top of page
  • Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Sait Faik, Hamamizade İhsan, Faruk Kenç, İbrahim Erkal, Mehmet Niyazi Özdemir



Bugün 11 Mayıs. Sait Faik, Hamamizade İhsan, Faruk Kenç, İbrahim Erkal, Mehmet Niyazi Özdemir'in ölüm yıldönümü.

BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi sevgiyle, saygıyla anıyoruz.


Sait Faik kimdir?




Sait Faik Abasıyanık (d. Adapazarı, 18 ya da 22 ya da 23 Kasım 1906 - ö. İstanbul 11 Mayıs 1954)


18 ya da 22 ya da 23 Kasım 1906'da Adapazarı'nda dünyaya geldi. İstanbul'da 11 Mayıs 1954'te 48 yaşında sirozdan yaşamını yitirdi. İlköğrenimini Adapazarı Rehber-i Terakki Mektebi'nde yaptı. İki yıl Adapazarı İdadisi'nde öğrenim gördü. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra ailesi İstanbul'a yerleşince İstanbul Sultanisi'ne girdi. Onuncu sınıfta bir öğretmene yapılan şaka yüzünden sınıfı dağıtılınca Bursa Erkek Lisesi'ne geçti, 1928'de buradan mezun oldu. İstanbul Üniversitesi EdebiyatFakültesi'nde bir süre eğitim gördü. Ekonomi öğrenimi için İsviçre Lozan'a gitti. Kısa süre kaldı ve Fransa'ya geçti. 3 yıl Fransa'da Grenoble'da yaşadı. Eğitimini yarım bırakarak 1933'te İstanbul'a döndü. Kısa bir süre Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi'nde Türkçe grup dersleri öğretmenliği yaptı. Babasının desteğiyle girdiği ticarette de başarılı olamadı. Daha sonra hiçbir işle uğraşmadı. Geçimini babasından kalan mirasla sürdürdü. Yaşamını Şişli'de Bulgar Çarşısı'ndaki apartman ve Burgaz Ada'daki köşklerinde annesiyle geçirdi.


Emrullah Güney'in çizimiyle Sait Faik


Şiir yazmaya İstanbul Sultanisi'ndeki öğrencilik günlerinde başladı. Öyküye Bursa'daki öğrencilik zamanında geçti. İlk öyküsü "Uçurtmalar" 9 Aralık 1929'da Milliyet gazetesinin sanat sayfasında yayınlandı. 1934-1940 arasında Varlık, Ağaç, Servet-i Fünun, Uyanış, Ses, Yeni Ses, Yaprak, Yenilik gibi dergilerde yayınlanan öykülerinle tanınmaya başladı. Sait Faik ilk ürünlerini ortaya koyarken, Türk öykücülüğünde durum şöyleydi: Bir yanda Ömer Seyfettin'in "milli hikayecilik" etkisi sürüyordu. Refik Halit Karay'dan F. Celalettin'e uzanan gülmece ağırlıklı "fıkra-öyküler yönelimi" vardı. Sabri Ertem ve Sabahattin Ali ile yerine oturan "gerçekçi yönelim" ve Memduh Şevket Esendal'ın içten ve yalım anlatımı. Sait Faik bu ortamda ilk öyküleriyle gözlemci bir yazar olarak belirdi; ama kısa sürede öyküyü olaydan sıyırmaya yöneldi. Bu yönelişinde onun gerçeği ya da durumu bir anlatıcıdan, kendi "ben"inden geçirme eğiliminin de büyük payı vardı. Bu, öykülerinde doğal bir öznelleşme süreci hazırladı. O "ben" evrensel bir insanlık duygusunun odağı olduğu için, insanlığın tüm çelişkilerini, bunalımlarını öyküsünün temeline yerleştirdi. Ona göre her şey insanı sevmekle başlar. İlk dönem ürünü öykü kitaplarında Adapazarı ile İstanbul'daki çocukluk ve ilk gençlik yıllarını anlattı.


Sonraki yapıtları giderek bir şiirsellikle doldu. "Lüzumsuz Adam", "Mahalle Kahvesi", "Havada Bulut" gibi eserlerinde esnaf, işsizler gibi dertli insanlara, toplumun acı çeken kesimlerine yöneldi. "Kumpanya" ile öykülerine giren karakterler arttı. Gezgin tiyatro topluluğu, cambazhane çalışanları, emekli miralay, Galata, Samatya, Yedikule'deki deri işçileri, meyhaneler, sabahçı kahveleri, çımacılar, garsonlar. "Son Kuşlar"da bir tür düş kırıklığı hissedilir. Sait Faik, toplumsal düzenin çirkinlikleri, sahtelikler, adaletsizlikler karşısında direnen insanın yalnızlığını keşfeder. Sonraki kitaplarında bu karamsarlık artar. "Alemdağda Var Bir Yılan"la gerçeküstücülüğe yöneldi. Hikayedeki konu ve olay akışını iyice ortadan kaldırdı. Öykülemeyi ruhsal değişiklikler yoluyla yaptı. Gerçeküstücü öğelerle kişinin yalnızlığı ve bunun yarattığı acıları irdeledi. Öykü, roman ve şiirlerini yaşamın hakkını vermek için yazdı. Sürekli kullandığı ana tema yaşama sevinci oldu. Sıradan insanlar, işsizler, hamallar, balıkçılar, sokak kadınları, kimsesiz çocuklar, emekçiler ve küçük burjuvalar onun insanlarıdır. O bu insanlarda evrensel insanı yakaladı. Aynı zamanda bir İstanbul öykücüsüdür. Doğa güzellikleri karşısında başı döner. Toplumsal sorunlar onu bireysel planda bir hayıflanmaya sürükler. Böyle anlarda karamsar bir tablo çizer. Toplumsal çelişkiler karşısındaki tavrı öfke, yenilgi ve kaçış olur.


Ölümünden sonra Burgaz Ada'daki evi müze haline getirildi. Annesi "Sait Faik Hikaye Ödülü" oluşturdu. Çağdaş edebiyata katkılarından dolayı Amerika'daki Uluslararası Mark Twain Derneği'nin onur üyeliğine seçildi.


Sait Faik Abasıyanık Eserleri:


ÖYKÜ:


  • Semaver (1936)

  • Sarnıç (1939)

  • Şahmerdan (1940)

  • Lüzumsuz Adam (1948)

  • Mahalle Kahvesi (1950)

  • Havada Bulut (1951)

  • Kumpanya (1951)

  • Havuz Başı (1952)

  • Son Kuşlar (1952)

  • Alemdağ'da Var Bir Yılan (1954)

  • Az Şekerli (ölümünden sonra, 1954)

  • Tüneldeki Çocuk (1955)

  • Mahkeme Kapısı (Adliye röportajları) (1956)

  • Balıkçının Ölümü-Yaşasın Edebiyat (1977, derleyen Muzaffer Uyguner)

  • Açık Hava Oteli (1980, Konuşmalar-mektuplar derleyen Muzaffer Uyguner)

  • Müthiş Bir Tren (1981, deleyen Muzaffer Uyguner)

ŞİİR:


  • Şimdi Sevişme Vakti (1953)

ROMAN:


  • Medar-ı Maişet Motoru (1944, ikinci baskı 1952'de "Birtakım İnsanlar" adıyla)

  • Kayıp Aranıyor (1953)

  • Yaşamak Hırsı


Hamamizade İhsan Bey kimdir?



4 Şubat 1885’te Trabzon’da doğdu. Babası Hamâmîzâde Hâfız Ahmed Efendi, annesi Rize eşrafından Çelebizâde Sâlih Ağa’nın kızı Nâfia Hanım’dır. Küçük yaşta babasını kaybeden Mehmed İhsan, ilk eğitimini komşuları olan Hâfız Hoca Seher Hanım’dan aldı ve ondan Kur’an öğrendi. Islahhâne Merkez İbtidâîsi’ni bitirdikten sonra rüşdiyeden ve 1903 yılında Trabzon İdâdîsi’nden mezun oldu. Ancak ailenin sorumluluğunu üstlenerek emlâk ve arazilerin idaresine bakmak zorunda kaldığı için öğrenimine devam edemedi. Bununla birlikte okuyup yazmaya karşı hevesi çok erken yaşlarda başlamış olduğundan daha on yaşında iken Trabzon’da Papaz Kalust Şinâsi Efendi’den, daha sonra da askerî rüşdiye Fransızca öğretmeni Sabîh Bey’den Fransızca dersleri aldı. Trabzon’da sürgünde bulunan âlim ve şair Erzurumlu Ali Şevket Hoca’dan Mes̱nevî okudu; İstanbul’da yayımlanan birçok gazete ve derginin genç nesillere ulaşmasını sağlayan kitapçı Hamdi Efendi’den büyük destek gördü.

Mehmed İhsan bu yıllarda Hartamaszâde Bâkî, Düyûn-ı Umûmiyye başkâtibi Hüsnü, Ustazâde Nazmi ve Halil Nihat (Boztepe) ile birlikte Trabzon’da bir edebî mahfil durumundaki Hamdi Efendi’nin “âyîne-i efkâr” adı verilen kitapçı dükkânına devam ediyor, tanınmış edebiyatçıların kitaplarını okuyordu. Daha on dört yaşında iken Osmanlıca’nın inceliklerini öğrenmişti. Artık süslü nesirle yazabildiğinden bazı kişiler önemli yazılarını ona yazdırıyorlardı. O dönemde Trabzon’un tanınmış isimleri olan İbrâhim Cûdî Efendi, Hatipzâde Emin Efendi ve Arnavutzâde Ahmed Efendi’nin sohbetlerinden faydalandı. Yirmi yaşına gelmeden yazı yazmaya başladı. İlk şiirleri Trabzon ve İstanbul’da yayımlandı. Zaman içinde kendini yetiştirerek edebiyat, tarih, biyografi ve bibliyografya alanlarına yöneldi. Mahallî dil ve folklor üzerinde çalıştı. Kendisine teklif edilen Trabzon İdâdîsi edebiyat öğretmenliğini fahri olarak kabul etti. 1909-1913 yılları arasında Trabzon İdâdîsi, Trabzon Dârülmuallimîni ve Trabzon Sultânîsi’nde kitâbet, tarih ve edebiyat, 1913’te ayrıca Trabzon Askerî Rüşdiyesi’nde, Trabzon Dârülmuallimîni’nde İslâm ve Osmanlı tarihi dersleri okuttu. I. Dünya Savaşı’ndan önce İstanbul’daki ailesinin yanına gitti. Savaşın başlaması, deniz yolunun kapanması ve Trabzon’un düşman işgaline uğraması üzerine Trabzon’a dönemedi. 1917 Eylülünde İstanbul Yüksek Ticaret Mektebi’nde ve aynı okulun “kısm-ı evvel” denilen bölümünde Türkçe, ticarî yazışma ve neşriyat dersleri öğretmenliği yaptı. 1924 yılında İktisat Vekâleti’nin teklifi üzerine Trabzon’da Yüksek Ticaret Mektebi’ni, kuruluş masraflarını daha sonra devletten almak üzere kendi imkânlarıyla yeniden kurdu. Müdürlüğünü yaptığı bu okulda Türkçe, edebiyat, ticarî yazışma ve neşriyat derslerini de yürüttü. Buranın 15 Haziran 1927’de orta dereceli bir okul olarak Maarif Vekâleti’ne devredilmesinden sonra bütün mesaisini harcadığı bu ağır görevi sebebiyle sağlığı bozulunca 28 Ekim 1928’de istifa edip İstanbul’a döndü.

Kasım 1928’de İstanbul Yüksek Ticaret Mektebi’nde görev alan Hamâmîzâde, 10 Şubat 1929’da Galatasaray Lisesi orta sınıflarında Türkçe derslerine de girmeye başladı. Fakat bu iki görev onu yorduğu için Galatasaray Lisesi’nden ayrılarak Yüksek Ticaret Mektebi’nin lise kısmında edebiyat ve muhaberat öğretmenliği yaptı ve bu görevini ölümüne kadar sürdürdü. 11 Mayıs 1948’de vefat etti. Mezarı Edirnekapı Şehitliği’ndedir. Yenikapı Mevlevîhânesi’nin son şeyhi Abdülbâki Dede Efendi’nin oğlu Rusûhî Baykara Hamâmîzâde’nin ölümüne, “Nâgehânî göçünce dünyâdan / Câm-ı aşkı kırıldı devrânın / Geldi dört rind söyledi târîh / Nüktesi gitti bezm-i rindânın” mısraları ile tarih düşürmüştür.

Hamâmîzâde Târîh-i Osmânî Encümeni, Trabzon Türk Ocağı, Donanma Cemiyeti, Trabzon Meclis-i Maârifi ve Halk Bilgisi Derneği gibi çeşitli cemiyetlerde faaliyet göstermiştir (bu faaliyetleri için bk. İsen – Canım, s. 5-8).

Dürüst ve çalışkan bir kimse olan, şairliği yanında edebiyat, tarih, biyografi, bibliyografya ve folklor çalışmalarıyla haklı bir şöhrete sahip bulunan Hamâmîzâde, devrin edebiyatçıları arasında sevilen bir sima ve edebî mahfillerin vazgeçilmez isimlerinden bir “şâir-i mâderzâd” olarak kabul edilmiştir. Yahya Kemal, M. Fuad Köprülü, Ercümend Ekrem Talu, İbrahim Alâeddin Gövsa, Hikmet Münir gibi edebiyatçı arkadaşları tarafından divan edebiyatını iyi bilen, bütün sanatlarına ve inceliklerine vâkıf olan, ezberinde binlerce beyit bulunan bir kimse, aslen Trabzonlu olmakla birlikte gerçekte nâdir yetişir bir İstanbullu olarak nitelendirilmiştir. Hamâmîzâde ayrıca devrin sayılı nüktedanları arasında yer almış, zeki, zarif ve mizaha yatkın şahsiyetiyle de tanınmıştır.



Yazılarında Trabzon’dan M. İ., M. İhsan, Şimşek, Serçe, Sunûhî takma adlarıyla Hamâmîzâde İhsan imzasını kullanmış, soyadı kanunundan sonra Hamamioğlu soyadını almışsa da Hamâmîzâde olarak anılmıştır.

Eserleri. 1. Yolculukta (Trabzon 1331). Müellif bu eserinde on beş yaşında iken ailesiyle birlikte çıktığı bir yolculuğu anlatır.

2. Hamsinâme (İstanbul 1928). Başlığının altında yer alan “on iki kıta resmi hâvi manzum, mensur, ciddi ve mizahî” ifadesiyle tanıtılan kitap Hamâmîzâde’nin en meşhur eseridir. Edebiyat çevreleri dışında da büyük ilgi görmüş, hakkında birçok yazı yazılmıştır. Eserde Karadeniz halkının simgesi kabul edilen hamsi çeşitli yönleriyle ele alınarak incelenmiş, “Hamsinin Edebiyattaki Yeri” bölümünde birçok manzum-mensur ve mizahî örneğe yer verilmiştir. Kitap, yazarın oğlu Orhan Hamami tarafından yeni harflerle de yayımlanmıştır (İstanbul 1972).

3. Dîvân-ı İhsân (İstanbul 1347/1928). İçinde dokuz bölüm halinde altı na‘t, bir kaside, iki muhammes, on bir tahmîs, bir tesdîs, on şarkı, 145 gazel, dokuzu bazı olaylara dair, yedisi tarih düşürmek için, on dokuzu darbımeseller üzerine söylenmiş elli altı kıta ve bir tarih manzumesi, yirmi dokuz rubâî, çoğu mizahî olmak üzere on manzume, iki tarih, on kıta, bir destan ve “Şâdînâme” adlı mizahî bir kısım bulunan eser, Latin alfabesinin kabulünden önce eski harflerle basılmış son eser olma özelliğini de taşımaktadır. Mürettep bir divan görünümünde olan eserde yer yer klasik anlayışın dışında kaleme alınmış manzumeler de vardır. Hamâmîzâde şiirlerinde Nedîm gibi dertten uzak bir dünya görüşü, şen, neşeli, coşkun bir söyleyiş biçimi sergilemiş, yer yer günlük meselelere de temas etmiştir. Şair ayrıca divan edebiyatından gelen pek çok mazmunu şiirlerinde ustaca kullanmış, halk dilindeki atasözü ve deyimlere bolca yer vermiştir. Divanın sonunda bulunan on dokuz kıta atasözlerinin nazma çekilmesinden meydana gelmiştir. Hamâmîzâde, hece ile yazdığı “Bir Destan” başlıklı mizahî manzume dışında bütün şiirlerinde aruz veznini başarılı bir biçimde kullanmıştır. Eser bir giriş ve lugatçe ile birlikte, Hamâmîzâde İhsan Hayatı Eserleri ve Divânı adıyla Mustafa İsen ve Rıdvan Canım tarafından yeniden yayımlanmıştır (Ankara 1989).

4. Bilmeceler (İstanbul 1930). Eserin başında Mehmed Halid’in (Bayrı) altı sayfalık bir önsözü yer alır. Kitaptaki 772 bilmecenin 561’i bizzat Hamâmîzâde tarafından Trabzon’da derlenmiş, diğerleri çeşitli yörelerden ve kaynaklardan alınmıştır. Eser folklor konusunda ilk metotlu derleme örneğidir.

5. Baba Sâlim (İstanbul 1930). Eserde halk şairi Baba Sâlim’in hayatı ve sanatına dair bir bölümden sonra şiirlerinden on koşma, bir destan, beş mizahî koşma, bir sâkînâme ve bir mizahî destana yer verilmiştir.

6. Trabzon’da İlk Kitapçı Kitâbî Hamdi Efendi ve Yayınları (İstanbul 1947). Trabzon’daki sahaflar, dükkânlarının yerleri gibi konuların ardından kitapçı Hamdi Efendi’nin hayatı ve kitapçılığı üzerinde durulmaktadır. Türünde ilk başarılı örnek kabul edilen eserde Hamdi Efendi’nin yayımladığı kitapların açıklamalı künyelerinin yer alması ayrıca önem taşımaktadır.

7. Lâf Olsun Diye (İstanbul 1949). Hamâmîzâde’nin nüktelerinden ibaret olup yazarın oğlu tarafından yayımlanmıştır. Eserin başında Ali Nihat Tarlan’ın “Hamâmîzâde İhsan’da Nükte ve Zerafet”, İbrahim Alâeddin Gövsa’nın “Nükte ve Hamâmîzâde”, Ercümend Ekrem Talu’nun “Bir İki Söz de Benden” başlıklı yazıları ve Rusûhî Baykara’nın sekiz mısralık bir tarih manzumesi yer almaktadır.

8. Ömer Hayyâm Rubâîleri (İstanbul 1966). Önsözünü Ali Nihat Tarlan’ın kaleme aldığı eserin başında Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın, müellifin ve oğlu Orhan Hamami’nin bazı açıklamaları bulunmaktadır. Eserdeki 336 rubâînin Farsça metinleri hattat Kemal Batanay tarafından yazılmıştır.

Hamâmîzâde bunlardan başka liselerin ikinci sınıfları için Türk Edebiyatı Numûneleri (İstanbul 1926, Hıfzı Tevfik [Gönensay] ve Hasan Âli [Yücel] ile birlikte), rüşdiyeler için yazı örnekleri ihtiva eden Kâtip (İstanbul 1927) ve ticaret mektepleri için Tüccar Kâtibi (İstanbul 1339), Ticarî Muhaberat (I-II, İstanbul 1942, Ahmet Hamdi Varal ile birlikte), Ticarî Neşriyat (İstanbul 1950, Ahmet Hamdi Varal ile birlikte) gibi ders kitapları yazmıştır.

Ayrıca tamamlanmış otuzun üzerinde eseri bulunan Hamâmîzâde’nin on dört kadar eseri de yarım kalmıştır (henüz yayımlanmamış olan bu eserler hakkında geniş bilgi için bk. Kayaoğlu, s. 102-105; İsen – Canım, s. 15-16; AA, V, 1471). Müellifin Trabzon ve İstanbul’da yayımlanan pek çok gazete ve dergide çıkan yazıları ise henüz toplanmamıştır.


Faruk Kenç kimdir?


31 Ocak 1910'da Libya Bingazi'de dünyaya geldi. Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın yeğeni, Selanik Merkez Kumandanı Ömer Nazım Bey'in oğlu olan Kenç, ilk eğitimini Galatasaray İlkokulu'nda aldıktan sonra İstanbul Erkek Lisesi'nden mezun oldu.

Lise eğitiminin ardından üvey ablasının eşi yapımcı Halil Kamil'in Ha-Ka Film şirketinde işe başlayan Kenç, Türkiye'de belgesel çekmeye gelen yönetmenler Sergey Yutkeviç ve L. O. Arnstam ile 1933'te Anadolu'yu dolaştı.


"Atatürk'ün Cenaze Töreni" belgeselinin çekimlerinde görev aldı

"Türk İnkılabında Terakki Hamleleri" adındaki filmin çekimlerinde Kenç, yönetmen Esther Shub ve kameraman Martof'un yanında 1934'te asistanlık yaptı.

Sinema eğitimi almak için Almanya'ya giden Faruk Kenç, Münih'teki Bavyera Devlet Fotoğrafçılık Okulu'nu bitirdi. Kenç, bir süre Paris'te kaldıktan sonra 1938'de yurda dönerek yeniden Ha-Ka Film'de çalışmaya başladı.

"Doğu Manevraları" adlı askeri filmin yönetmenliğini yapan Kenç, "Atatürk'ün Cenaze Töreni" belgeselinin de çekimlerinde görev aldı.

"Geçiş Çağı" adı verilen devrenin ilk ve en önde gelen yönetmenlerindendi

Kenç, Reşat Nuri Güntekin'in Şehir Tiyatrolarında sahnelenmiş bir oyunundan ilk kurmaca filmi olan "Taş Parçası"nı 1939'da çekti. Dekor, oyuncu ve anla­tım yönünden Türk sinemasında tiyatrocu­lar döneminin bir ürünü olan bu filmin­den sonra Kenç, polisiye tü­rüne yönelerek "Yılmaz Ali" isimli filmi yaptı.

"Yılmaz Ali" ve "Kıvırcık Paşa" filmlerini tamamladıktan sonra Ha-Ka Film'den ayrılan yönetmen, Ses Film adına "Dertli Pınar" isimli yapımı yönetti.

Filmleriyle Türk sinemasında "Tiyatrocular" ile "Sinemacılar" dönemi arasındaki "Geçiş Çağı" adı verilen yeni bir dönemin ilk ve en önde gelen yönetmenlerinden birisi olan Faruk Kenç, 1944'te kurduğu İstanbul Film ile yönetmenliğin yanında yapımcılığa da adım attı.

Türk sinemasında dublajlı çekimi başlatan usta yönetmen, daha sonra bu yöntemin Türk sinemasında bir "salgın" haline geldiğine dikkati çekerek, o dönemde yaşadıklarına ilişkin şunları kaydetmişti:

"Askerden dönünce yeniden film yapmak istedim ama sadece iki stüdyo vardı. Bunlardan biri Halil Kamil'in diğeri ise İpekçiler'indi. İpekçiler'e başvurdu­ğunda 'Biz düşmanımıza silahımızı vermeyiz' dediler. 'Ne yapabilirim?' diye düşündüm. Baktım dublaj yapıyor el alem, sonradan Türkçeleştiriyorlar. 'Ben bu filmi çekerim, sonradan da dublajını yaparız' dedim. Türk filmciliğinde bu işi ilk ben başlattım ki, şimdi de aynı şey ha­la devam ediyor. 'Dertli Pınar'ı yaptık. Epey tutuldu. Ondan sonra herkes başladı benim gibi yapmaya, o zamana kadar kimse yapmıyordu stüdyo yok diye. Bir süre son­ra yılda 150-200 film yapılmaya başlandı bu sistemle. Bunu ben icat ettim demeyeyim. İlk ben yaptım ama sonra ben de beğenmedim."

Film oyuncusu yetiştirmek için yarışmalar düzenledi

Kenç, kendi yapım şirketi olan İstanbul Film'le "Hasret", "Karanlık Yollar","Hürriyet Şarkısı", "Nasreddin Hoca ve Timurlenk" gibi filmlerle yönetmenliğe devam etti.

İlk evliliğini 1943'te Mualla Eriş ile yapan Faruk Kenç, 17 Eylül 1954'te Belgin Doruk'la ikinci kez dünya evine girdi. Bu evlilikten 1956'da Gül adında bir kızları dünyaya gelen çift 1961'de boşandı.

Usta sinemacı, kendi şirketine oyuncu bulmak amacıyla ilk olarak tiyatro oyuncuları dışın­da film oyuncusu yetiştirmeyi amaçlayarak, Yıldız mecmuası aracılığıyla bir artist yarışma­sı düzenledi. Faruk Genç, bu yarışmayla Ayhan Işık, Belgin Doruk, Mahir Özerdem, Sadri Alışık, Oya Sensev, Kadir Savun gibi oyuncuları Türk sinemasına kazandırdı.

Kenç, en son 1964'te Ahmet Mekin, Gülgün Ok, Atıf Kaptan, Aysel Tanju, Tamer Balcı ve Hüseyin Baradan'ın rol aldığı "Çöl Kanunu" adlı sinema filmini yaptıktan sonra sinema dünyasından çekildi.

Yerli Film Yapanlar Cemiyeti ve Film-San Vakfı'nın kurucuları arasında yer alan Kenç, 1998'de düzenlenen 17. İstanbul Film Festivali'nde "Sinema Onur Ödülü"ne layık görüldü.

Usta sinemacı, 11 Mayıs 2000'de böbrek yetmezliği nedeniyle İstanbul'da hayatını kaybetti ve Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.


İbrahim Erkal kimdir?



1984 yılında İbrahim Güzelses adıyla "Sarhoş Baki (Erzurum Türküleri)" adlı ilk albümünü çıkardı. Fakat sesini duyuramadı. 1993 yılının ilk aylarında kendi adıyla çıkardığı Tutku adlı albümünü yayınladı. Bu albümle sesini duyurmayı başardı ve müziğiyle insanların ilgi odağı oldu. 1995 yılının ilk aylarında Sıra Bende/Aklımdasın adlı ikinci albümünü yayınladı. Albümdeki, "Sevmesende Olur" ve "İnsafsız" gibi şarkılar ön plana çıktı. 1996 yılının yaz aylarında üçüncü albümü Gönlünüze Talibim çıkmıştır. Albümün çıkış parçası olan "Unutmayacağım" yayınlanmıştır ardından ikinci parça "Canısı" yayınlandığında albüm büyük bir patlama yaşadı. Albüm listelere girdi ve satışları oldukça yükseldi. Albümdeki bir şarkı hariç hepsinin sözü İbrahim Erkal'a aitti. Daha sonra albümden "Erzurum'a Gel" adlı şarkı yayınlandı. İbrahim Erkal, ülke çapında tanındı. Albümün büyük başarısından sonra, Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde dört dalda aday gösterildi ve ikisini kazanarak geceden iki ödülle birden ayrıldı. 1997 yılında Canısı adlı TV filminin başrolünde Emine Ün ile birlikte oynadı. Film yayınlandığı gün çok reyting alınca dizi olarak yayınlanma kararı alındı. Aynı yıl Canısı adıyla Star TV'de dizi olarak yayınlanmaya başlandı. Daha sonra dizi Show TV'ye geçti ve 1998 yılında ekranlara veda etti.

1998 yılında dördüncü albümü Sırılsıklam çıktı. Albümden ilk olarak "Güllerede Küstüm" adlı şarkı yayınlanan ilk parça olmuştur. Ardından diğer hit şarkısı "Gavurun Kızı" parçasını yayınladı. Albüm oldukça beğenildi ve iyi bir satış grafiği çizdi. Albümden son olarak albümün en fazla ses getiren parçalarından birisi olan "Sen Aldırma" adlı parçayı yayınladı. Albümün adını taşıyan parçanın Eylül 1998 tarihinde dizisi yayınlanmaya başladı. 5 Ocak 2000 tarihinde beşinci albümü De Get Yalan Dünya'yı çıkardı. Albümle aynı adı taşıyan "De Get Yalan Dünya" adlı parça döneme damgasını vurdu. Ardından albümden bir parça daha yayınladı. 2001 yılında Su Gibi albümünü çıkarmıştır. Albümdeki "Aşkından Yanayım Mı (Gönül)" parçası döneme damgasını vurdu. Radyolarda ve televizyonlarda sıkça gösterildi. Ardından Aşkname, (2002), Gönül Limanı (2004), Yüreğinden Öpüyorum - Gülüm (2006), Aranağme (2008), Burnumda Tütüyorsun (2011) ve Nefes 1 (2015) albümlerini çıkardı. Şubat 2017 tarihinde Ömrüm adındaki on üçüncü albümünü çıkardı. Albümle aynı adı taşıyan "Ömrüm" adlı parça beğeni toplamayı başardı. Albüm çıktıktan iki ay sonra İbrahim Erkal, evinin otoparkında düşerek beyin kanaması geçirdi. 29 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra 11 Mayıs 2017 tarihinde hayatını kaybetti.

Hayatı

10 Ekim 1966 tarihinde Erzurum, Narman'da dünyaya gelmiştir. Altı kardeşin en büyüğüdür. İlkokul ve lise öğrenimini doğup büyüdüğü ilçede tamamlamıştır. Müziğe kendi kendine ilkokul yıllarında bağlama, mandolin ve flüt gibi müzik enstrümanları çalarak başladı. Lise öğretimini bitirdikten sonra Musa Eroğlu Müzik Eğitim Merkezi binasında solfej ve nota dersleri almaya başladı. Geceleri ise Ankara'nın çeşitli yerlerinde sahne alıyordu. 1987 yılında askere gitti ve 1988 yılında askerliğini İstanbul Kalender Ordu Evinde solist olarak bitirdi. Askerliğini bitirdikten sonra Erzurum'a döndü. 1989 yılında tekrar İstanbul'a dönmeye karar verdi ve geri döndü. İstanbul'da garsonluk yapmaya başladı. Garsonluk yaparken bir yandan da Telden Dile Müzik Merkezinde eğitimine devam etti. 1991 yılında piyanist ve udi olarak sahneye çıkmaya başladı. Bir süre bu şekilde sahne almaya devam etti. 1992 yılında ise Tekirdağ'ın Kumbağ ilçesinde aynı şekilde bir yıl çalıştı. 1984 yılında, İbrahim Güzelses adıyla Sarhoş Baki (Erzurum Türküleri) adlı ilk albümünü çıkardı. Fakat albümle sesini duyuramadı. Aynı yıl kendi adıyla çıkarmaya karar verdiği albümünün parçalarını yazmaya başladı. 1992 yılının sonunda albümün şarkılarını tamamladı ve İstanbul'a dönüp Telden Dile Müzik Merkezinde öğretmen arkadaşları ile birlikte ilk albümünü yaptı. Elindeki hazır albümü ile birlikte plakçılar çarşısına gitti. 1993 yılında eserlerini birçok plakçıya dinletmesine rağmen hiçbir olumlu sonuç alamadı. Uğraşları sonucunda kimseden ses çıkmayınca vazgeçip Erzurum'a dönme kararı aldı. Erzurum'a dönmek üzereyken rastlantı sonucu İskender Ulus'la tanıştı. Bu tanışmanın ardından Ulus Müzik etiketiyle tamamladığı Tutku (1993) albümünü çıkardı. Daha sonra fanatiği olduğu Galatasaray için Ölümüne Cim Bom (1994) adlı sekiz parçadan oluşan bir albüm yaptı. İbrahim Erkal adıyla çıkardığı ilk albümünden sonra solist olarak çalıştığı restorandaki işini bırakıp, yeni albüm ve yeni bestelerine konsantre olmak üzere kolları sıvadı. 8 Mart 1995 tarihinde Sıra Bende/Aklımdasın adlı ikinci albümünü çıkardı. Albümdeki hit şarkılarıyla adından sıkça söz ettirdi. 8 Temmuz 1996 tarihinde üçüncü ve en iyi albümü olarak kabul edilen Gönlünüze Talibim piyasaya çıktı. Albümdeki şarkıların hepsi hit oldu. Yayınlanan ilk şakı "Unutmayacağım" herkes tarafından çok beğenildi. Ardından, "Canısı" adlı parça yayınlandı ve şarkı tüm ülkede bir anda dilden dile dolanır oldu. Albümden son olarak "Erzurum'a Gel" adlı parça yayınlandı. Albüm 1996 yılının en iyi albümlerinden birisi oldu ve 1997 yılında Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde dört dalda ödüle aday oldu. Gece de iki ödül birden alarak törene damgasını vuran isimlerden oldu. 1997 yılında Canısı adlı bir TV filminde başrol oynadı. Ardından film çok reyting alınca dizi olma kararı alındı. 1997 yılında dizi olarak ekranlarda yer aldı. Film gibi dizisi de reyting rekorları kırdı. Dizi 26. bölümde ekranlara veda etti.

1998 yılında dördüncü albümü Sırılsıklam piyasaya sunuldu. Albümden, "Güllerede Küstüm", "Gavurun Kızı", ve "Sen Aldırma" gibi hit şarkılar yayınlandı ve döneme damgasını vurdu. Ardından, Sırılsıklam adlı TV dizisinin baş rolünde oynadı. 2000 yılının ilk haftası De Get Yalan Dünya adlı beşinci albümünü yayınladı. "De Get Yalan Dünya" adlı şarkı dönemin en çok dinlenen şarkılarından birisi olmuştu. Albüm iyi bir satış grafiği çizerken, albümden iki şarkı daha yayınlandı. 2001 yılında, "Su Gibi" adlı altıncı albümünü yayınladı. Albümden yayınlanan "Aşkından Yanayım Mı (Gönül)" adlı parça döneme damgasını vurdu. Radyolarda en çok istek alan parçalardan birisi oldu ve albümdeki en etkili şarkılardan birisi olmayı başardı. Daha sonra "Güzelleşelim" adlı ikinci parçasını yayınladı. 2002 yılında, Aşkname albümünü yayınladı. Albümden üç hit şarkı yayınlandı. 2004 yılında Gönül Limanı albümünü yayınladı. Albümden üç hit şarkı yayınlandı ve bunlardan birisi Zara ile düet yaptığı "Yandım" parçasıdır. 2006 yılında sekizinci albümü yayınlandı. Albümdeki birçok şarkı dinleyiciler tarafından beğenildi. İbrahim Erkal, ayrıca dönemin izlenme rekorları kıran dizisi Cennet Mahallesi'ne de konuk oldu. 2008 yılında, Ulus Müzik'ten ilk kez ayrı çıkardığı Aranağme albümünü yayınladı. Albümdeki "Sen Bana Lazımsın" adlı parça o dönem çok beğenildi. 2011 yılında Burnumda Tütüyorsun albümünü çıkardı. 2015 yılında, üç yıl aradan sonra Nefes 1 adındaki on ikinci albümünü piyasaya sundu. Zara, İzzet Yıldızhan, Vahdet Vural, Zeynep, Murat Yıldız, Kader, Hülya Avşar, Metin Şentürk, İbrahim Tatlıses, Ayhan Aşan, Yudum, Ümit Yılmaz, Burhan Çaçan, Gökhan Özen, Alişan, Ceylan, Erdinç Şahin, Ferman Toprak, Mine Koşan ve Soner Arıca gibi pek çok sanatçı eserlerini yorumlamıştır, anonim olanlar hariç seslendirdiği tüm eserlerin söz ve müziği kendisine aittir. 2017 yılının başında Ömrüm (Nefes Vol. 1) albümünü çıkardı. Ölümünden iki ay sonra ise albümden "Ömrüm" adlı parça yayınlandı.

Mehmet Niyazi Özdemir kimdir?



(d. 1942 Sakarya, Akyazı- İstanbul, 11 Mayıs 2018), Türk tarihçi, yazar ve mütefekkir.


İlk ve orta okulu Akyazı'da okudu. Liseyi İstanbul Haydarpaşa Lisesi'nde bitirdi. Sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne girdi; 1967’de oradan mezun oldu. O zamanlarda hukuk fakültesinde takıntısız olarak üçüncü sınıfa geçenler, dekanlığa müracaat edip, izin alarak edebiyat fakültesinin herhangi bir bölümüne devam edebiliyorlardı. Bu imkândan faydalanarak Edebiyat Fakültesinin Felsefe bölümünden de sertifika aldı. Mezuniyetini takiben devlet felsefesi sahasında doktora yapmak için Almanya'ya gitti.


Brilon'daki Goethe Enstitüsü'nde Almanca öğrendi. Marburg Üniversitesi'ne intisap ederek burada Prof. Dr. Ditrich Pirson'un yanında "Türk Devletlerinde Temel Hürriyetler"konulu doktorasına başladı. Uzun yıllar Almanya’da oturdu. 1988 yılından beri Türkiye’de ikamet etmektedir. Tercüman ve Zaman gazetelerinde yazdı. 1987'den itibaren ilk başta haftada üç gün, sonraları haftada bir gün Zaman gazetesinde yazdı. 10 Nisan 2016 tarihinden itibaren her pazar Yeni Şafak gazetesinde köşe yazısı yazmaya başladı. Ayrıca; Genç Akademi, Nizâm-ı Âlem, Türk Yurdu, Ufuk Çizgisi gibi dergilerde makalelerini de zaman zaman Batı dergilerinde yayınlanıyor.


Mehmed Niyazi Özdemir, tezli romanlarıyla tanınan bir yazar ve düşünürdür. Eserlerinde millî konuları işlemeyi şiar edinmiştir. Fikrî eserlerinde ise Türkiye`nin sosyal yapısı üzerine görüşlerini açıklar. 11 Mayıs 2018'de aramızdan ayrıldı.


Edebî Eserleri

Varolmak Kavgası Roman

İmam-Hatip mezunu idealist bir gencin, Türkiye'deki çarpık zihniyet karşısındaki mücadeleleri ve başından geçenler, eserin konusunu teşkil etmektedir.

Bayram Hediyesi Hikâye, (1971)

İki Dünya Arasında Roman, (1977)

Tanıtım Yazıları: Almanya'da okuyan bir Türk gencinin bir Alman kızına aşkının hikâyesidir.

Ölüm Daha Güzeldi Roman

(Türkiye Millî Kültür Vakfı Ödülü verildi)


Azerbaycan'dan Türkiye'ye sığınmış ve Türkiye'de Ağır Ceza Reisliği'nden emekli olmuş ve rahmete kavuşmuş bir Azerbaycanlı Türk'ün, anayurdunda başından geçenler etrafında cereyan eden bir roman.

Yazılamamış Destanlar Hikâye

Said Nursî ve arkadaşları Süleyman Askerî, Eşref Kuşçubaşı gibi zevatın Balkan Harbi'nde Edirne'yi Bulgarlar'dan geri alışları ve Batı Trakya'da ilk Türk Cumhuriyeti'ni kuruşlarının belgeler dayanan hikâyesidir.

Çanakkale Mahşeri Tarihi Roman

Çanakkale Savaşı'nı destanî tonda anlatan roman, (1998) (Türkiye Yazarlar Birliği Ödülü).


Dâhiler ve Deliler Hatıra-Roman, (2001)

Daha Dün Yaşadılar Roman, (2006)

Akyazı'nın ilçe olma aşamasında yaşanan dostluk öyküleri anlatılıyor.


Doğunun Ölümsüz Çocuğu Roman,

Yemen! Ah Yemen! Tarihi Roman

Plevne Tarihi Roman, (2011)


Fikrî Eserleri

İslam Devlet Felsefesi (19889

Yazar bu kitapta İslâm'ın temel prensipleriyle İslâm tarihinde geçmiş uygulamaları hukuk mantığıyla ele alarak İslam'da "devlet"in ne olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadır.

Millet ve Milliyetçilik (1979).

Türk Devlet Felsefesi (1989)

Türkiye'nin Meseleleri-I (1992).

Türkiye'nin Meseleleri-II (1992).

Medeniyet Ülkesini Arıyor(1999).

Medeniyetimizin Analizi ve Geleceği (2000)

Millet ve Türk Milliyetçiliği (2000)

Türk Tarih Felsefesi (2008)

33 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page