, “Devlet ve Hukuk Mefhumunun ve Müesseselerinin inkişafında Türklerin Rolü”, “Farabi’nin Kültür Tarihindeki Rolü”, ve “Eski Türklerdeki ‘soy-oymak’ Teşkilatı” başlıklı bildirileri okumuştur.

Arsal dil konusu ile gençliğinden bcri ilgilenmekteydi. Gençliğinde bir yil Kırım’da yaşamış, Ismail Gaspıralı’nın etkisinde kalmıştır. Arsal’ın Türkçülüğünün bir yönü, tıpkı Gaspıralı gibi, bütün Türklerin ortak bir dilde buluşabilmesi, dilde birliğin kurulması gereği idi.

Dil üzerinde çalışmaları da Arsal’ın Türklük davasında uğraş vermesinin bir parçasıdır. Ona göre dilde devrim, bütün Türklüğü kültürel olarak birleştirme potansiyeline sahip olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti açısından da uluslaşma bakımından büyük önem taşımaktaydı.

Arsal’ın önayak olduğu dil devrimi Türkiye’de gerçekleşmiş, meyvalannı vermeğe başlamıştır. örneğin, dil devriminden önce, bugün artık Osmanlıca tabir ettiğimiz, Arapça ve Farsça sözcük ve deyimlerin çoğunlukta olduğu bir dille kaleme alınmış olan 1924 Anayasası, 1945 yılında, anlam ve kavramda değişiklik yapılmaksızın öz Türkçeye çevrilmiştir. D.P. hükümeti 1952 yılında, bu 1945 Anayasasını kaldırılıp yeniden 1924 Anayasasının kabulünü ister.


Arsal bu yasa teklifiyle ilgili tartışmalar sırasında söz alır ve teklifin aleyhinde konuşur. Ancak, onun ve onun gibi bir kaç kişinin daha karşı çıkmasına rağmen, teklif kabul edilir. Arsal’a göre bu teklifin yasalaşması demek, dil devriminin iflası demektir. Ayni zamanda, ona göre bütün dünya Türkleri arasında bir Dil Birliği kurulması şeklindeki rüyasına da veda etmek” demektir. Zaten, D.P.’den ikinci bir dönem daha aday olmak istemeyecek, 1954’dcn sonra çekildiği İstanbul’da, manevi vasiyeti saydığı Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esaslari (1955)’ni kaleme alacak, 1957’de hayata gözlerini yumacaktır.

Sonuç olarak, Sadri Maksudi Arsal, yerleştiğinden ölümüne kadar, о yıllarda tek bağımsız Türk devleti olan Türkiye Cumhuriycti’ne elinden geldiğince hizmet etmiştir. Hukuk Fakültesi hocalığı sırasında yeni bir disiplin ihdas etmiş, parlamenterliği sırasında Türkiye’nin sesini Avrupa’ya duyurmuş, ayrıca bir aydın olarak Türk Tarih Kurumu’nun kurulmasında ve dil devriminin gerçekleşmesinde rol oynamıştır.

Eserleri

  • Arsal, Sadri Maksudi (1927). Hukuk Tarihi Dersleri, Ankara: Ankara Hukuk Fakültesi Yayınları.

  • ………………. (1928).”Lisan Islahi Meselesi”, Dizi makale, Milliyet, 28 Eylül -14 Ekim

  • ………………. (1930). Türk Dili İçin. Ankara : Türk Ocakları İlim ve Sanat Heyeti Ncşriyatı.

  • ……………… (1937). Hukukun Umumi Esaslari, Ankara: Ankara Hukuk Fakültesi Yayinları.

  • …………….(1940). Teokratik Devlet ve Laik Devlet, Tanzimat, İstanbul : İstanbul Üniversitesi.

  • ……………..(1941). Umumi Hukuk Tarihi, Ankara: Ankara Hukuk Fakültesi Yayınları.

  • …………….(1946). Hukuk Felsefesi. İstanbul : İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti

  • Yayınları.

  • ……….. , Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esaslari, Istanbul, Çellül Matbaası, 1955………… , Türk Tarihi ve Hukuk, İstanbul : İstanbul Hukuk Fakültesi Yayınları, 1947.

  • …………… (1930). Türk Tarihinin Anahatları, Istanbul 1930.

  • ……………, (1931). Turk Tarihinin Anahatları-Methal Kısmı, İstanbul 1931.

  • Ayda, Adile, Sadri Maksudi Arsal, Türk Büyükleri Dizisi, Ankara Kültür Bakanlığı, 1991.

  • Bayramoğlu, Fuat (1996). “Sadri Maksudî Arsal ve Adile Ayda Hakkında Anılar ve Düşünceler”, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Kuruluş ve Gelişmesine Hizmeti Geçen Türk Dünyası Aydınları Sempozyumu, 23-26 Mayıs 1996, Bildirileri, Kayseri 1996, s.131-133.

  • Gökbilgin, Tayyip (1970). “Sadri Maksudi’nin Türk Tarihi ve Türk Soyu Hakkındaki Görüşleri”, Türk Yurdu, Nisan-Mayis 1970, 23-27.

  • Keskin, Mustafa (1996). “Sadri Maksudî Arsal’ın Türk Soyu ve Orta Asya Türk Devletleri Hakkında Düşünceleri”, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Kuruluş ve Gelişmesine Hizmeti Geçen Türk Dünyası Aydınları Sempozyumu, 23-26 Mayıs 1996, Bildirileri, Kayseri 1996, s.364-371.

  • Pultar, Gönül( 1996). “Sadri Maksudî Arsal’ın Türkiye’deki Hizmetleri”, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Kuruluş ve Gelişmesine Hizmeti Geçen Türk Dünyası Aydınları Sempozyumu, 23-26 Mayıs 1996, Bildirileri, Kayseri 1996, s. 499-507.

Süreyya Duru kimdir?





1930’da Samsun’da doğan yönetmen Süreyya Duru, Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra üç yıl İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne devam etti, ama sinema aşkı daha baskın çıktı. Genç öğrenci 1954’te, babası Naci Duru’nun kurmuş olduğu Duru Film’de çalışmaya başladı. Gerçi ertesi yıl Lütfi Ö. Akad’ın Beyaz Mendil’inde prodüksiyon amirliği yaparak setlere adım attı ama, yönetmenliği denemesi için aradan beş yıl daha geçmesi gerekti. Kendi şirketi Murat Film’i kurmadan önce, çoğu, aile şirketi Duru Film için olmak üzere, sıradan edebiyat uyarlamaları çekti. Sonra tarihi filmlere girişti ve popüler Malkaçoğlu dizisine başladı.

Duru’nun 1970 yılında çektiği Keloğlan adlı filmi hasılat rekorları kırdı. İzleyicinin nabzını tutmasını bilen Süreyya Duru’nun meslek hayatında bir dönüm noktası oluşturan ilk film, Bekir Yıldız’ın bir hikayesinden beyazperdeye uyarladığı, senaryosu da Vedat Türkali’nin imzasını taşıyan Bedrana’dır. Bu filmden, tamamlanmasından kısa bir süre önce vefat ettiği Ada’ya kadar, kendisine çizdiği yeni yolda ilerleyerek toplumsal yönü ağır basan filmler yaptı. Örneğin, senaryosu gene Vedat Türkali’ye ait olan Kara Çarşaflı Gelin’de, köylülerin sorunlarını ve feodal ilişkileri ele aldı. Bu son döneminde sansürle de başı derde girdiği halde yılmayan Süreyya Duru, aldığı ulusal ödüllere ek olarak, Karlovy Vary Festivali tarafından da iki kez ödüllendirildi.

FİLMOGRAFİ


    • 1961 İstanbul'da Aşk Başkadır 1962 Ateşli Kan 1963 Büyük Yemin 1963 İki Çalgıcının Seyahati 1963 Yakılacak Kitap 1964 Şoför Nebahat ve Kızı 1964 Şahane Züğürtler 1964 Kavga Var 1964 Dişi Örümcek 1964 Döner Ayna 1964 Avare Yavru Filinta Kovboy 1965 Şoför Nebahat Bizde Kabahat 1965 Sevgim ve Gururum 1966 Siyahlı Kadın 1966 Malkoçoğlu 1966 Damgalı Adam 1966 Aşk ve İntikam 1967 Zengin ve Serseri 1967 Malkoçoğlu – Krallara Karşı 1968 Dağları Bekleyen Kız 1968 Yakılacak Kitap 1968 Malkoçoğlu – Kara Korsan 1968 Kader Ayırsa Bile 1968 Kader 1969 Selahattin Eyyubi 1969 Malkoçoğlu – Akıncılar Geliyor 1969 Alageyik 1970 Şoför Nebahat 1970 Beyaz Güller 1971 Sinderella 1971 Aşkın Kanunu 1971 Ömrümce Unutamadım 1971 Keloğlan 1972 Malkoçoğlu - Kurt Bey 1972 Hayatımın En Güzel Yılları 1973 Her Şafakta Ölürüm 1974 Bedrana 1974 Aç Gözünü Mehmet 1975 Kara Çarşaflı Gelin 1976 Ben Bir Garip Keloğlanım 1978 Güneşli Bataklık 1979 Derya Gülü 1986 Fatmagül'ün Suçu ne? 1987 Çil Horoz 1988 Ada


GEZİCİ FESTİVALDE GÖSTERİLEN FİLMLERİ

Sami Güner kimdir?



1915'de, Priştine'de doğdu. İstanbul Lisesi'nden mezun oldu. 25 yıl Merkez Bankası'nda çalıştı 1961'de kendi isteği ile emekliye ayrıldı. Çok genç yaşlarda başladığı fotoğraf çalışmalarını tüm yaşamı boyunca sürdürdü. Fotoğrafın tüm dallarıyla ilgilendi ve yıllar süren yoğun bir çalışmanın ürünlerini çeşitli biçimlerde değerlendirdi.

Özellikle dış ülkelerde açtığı fotoğraf sergileriyle Türkiye'nin tanıtılmasına büyük emek harcadı. Bu emeklerinin karşılığında; “Türkiye'yi Dünya'ya tanıtanlar” 1987 Türk Tanıtma Vakfı "Tütav" ödülünü almaya hak kazandı.

Türkiye'nin doğal güzelliklerini, sanat hazinelerini, tarih zenginliklerini, turizmini ve halkını yansıtan 50'ye yakın kitabın fotoğrafları "Sami Güner'in Objektifi" eşliğinde Dünya'ya tanıtıldı.

Romantizmini ve duygusallığını katarak güzele erişmek, esrarlı güzellikleri yakalamak için, 40 yılını Anadolu topraklarında harcayan sanatçı, fotoğrafçılığın ülke düzeyinde yayılması, sevilmesi ve gelişmesinde çok büyük bir katkı sağladı.

Fotoğraflarından oluşan afişleri, yurt içinde ve uluslararası müsabakalarda altın ve gümüş ödüller kazanarak, çeşitli başarılara imza attı.

Bilgi, beceri ve tecrübesi ile çeşitli yarışmalarda, jüri üyeliği ve başkanlıkları yaptı. Photographic Society of Japon üyesidir. Mimar Sinan Üniversitesi Fotoğraf Bölümü onur üyesidir. İfsak onur üyesi ve Fotogen Derneği Başkanı olup, Esfiap unvanına sahiptir.

Çin Fotoğrafçılar Birliği'nin Shangai'da düzenlediği ve 43 ülkeden 2500 fotoğrafçınan 12.500 eserle katıldığı Milletlerarası fotoğraf yarışmasında "Ağrı Dağı" fotoğrafıyla birinci olmuştur.

Sanatçı, 20 Şubat 1991 günü, Bursa'daki gösteri ve sergisini kapatıp Bolu'ya giderken geçirdiği trafik kazası sonucu aramızdan ayrıldı.

Bursa Büyükşehir Belediyesi 1992 yılından itibaren her ölüm yıldönümünde onun adını anmak ve Ülkemizdeki fotoğraf sanatının gelişmesine katkıda bulunmak amacı ile Sami Güner Fotoğraf Yarışması düzenlenmektedir. Ek olarak Bursa Büyükşehir Belediyesi Sami Güner adına bir sanat galerisi yapımını gerçekleştirip, sanatçılarımızın ve sanatseverlerin hizmetine sunmaktadır.

Hakkı Anlı kimdir?



Türk ressam Hakkı Anlı 1906’da İstanbul’da doğdu. Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdikten (1932) sonra, D Grubu ressamlarına katılan (1934) Ahmet Hakkı Anlı, uzun bir süre ortaokul ve liselerde öğretmenlik yaptı. 1955’te Paris’e yerleşti. 1955-1962 yılları arasında Fransa’da, İsviçre’de, İtalya’da ve ,Almanya’da resimlerini sergiledi. Ayrıca Yeni Zelanda’da (1954), İsviçre’de (1954) ve Paris’te düzenlenen uluslararası sergilere, Venedik (1956) ve Bordeaux (1958) bienallerine katıldı. Son yıllarda daha çok Fransa’da (Paris) ve İsviçre’de sergiler açtı.

Türkiye ile bağlantısı uzun süre kesilen Ahmet Hakkı Anlı, uzun bir aradan sonra, 1978’de İstanbul, 1981’de İstanbul ve Ankara, 1985’de İzmir ve İstanbul, 1986’da Ankara, 1987’de İstanbul, 1988’de Ankara, 1989 ve 1990’da İstanbul’da sergiler açmış, 1990’da Türkiye’ye dönerek İstanbul’a yerleşmiştir.

Sanatı

Anlı’nın D Grubu dönemine bağlı ilk çalışmaları daha çok kübist ve konstrüktivist anlayışı yansıtır (bu dönem resimlerinde Picasso ve Metzinger’in etkileri ağır basar). Bir ara soyut resme yönelen, ama çok geçmeden bu alandan uzaklaşan Anlı’ya göre, biçim ve renkle oynama özgürlüğüne kavuşan nonfigüratif ressam, doğayla ilişkisini bütünüyle kesmiş sayılmaz. Bununla birlikte sanatçı, doğada bulunan herhangi hazır bir uyumu değiştirmeden tuvaline aktaran kişi de değildir. Yalnızca, doğayı kendi kültür ve sanat anlayışına, duygularına göre özümleyen kişiye sanatçı denir.

Anlı’nın bir bölümünü Türkiye’de de sergilediği son resimleri, anlatımcı bir leke düzeni içinde figürün soyuta dönüştüğü ya da soyut biçimlerin anımsattığı bir anlayışa dayanmaktadır. Cinsel konuların, ikili figür ilişkilerinin ya da tek figüre bağlı çıplak konusunun çok sık görüldüğü bu resimlerde, yalın biçim anlayışı, tek ya da iki renge indirgenmiş bir kompozisyon düzenine birlikte düşünülmüştür. Anlı’nın yapıtları evrensel sayılabilecek bir resim diliyle bağlantılıdır. Söz konusu dilin temelinde, çağdaş sanat pazarına, etkin bir sanatçı yorumuyla katılabilme kaygılarının da önemli payı vardır. Değişik dönemlerde, değişik anlayış ve eğilimleri içeren çalışmaları, genellikle bu kaygının ürünü olmuştur.

Hakkı Anlı eserleri



Kadın Portresi



Manzara



Soyut

Selahattin Giz kimdir?



1914 yılında Selanik’te doğdu. Ailesi Balkan Savaşı sonrası İstanbul’a göç etti. Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken babasının hediye ettiği Laika marka küçük makineyle fotoğraf merakı başladı. Liseden sınıf arkadaşı Doğan Nadi ile beraber fotoğraf çekmeye başladı. Lise diplomasını aldığı gün hocası ve Cumhuriyet gazetesi yazıişleri müdürü Abidin Daver onu işe aldı ve dönemin efsane foto muhabiri Namık Görgüç’ün yanında gazeteciliğe başladı.

Faik Şenol, Faruk Fenik ve Müeddep Erkmen ile birlikte Basın-Foto adlı bir ajans kurdu. 1973 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nden emekli oldu. 1985 yılında Burhan Felek Hizmet Ödülü’nü aldı. Basın Şeref Kartı sahibi olan Selahattin Giz, 43 yılı Cumhuriyet gazetesinde olmak üzere, 50 yılı aşan fotoğraf mesleğinde Atatürk ve İstanbul fotoğraflarından oluşan zengin arşiviyle tanındı.

Kendi deyişiyle “Sefil’den Safir’e kadar” her türlü insanı görüntüledi ve her türlü oayın fotoğrafını çekti.

Yaklaşık üç bin fotoğraftan oluşan Atatürk arşivinin en meşhur fotoğrafı, Atatürk’ün Ankara’ya giderken ay yıldızlı tren camının ardından istasyonda kendisini uğurlayanlara ayakta baktığı portresidir.

Eski futbolcu ve teknik direktörlük yapan Bülent Giz’in ağabeyidir.

Galatasaray taraftarı olan Selahattin Giz 20 Şubat 1994 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Vefatında tabutuna Galatasaray bayrağı ile birlikte Türk Bayrağı sarıldı.


Comments


bottom of page