top of page
Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Salih Zeki, Kara Fatma, Asım Bezirci, Behçet Aysan, Hasret Gültekin, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen...


Bugün 2 Temmuz. Salih Zeki, Kara Fatma, Asım Bezirci, Behçet Aysan, Hasret Gültekin, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen, Saniye Can, Özcan Tekgül, Şeref Bakşık'ın ölüm yıldönümü.

BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.



Salih Zeki kimdir?

Matematik bilgini.

İstanbul’da doğdu (1864), 1882’de Dârüşşafaka Lisesi’ni bitirdikten sonra Posta ve Telgraf Nezâreti Fen Kalemi’nde göreve başladı. Ertesi yıl üç arkadaşıyla birlikte Paris’te elektrik mühendisliği alanında öğretim veren bir yüksek okula gönderildi. Ayrıca Ecole des Ponts et Chaussées ile Collège de France’a da devam ederek buradan mezun oldu (1887). Türkiye’ye dönüp yine Posta ve Telgraf Nezâreti’nde çalışmaya, bu arada bilim tarihiyle ilgilenmeye başladı. 1889’da bir Türk bilim adamının yurt dışında yayımladığı ilk bilim tarihi çalışması olan “Mémoire sur les chiffres indiens” adlı makalesi çıktı. 1889-1890 öğretim yılında Mekteb-i Mülkiyye’de fizik ve kimya dersleri verdi. 1890’da Rasathâne-i Âmire’de görevlendirildi. 1892’de Resimli Gazete’de “Âsâr-ı Eslâf” genel başlığı altında yazdığı makalelerle Ali b. Velî b. Hamza el-Mağribî’nin Tuḥfetü’l-aʿdâd li-ẕevi’r-rüşdi ve’s-sedâd’ını, Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Kitâbü Şekli’l-ḳuṭṭâʿını, Gıyâseddin Cemşîd el-Kâşî’nin Miftâḥu’l-ḥisâb’ı ile er-Risâletü’l-muḥîṭiyye’sini ve Mühtedî Osman Efendi’nin Hediyyetü’l-mühtedî’sini tanıttı. 1895’te rasathânenin müdürlüğüne tayin edildi. 1897’de Resimli Gazete’nin yöneticisi oldu. 1908’de Tevfik Fikret ile Hüseyin Cahit’in (Yalçın) başında bulunduğu Tanin gazetesinde bilimsel makaleler yazmaya başladı. Aynı yıl Meclis-i Maârif üyeliğine getirildi. Bu sırada Dârülfünûn-ı Şâhâne’nin Ulûm-i Riyâziyye ve Tabîiyye Şubesi’nde analitik geometri, matematiksel fizik, astronomi ve ihtimaller hesabı derslerini verdi. 1910’da Tevfik Fikret’in yerine Mekteb-i Sultânî’nin müdürlüğüne tayin edildi. 1912’de Maarif Nezâreti müsteşarlığına, 1913’te Dârülfünun umum müdürlüğüne (rektörlük) getirildi. 1917’de yöneticilikten istifa ettiyse de fen şubesindeki öğretim üyeliği görevini sürdürdü. 1919, 1920 yıllarında adı Fen Fakültesi olan bu şubenin dekanlığını yaptı. 1920’de geçirdiği ruhî bunalımın ardından 2 Temmuz 1921’de öldü. Piyanist Vecihe, Halide Edip (Adıvar) ve öğretmen Münevver hanımlarla evlenmiş, bu evliliklerinden beş oğlu olmuştur.

Sâlih Zeki’nin çalışma alanları dört başlık altında değerlendirilebilir. Astronomi. Astronomiye ilişkin ilk bilgilerini Dârüşşafaka Lisesi’ndeki hocası Telgraf Nezâret-i Âliyesi fen müşaviri ve Rasathâne-i Âmire müdür yardımcısı Emile Lacoine’dan almıştır. Rasathânede görevli olduğu yıllarda tek başına ve Lacoine ile birlikte takvim çalışmaları yapmış, aynı dönemde, Ortaçağ İslâm dünyasında yazılan astronomi ve matematikle ilgili bazı eserleri Avrupa’dan temin ederek bunların üzerinde araştırmalar gerçekleştirmiştir. Resimli Gazete’de saat reformu ve meteorolojik olaylar konusunda yazılar yazmış, yine bu dergide “felekiyyât” başlıklı bir dizi makale yayımlamıştır. 1913’te Paris’te saatlerin birleştirilmesi meselesini görüşmek üzere toplanan milletlerarası kongreye Osmanlı delegesi olarak katılmış, böylece Türkiye’de Greenwich saatine geçiş çalışmaları başlamıştır. Ayrıca astronomiye ilişkin çeşitli ders kitapları kaleme almıştır.

Matematik. Sâlih Zeki’ye göre matematik bütün bilimlerin temeli olan en mükemmel bilimdir. Matematik âdeta evrende görülemeyecek kadar küçük gerçekleri gösteren bir mikroskoptur. Doğa yasalarının keşfi de evrenin matematik düşüncesiyle incelenmesinden kaynaklanmaktadır. Meselâ Newton’un çekim kanunu matematiği temel aldığından en basit, en mükemmel, en genel ve en açık kanundur (Köz, s. 75). Sâlih Zeki’nin, Başhoca İshak Efendi ve Vidinli Hüseyin Tevfik Paşa’dan sonra çağdaş matematiğin Türkiye’ye girişinde önemli hizmetleri olmuştur. Dârülfünun’da verdiği konferanslarla ve çeşitli eserleriyle sayılar kuramı, sanal sayılar, Öklid dışı geometriler ve ihtimaller hesabı gibi Türk matematikçilerinin o günlerde yabancısı olduğu birçok alanı Türkiye’de tanıtmıştır. Aynı zamanda ilk, orta ve yüksek öğretimde matematik eğitiminin yaygınlaşmasında büyük rol oynamıştır.

Mantık. Türkiye’ye cebirsel mantığın girişinde Sâlih Zeki’nin çalışmaları önemlidir. Dârülfünun’da verdiği mantığa dair ders notlarını Mîzân-ı Tefekkür adıyla yayımlamış ve burada İngiliz matematikçilerinden George Boole’ün geliştirmiş olduğu cebirsel mantığı ayrıntılı biçimde tanıtmıştır. Sâlih Zeki’ye göre mantıkta üç bakış açısı bulunmaktadır: Mantık-ı sûrî (formel mantık), mantık-ı musavver (niceleme mantığı), mantık-ı işârî (cebirsel mantık). Bunlardan cebirsel mantığı benimsemiş (Ömerustaoğlu, I/1 [1996], s. 111-112) ve onu açıklarken tamamen Boole’ün sistemine bağlı kalmıştır.

Bilim Tarihi. Türk bilim tarihi yazıcılığı, XIX. yüzyılın ilk yarısı ile XX. yüzyılın ilk yarısı arasındaki uyanış sürecinde Batı’dan aktarılan düşünsel etkinliklerden biri olarak gelişmiştir. Sâlih Zeki, İslâm toplumunda süregelen bilimsel çalışmaları günümüz bilim tarihi yöntemleriyle yeni baştan değerlendirmiştir; dolayısıyla o, Türkiye’de bilim tarihi yazıcılığının babası sayılabilir. Onun bu konudaki en önemli eseri Âsâr-ı Bâkıye’dir. Bilim tarihinin yanında bilim felsefesiyle de ilgilenen Sâlih Zeki, Fransız matematikçisi ve bilim felsefecisi Jules-Henri Poincaré’nin bu konudaki eserlerini yayımlanmalarından kısa bir süre sonra Türkçe’ye çevirmiş, böylece hem bu düşünürün hem de onun bilim anlayışının Türkiye’de tanınmasını sağlamıştır.

Eserleri. 1. Hikmet-i Tabîiyye Dersleri (Ahmed Fahri ile birlikte, I-II, İstanbul 1309).

2. Kāmûs-ı Riyâziyyât. Matematik ve astronomide kullanılan terimleri açıklamak ve matematikçilerle astronomların biyografilerini verip eserlerini tanıtmak amacıyla hazırlanmış olup bu özelliğiyle Türkiye’de yapılan ilk çalışmadır; ayrıca Türkçe’de yazılan ilk matematik ve astronomi tarihi ansiklopedisidir. Eserin ilk cildi Vidinli Hüseyin Tevfik Paşa tarafından tashih edilerek yayımlanmış (İstanbul 1315), Sâlih Zeki’nin ölümünden sonra diğer ciltlerin basımına girişilmiş, ancak sadece II. cildi basılabilmiştir (İstanbul 1342). Kalan kısmın 4000 sayfa tutarındaki müsveddeleri on cilt halinde İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndedir (TY, nr. 910-919).

3. Âsâr-ı Bâkıye. Türk ve İslâm bilim tarihi açısından büyük önem taşıyan eserde İslâm öncesi ve özellikle eski Yunan ve Hint muhitindeki çalışmalar ortaya konulmuştur. Dört cilt olarak planlanan kitabın ilk cildinin birinci ve ikinci kısımları basılmış olup (İstanbul 1329) diğer ciltler müsvedde halinde kalmıştır (İÜ Ktp., TY, nr. 903, 904, 905). Âsâr-ı Bâkıye’nin basılan kısmı günümüz Türkçe’siyle yeniden yayımlanmıştır (Sâlih Zeki, Asâr-ı Bâkiye: Ortaçağ İslâm Dünyasında Trigonometri [haz. Remzi Demir – Yavuz Unat], Ankara 2003, I, a.e.: Ortaçağ İslâm Dünyasında Hesap ve Cebir [haz. Melek Dosay Gökdoğan], Ankara 2003, II; a.e.: Bilginlerin Yaşamları ve Yaptıkları [haz. Melek Dosay Gökdoğan v.dğr.], Ankara 2004, III).

4. İlmin Kıymeti. Jules-Henri Poincaré’nin bilim felsefesiyle ilgili La valeur de la science adlı eserinin tercümesidir (İstanbul 1330).

5. Dârülfünûn Konferansları (I-II, İstanbul 1331). Eserde, XIX. yüzyıl matematiğinin en önemli konuları arasında bulunan Öklid dışı geometrilerle sanal nicelikler üzerine kurulmuş çeşitli alanlar ayrıntılı biçimde tanıtılmıştır.

6. Mîzân-ı Tefekkür (İstanbul 1332). Eserde İngiliz matematikçilerinden George Boole’ün geliştirmiş olduğu cebirsel mantık savunulmaktadır.

7. Mebâhis-i Elektrik (İstanbul 1338). Sâlih Zeki’nin Dârülfünun’da 1905-1909 yılları arasında verdiği derslerin özetinden oluşan kuramsal elektrikle ilgili bir eserdir. Bir giriş ve iki kısımdan meydana gelen kitap Batı’da elektrik konusunda yapılan çalışmaların ülkemize aktarılması bakımından önemlidir.

8. İlm-i Tabakātü’l-arz (İstanbul 1923). Jeoloji meselelerini konu alır ve bu arada Kant-Laplace kuramına da yer verir.

9. İlim ve Faraziye. Jules-Henri Poincaré’nin La science et l’hypothèse adlı eserinin çevirisidir (İstanbul 1927).

10. İlim ve Usul. Aynı bilginin Science et méthode adlı eserinin tercümesidir (İstanbul 1928).

Sâlih Zeki’nin diğer eserleri de şunlardır: 1308 Sene-i Mâliyyesine Mahsus Takvim (İstanbul 1309); Takvîm-i Cedîd: 1310 Sene-i Mâliyyesine Mahsus (Emile Lacoine ile birlikte, İstanbul 1311); Muhtasar Hikmet-i Tabîiyye (İstanbul 1312); Hulâsa-i Hisâb-i İhtimâlî (İstanbul 1314); Hikmet-i Tabîiyye-i Umûmiyyeden Mebhas-ı Elektrik (İstanbul 1318); Nazarî ve Amelî Hendese (I-III, İstanbul 1322, 1326, 1328); Mebâdî-i Hendese (İstanbul 1325); Muhtasar Hendese (İstanbul 1325); Hikmet-i Tabîiyye-i Umûmiyyeden Mebhas-ı Harâret-i Harekiyye (İstanbul 1326); Hikmet-i Tabîiyye-i Umûmiyyeden Mebhas-ı Savt (İstanbul 1326); Hikmet-i Tabîiyye-i Umûmiyyeden Mebhas-ı Câzibe-i Umûmiyye (İstanbul 1327); Hikmet-i Tabîiyye-i Umûmiyyeden Mebhas-ı Elastikiyyet ve Şa‘riyyet (İstanbul 1327); Yeni ve Musahhah Muhtasar Hikmet-i Tabîiyye (İstanbul 1327); Cebir Dersleri (İstanbul 1328); Hisâb-ı İhtimâlât (İstanbul 1328); Mücmel Cebir (İstanbul 1329); Mücmel Hendese (İstanbul 1329); Nazarî ve Amelî Mücmel Hendese (İstanbul 1329); Müsellesât-ı Müsteviyye (İstanbul 1329); Yeni ve Musahhah Hikmet-i Tabîiyye (İstanbul 1330); Yeni Tertip Hikmet-i Tabîiyye (İstanbul 1331); Yeni Kozmoğrafya (İstanbul 1331); İlk Hendese Dersleri: Devr-i Mutavassıta Birinci Sene (İstanbul 1332); İlk Hendese Dersleri: Devr-i Mutavassıta İkinci Sene (İstanbul 1332); Muhtasar Kozmoğrafya (İstanbul 1332); Yeni Usul Resimli Hesap Dersleri (altı kitap, Hamazasb Hakiyan ile birlikte, İstanbul 1332); Mebâdî-i Felsefe-i İlmiyye (I-II, İstanbul 1332); Mukaddimât-ı Ulûm-i Tabîiyyeden Yeni Hikmet ve Kimya (İstanbul 1333); Usûl-i Cebir (I-II, İstanbul 1338); Hesap Dersleri (İstanbul 1927). Sâlih Zeki’nin yerli ve yabancı dergi ve gazetelerde birçok ilmî makalesi yayımlanmıştır.

2 Temmuz 1921'de aramızdan ayrıldı.


Fatma Seher Erden (Kara Fatma) kimdir?

Türk kadın asker, Türk Kurtuluş Savaşı kahramanlarından ve İstiklal Madalyası sahibi

1888’de Erzurum'da dünyaya gelen Fatma Seher, Balkan Harbi yıllarında asker olan eşiyle Edirne'ye yerleşir. Sarıkamış'a gönderilen eşiyle bu defa Doğu Cephesi'nde çeşitli görevler üstlenir. Eşinin şehit düşmesinden sonra Fatma Seher'in savaş sahnesine çıktığı görülür. Akrabalarından oluşan bir müfreze oluşturur.



Fatma Seher, Sivas Kongresi sırasında Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek savaşa katılmak için izin ister. "Kara" lakabını da ve üsteğmen rütbesini de Mustafa Kemal'den alan Fatma Seher, aşçılık, hasta bakıcılık, hemşirelik gibi pek çok görevin yanında İstiklal Harbi'nde 300 kişilik birliği komuta eder.



Savaşın sona ermesinden sonra İstanbul'a yerleşen Fatma Seher, devletin kendisine bağladığı maaşın tek bir kuruşuna bile dokunmadan Kızılay'a bağışlar. Fatma Seher, 2 Temmuz 1955'te 67 yaşında İstanbul Darülaceze'de hayatını kaybetti. Kasımpaşa’daki Kulaksız mezarlığına defnedildi.


Asım Bezirci kimdir?




Asım Bezirci, Erzincan’da Mollagüzel Mahallesinde Hamdi Bezirci ile Refika Hanım’ın çocuğu olarak dünyaya geldi. Doğum tarihini “Nüfuz cüzdanımda ‘doğum tarihi: aslı 1928, tashihi 1927’ yazılı” (Özyalçıner 2009: 46) şeklinde ifade eder. Ailenin on bir çocuğu daha olur ama hayatta kalan tek çocuk Asım Bezirci’dir. Marangozluk ve inşaat işlerinden anlayan babası Devlet Demiryollarında işçi olarak yirmi dört yıl çalıştıktan sonra emekli olmuştur. Annesi ise okuma-yazma bilmeyen ama kitaplara ilgi duyan bir kadındır. Ailenin tek çocuğu olan Asım Bezirci ilgi gösterilen bir çocuk olarak büyür. İlkokulu Erzincan’da bitirdi. Bütün sınıfları pekiyi derece ile geçti. Erzincan’da 1939'da meydana gelen depremde evleri yıkılınca ailecek Mersin’e göç ettiler. Bu zamanda çektiği sıkıntıları bir deftere yazdı. Mersin’de bir yıl kaldıktan sonra Erzincan’a döndüler. Ailenin maddî durumundan dolayı parasız yatılı imtihanlarına girdi, ortaokul ve liseyi parasız yatılı olarak okuma hakkı kazandı. 1940’ta Erzurum’a gitti. Ortaokul ikinci sınıftan lise sona kadar beş sene Erzurum’da okudu. Bu sırada sınıf arkadaşlarından biri Fethi Naci’dir. Bu yıllarda roman okumaya ağırlık verdi. 1946'da İstanbul’a üniversite okumak için gitti. Bekçilik yapan dayısının yanına yerleşti, 4 Kasım 1946’da 4126 numara ile Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne kaydoldu (Özyalçıner 2009: 58). Hocalarından biri olan Mehmet Kaplan’la aralarında edebiyat konusunda tartışmalar olurdu. Bitirme tezini de Mehmet Kaplan’dan aldı. Kaplan, yurt dışına gittiğinden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ilgilendiği Bezirci, "Abdülhâk Hamit’in Tarık yahut Endülüs Fethi Adlı Oyunu" teziyle 28 Haziran 1950’de 1528 sayılı diplomasıyla mezun oldu (Özyalçıner 2009: 61). 1950'de Türkiye Sosyalist Partisi’ne kaydoldu. Gerçek gazetesinde çalıştı. A. Toplumcu imzasıyla siyasal fıkralar yazdı, sosyalist yazarlardan çeviriler yaptı. 18.12.1950’de tutuklandı. Bir buçuk yıl hapis yattı. 1952’de tutuklanıp altı ay, 1956’da tekrar tutuklanıp altı ay daha hapis yattı. 1957’de askere gitti, yedek subaylığını Ankara’da Zırhlı Birlikler’de yaptı. Seçilmiş Hikâyeler ve Pazar Postası dergilerinde edebiyatla ilgili yazılar yayımladı. Bu yazılarında Halis Acarı takma adını kullandı. Unilever’de iş buldu. On üç yıl burada, beş yıl Baker’de muhasebe servisinde çalıştı. 1963 yılının Ağustos ayında annesini kaybetti. 1964 Mayıs’ında Refika Tuner ile nişanlandı ve 4 Temmuz 1964’te evlendi. 1978’de Baker şirketinden emekli oldu (Özyalçıner 2009: 36-38). Pek çok edebiyat ve sanat dergisinin kuruluşunda, yayın kurulunda, çevirmen ve yazar kadrosunda ismi görüldü. 1993’te Sivas’ta hayatını kaybetti. İlk denemelerini hikâye türünde yazdı. İlk yazısı 11 Nisan 1943 tarihinde Erzurum gazetesinde çıktı: “Bir Gecenin Serabı”. İlk şiirlerini de lisedeyken yazmaya başladı. 26 Şubat 1944’te “Dönüşte Erzincan” şiirini yazdı. Bu şiirlerde Rıza Tevfik, Orhan Seyfi, Necip Fazıl, Ahmet Haşim gibi şairlerden izler görülür (Özyalçıner 2009: 55). Lise son sınıfta ise Nâzım Hikmet ve Orhan Veli’nin şiiriyle tanıştı. İlk eleştirisi ise okulun duvar dergisinde Abdülhak Hamit’in oyunlarıyla ilgili Fethi Naci ve Turhan Gürkan’la hazırladıkları bir yazıydı (Özyalçıner 2009: 56). Basılan ilk eleştirisi ise 1955’te Fikret Arıel takma adıyla “Ülkücülük Bakımından Sisler Bulvarı ile Yağmur Kaçağı” (Forum dergisi, 15.7.1955) oldu (Özyalçıner 2009: 40). Lisedeyken romantiklerin yanında gerçekçi yazarları da okumaya başladı, bu okumalarında Gorki’nin etkisi görülür. Lise son sınıfta Stendhal, Flaubert, Balzac gibi yazarları okudu (Özyalçıner 2009: 57). Üniversitede okumalarına devam eden Bezirci, André Gide’den Avni İnsel’in çevirdiği Dünya Nimetleri adlı eserden etkilendi. Hint şairi Tagore’un da etkisiyle mensur şiirler yazdı ve bunları “Hayaller İklimi” adıyla bir defterde topladı (Özyalçıner 2009: 59). Toplumcu düşüncelerle üniversite ikinci sınıfta tanıştı. Türkiye Sosyalist Partisi’nin yayın organı Gerçek gazetesinde çeviriler, fıkralar, incelemeler yayımladı. Siyasal fıkralar “Apaçık-Dosdoğru” başlığı altında A. Toplumcu imzasıyla, diğer yazılar Bezircioğlu imzasıyla çıktı (Özyalçıner 2009: 62). Hapisteyken yazılar ve eleştiriler yazmaya devam etti, çeviriler yaptı. Seçilmiş Hikâyeler ve Pazar Postası’nda Fransızca gazete ve dergilerden alınan sanat haberlerini çevirmeye başladı. 1959'a kadar yazılarında Halis Acarı adını kullandı. Bu yıllarda A, Köprü, Salkım, Dost, Yeditepe’de yazıları yayımlandı. 1959’da ve 1972’de Türk Dil Kurumu’na üye olmak için başvuruda bulundu; ancak ikisinde de reddedildi. 1960’lı yılların başından itibaren eserleri yayımlanmaya başladı. Çok Kapılı Oda (1961) ve Günlerin Götürdüğü Getirdiği (1962) adlı kitaplarını Ataç Yayınları’nda kendi parasıyla yayımlattı (Özyalçıner 2009: 72). 1960-1970 yılları arasında Yelken, Ataç, De, Su, Evrim, Yön, Yeni Dergi, Soyut, Papirüs, May, Yordam, Yeni Gerçek’te imzası görüldü (Özyalçıner 2009: 75). 1970 sonrasında Halkın Dostları, Yeni A, Güney, Yeni Dünya, Tiyatro 76, Dönemeç, Milliyet Sanat, Türkiye Yazıları, Sanat Emeği’nde yazıları yayımlandı. Yeni Ortam, Vatan, Politika gazetelerinde de yazıları çıktı (Özyalçıner 2009: 79). 1980 sonrası Yazko Edebiyat, Varlık, Düşün, Dönemeç, Sanat Olayı, Günümüzde Kitaplar, Yeni Düşün, Karşı Edebiyat dergilerinde yazdı (Özyalçıner 2009: 80). Bertholt Brecht’ten A. Kadir’le birlikte çevirdiği Halkın Ekmeği adlı şiir kitabının beşinci basımı, 1971’de May Yayınlarından çıkan On Şair On Şiir kitabı, 1974’te üçüncü basımı yapılan Jean Freville/Georgi Plehanov’un Sosyalist Gözle Sanat ve Toplum adlı çevirileri toplatıldı (Özyalçıner 2009: 80). 1986’da Halkımızın Diliyle Barış, 1987’de Şairlerimizin Diliyle Barış adlı kitapları yayımlandı (Özyalçıner 2009: 81). “Dönemin öznel-izlenimci eleştiri yöntemine karşı nesnel-bilimsel eleştiri yöntemini savundu. Nesnel-bilimsel eleştiri kuramının öncüsü, kuramcısı ve uygulayıcısı olarak kendisine yönelik eleştirileri tartıştı. Ayrıca bu eleştiri anlayışını Marxçı eleştiri anlayışıyla birleştirme çabası içinde oldu.” (Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi 2003: 216). 1960’lı yıllardaki Marksist eleştirinin önemli temsilcilerinden biri olan Bezirci, yaşadığı dönemde önemli bir otorite olan Nurullah Ataç’ın eleştiri anlayışının karşısına materyalist diyalektik bir anlayışla çıkar. “Toplumsal düşüncenin gözde olduğu dönemde bizzat kendisi otorite olacaktır… Reel sosyalizmin gözden düşüşüyle birlikte Asım Bezirci’nin otoritesini kaybettiğini görürüz.” (Tosun 2003: 698). Kendi eleştiri anlayışını şöyle açıklar: “Yargının doğru olması, nesneye (esere, gerçekliğe) uygun olmasına bağlıdır. Uygunluk ise daha çok şöyle bir tutumla sağlanabilir: Yargılayan kişi, nesneyi iyi tanımalıdır. Bunun için elinden geldiğince kendinden uzaklaşarak -kendini aşarak- nesneye yaklaşmalıdır. Nesneyi basamak yaparak kendi özel duygu ve düşüncelerini, önyargılarını, yaşantılarını belirtmekten kaçınmalıdır. Duygu, sezgi ve us gücünü nesneyi anlamaya, çözümlemeye, ayrıntılara inerek açıklama vermelidir. Nesnenin -özne dışında- taşıdığı özellikleri ortaya çıkarmaya, “eser-sanatçı-çağ” ilişkilerini göstermeye çalışmalıdır. Bu çalışmayı köstekleyen her türlü davranıştan uzaklaşmalıdır: Dogmacılıktan, mutlakçılıktan, idealizmden, izlenimcilikten, aşırı görecelikten, tek yanlılıktan kurtulmalıdır. Bir sanatçı gibi değil, geniş görüşlü bir bilgin gibi davranmalıdır. Yaratıcılığa özenmemelidir. Gerekirse felsefeden, estetikten, mantıktan, tarihten, bilimsel yöntem ve verilerden yararlanmalı; araştırmalar, karşılaştırmalar, incelemeler yapmalı; belgeler, örnekler toplamalıdır. Bunları yapmadan, nesnenin kuruluşunu, özelliklerini iyice öğrenmeden yargıya geçmemelidir. Yargısını verirken, öğrendiklerinden çıkardığı sonuçları göz önünde tutmalıdır. Örneksiz, gerekçesiz, ölçütsüz, temelsiz konuşmamalıdır. Konuşunca da bütün kişisel hesapları, tutkuları, ilişkileri unutmalı, dürüst, sorumlu ve yürekten olmalıdır: Yani “nesnel” olmalıdır.” (Özyalçıner 2009: 44). Yaşadığı dönemin en çok eser veren yazarlarından biri olan Asım Bezirci, inceleme ve derleme türünde verdiği eserlerle dikkati çeker. Ölümünün ardından yakın dostlarının yazılarından oluşan Asım Bezirci’ye Saygı kitabı yayımlanır.


Behçet Sefa Aysan kimdir?



(d. 28 Temmuz 1949 / ö. 02 Temmuz 1993)
Şair, yazar, radyo oyunu yazarı, tıp doktoru, psikiyatrist

Ankara’da doğmuştur. Teknik ressam olan babası Fikret Aysan, Girit kökenlidir. Annesi Kadriye Hanım Saraybosna göçmenidir. İlkokula Ankara’da Demirlibahçe İlkokulu’nu (1960), Selimiye Askeri Ortaokulu'nu (1963) ve Kuleli Askeri Lisesi’ni (1967) bitirmiştir. 1967'de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne askeri öğrenci olarak kaydolmuştur. Üniversite eğitimi, siyasi gerekçelerle 1973 senesinde tutuklanmasıyla kesintiye uğramıştır. Beraat edince eğitimini sürdürmek istemiş ancak üniversite yönetiminin kararıyla ilişiği kesilmiş, silahlı kuvvetlerden de ihraç edilmiştir. 1975'te Adviye Gülel ile evlenmiş ve Eren adında bir kızı olmuştur. Eren Aysan da şair ve yazardır. 1976'da Dev-genç'te kısa süreliğine sekreterlik ve eğitmenlik yapmış, Türk Haberler Ajansı’nda gece sekreteri olarak çalışmıştır. 1979 yılında afla geri döndüğü okulundan 1983'te mezun olmuş ve İzmit Verem Savaş Dispanseri’nde göreve başlamıştır (1983), sekiz ay sonra Ankara’ya tayin olmuştur. Ankara Numune Hastanesi’nde 18988'de başladığı psikiyatri ihtisasını 1991'de tamamlamış ve ölümüne dek görev yapacağı SSK Yenişehir Dispanseri’ne psikiyatri hekimi olarak tayin olmuştur. Behçet Aysan, konuşmacı olarak davet edildiği Sivas Pir Sultan Abdal şenlikleri sırasında çıkan olaylar neticesinde, Madımak Oteli yangınında 2 Temmuz 1993'te yaşamını yitirmiştir. “Ateşi Çalmak İçin” adlı dosyasıyla 1984 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’nü kazanmış, bu dosya Sesler ve Küller adıyla kitaplaşmıştır. 1986 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nü, 1987 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü’nü almıştır. Behçet Aysan için, Yönetim Kurulu Üyeliği görevinde bulunduğu Edebiyatçılar Derneği tarafından hazırlanan Behçet Aysan Kitabı ile Deniz Feneri Behçet Aysan Kitabı adında iki anı kitabı yayımlanmıştır. Türk Tabipler Birliği tarafından 1995'ten beri verilen Behçet Aysan Şiir Ödülü sanatçının adını yaşatmaktadır. Edebiyata ilgisi askeri ortaokul yıllarında başlayan Aysan’ın yayımlanan ilk şiiri, 1979 yılında Türk Dili dergisinde basılan "İlk Kar"dır. 1983 yılında dostlarıyla beraber Yaşam İçin Şiir adlı bir dergi çıkarmış, aynı yıl ilk şiir kitabı olan Karşı Gece basılmıştır. Şiirleri Varlık, Yarın, Broy, Gösteri, Düşün gibi dergilerde yayımlanmıştır. Çocuklar için yazdığı Çocuk ve Yaşlı Ağaç ve Üç Kardeştiler adlı iki radyo oyunu, Aysan’ın ölümünden sonra, 1995 yılında basılmıştır. Şiirler (1990) şairin kendi el yazısıyla, daha önceki kitaplarında basılmış şiirlerini içermektedir. Aysan'ın ölümünden sonra yayımlanan Düello, toplu şiirler kitabıdır ve şairin daha önce kitaplarına girmemiş on şiiri de kapsamaktadır. Leke ve Şiir (1998) ise dostlarında ve ailesinde kalan şiirleriyle defterinde kalan daha önce basılmamış şiirleri içermektedir. Neruda, Mayakovski, Atilla Jozsef ve Nazım Hikmet gibi isimlerden etkilenen Behçet Aysan, toplumsal duyarlılıkla eser verirken şiirsel dil ve üslupta ödün vermemiştir. Aşk, keder, ayrılık, ölüm, karamsarlık, kaçış, tabiat gibi bireysel temaları, toplumsal sorunlarla harmanlayarak işlemiş; bireysel dramıyla toplumsal dramının kesiştiği noktada eserler vermiştir (Dara, 1988'den akt. Özsoy 2013: 51). Didaktizm ve propaganda gibi çıkmazlara düşmeden, "kırık ve duygulu bir sesle" (Behramoğlu, 1993: 79) yazdığı şiirini, özgün imgeler, alışılmamış bağdaştırmalar, kısa ve kesik dizelerin yarattığı ahenk gibi inceliklerle örmüş, "toplumcu şiire bireyin yaşamından damıtılmış bir iç ses getirmiş"tir (Erbaş, 2006:157). Geleneğe sırtını dönmeyen, divan edebiyatı ve halk edebiyatı estetiğinden beslenen Behçet Aysan'ın şiiri, çok sesli bir söyleme, zengin bir çağrışım evrenine sahiptir. Şiirin "toplumun tarihsel temeline inerek onu güncelle kaynaştırarak, geleceği olanı kavrayıp geliştirme, şiir anlamını kültür savaşımı içinde bulmakla yükümlü” (Fişekçi, 1984: 16) olduğunu düşünen Aysan, şiiri bir tepki ve insanın varoluşunun ispatı olarak tanımlamıştır. Aysan öncelediği toplumsal ve kültürel içeriğe rağmen şiirin bir dil ve üslup meselesi olduğuna inanmış, bu sayede 1980 sonrası Türk şiirinde, toplumcu şiir anlayışını slogancılığa düşmeden estetik söylemle buluşturmayı hedeflemiştir.


Hasret Gültekin kimdir?



Kürt asıllı Türk saz sanatçısı. 2 Temmuz 1993'te Sivas Katliamı'nda Madımak Oteli'nde yakılarak öldürülen 35 kişinin arasındaydı. 1 Mayıs 1871'de Sivas İmranlı'nın Han köyünde dünyaya geldi. Süleyman ve Hacıhanım Gültekin'in üçüncü çocuğudur. Gültekin 6 yaşında iken bağlama çalmaya başladı. Girdiği Kadıköy Maarif Koleji ve Anadolu Lisesini yarıda bırakarak müzik hayatına başladı. Aynı zamanda siyasi bir kişiliğede sahip olan Gültekin İşçi Partisi üyesiydi. Sanatçı ilk resitalini Kadıköy Moda Sineması'nda verdi ve ilk albümü "Gün Olaydı"yı 16 yaşında çıkardı. Talip Özkan`ın öğrencisi oldu. 1989 yılında çıkardığı "Gece ile Gündüz Arasında" adlı albümü ile sadece sesi ile değil bağlama ve şelpe tekniğiyle de dikkatleri çekti. Çok sayıda sanatçının albümüne müzik yönetmeni olarak imza atmıştır. 1991'de "Rüzgarın Kanatlarında" adlı bir albüm daha çıkarmıştır. Uluslararası festivallerde Türkiye'yi temsil eden Hasret Gültekin, 1991'de Yeter Gültekin'le evlendi. Bilimsel sosyalizmi benimsedi; önce Sosyalist Parti'nin, bu parti kapatılınca da İşçi Partisi'nin çalışkan bir üyesi oldu. Pir Sultan Abdal Kültür Festivali'ne katılmak üzere gittiği Sivas'ta, gerici bir ayaklanma sonucunda kundaklanan Madımak Oteli'nde 22 yaşında cinayete kurban gitti. Ölümünden 72 gün sonra, 13 Eylül 1993'te Roni Hasret adı verilen bir oğlu oldu. Ölümünün ardından Kalan Müzik tarafından "Seçmeler" adlı bir toplama albümü ve 1993 yılında Yunanlı Rembetiko grubu Prosechos ile birlikte verdiği "Ege'nin iki yakası" adlı konserdeki bazı şarkılardan oluşan ve aynı adı taşıyan albüm Hasret Gültekin Kültür ve Sanat Merkezi tarafından yayımlandı.

Eserleri


Gün Olaydı (1987) Egenin Iki Yakası Abuzer Karakoç, Hüseyin Aydın, Ali Ekber Eren’in de yer aldığı “Bitmeyen Türküler-Dostlar Muhabbeti" (1988) Gece ile Gündüz Arasında (1989) Newroz - Kürtce ezgiler (Newroz - lorînên Kurdî) (1990) Rüzgarın kanatlarında (1991) Arif Sağ, Emekçi, Mehmet Koç, Emre Saltık, Talip fi ahin, İhsan Güvercin’in de yer aldığı “Türküler Yalan Söylemez” isimli kasette üç eser seslendirdi (1992) Ahmet Arif’in şiirlerini besteleyen sanatçılar olarak, Cem Karaca, Ahmet Kaya, Sadık Gürbüz, Esin Afşar, Rahmi Saltuk’la birlikte, Ahmed Arif’in anısına çıkan kasette yer aldı (1992)


Muhlis Akarsu kimdir?


1948 yılında Sivas'ın Kangal ilçesi Minarekaya köyünde doğdu. Küçük yaşlardan itibaren katıldığı muhabbetlerde ve cemlerde Alevi-Bektaşi kültürünü öğrendi; saz çalıp türkü söylemeye başladı. Kısa zamanda sesinin güzelliği ile fark edildi. Gençlik yıllarında geldiği İstanbul'da Mahzuni Şerif'in, Davut Sulari'nin deyişleriyle tanıştı. İlk söylediği deyişlerde gerek saz çalış gerekse okuyuş itibarıyla Davut Sulari'nin etkisi görülür. Davut Sulari'nin kendine özgü bol hançere hareketlerini içeren tavrından uzun süre kurtulamayan Akarsu, kendi deyişlerinde de bu tavrı-kısa bir süre de olsa- denemiştir. Daha sonraları deyişlerinde ve deyiş söyleme tavrında Sulari'nin etkisinden kurtulduğu görülür. 1970'lerden itibaren dönemin etkili aşığı Mahzuni Şerif'in izleri belirir Akasu'da...Uzunca bir süre Mahzuni'nin deyişlerini çalar, okur. Bu arada Alevi-Bektaşi aşık geleneğinden de kopmaz. Pir Sultan, Kul Himmet gibi büyük ozanların birçok deyişini geleneksel kalıplardan çıkmadan seslendirir.


1980'li yıllarda ise Akarsu, artık kendi kimliğini bulur. O güne kadar usta malı deyişlerle kendini gösteren Akarsu, 80'lerin başından itibaren deyişlerindeki anlatımı güçlü, bağlamasına hakim ve sesini deyiş tavrında kullanabilen bir sanatçı görünümündedir. Bu yıllar adeta parladığı yıllardır Akarsu'nun... "Muhabbet" serisinin her yapıtında yer alır. Eserleri çeşitli türlerde şarkı söyleyen sanatçılar tarafından okunur. Ancak sanatının en verimli ve olgun döneminde yaşama veda eder (2 Temmuz 1993, Sivas Madımak Oteli yangını) Ardında ise milyonlarca seveni ile birlikte 100'den fazla kırkbeşlik plak, 4 uzunçalar, 20 kaset ve yüzlerce deyiş bırakır.

Muhlis Akarsu'nun yapıtlarına şöyle bir bakıldığında, tümünün lirik bir ifadeyle yapıldığı ve söylendiği hemen fark edilir. Repertuarının büyük bir bölümünde aşk ve sevda deyişlerine yer verdiği görülür. Akarsu'nun yar üzerine söylediği, feleğe çattığı, gurbete içerlediği, ayrılığa üzüldüğü yüzlerce deyişi vardır. Deyişlerinde toplumsal konulara da kayıtsız kalmaz;ancak bu, sevgi üzerine söylediği deyişler kadar çok öne çıkmaz. Birkaç deyişinde cahilliğe, köleliğe, yoksulluğa başkaldırdığı görülür. Alevi-Bektaşi edebiyatının ve müziğinin deyiş türüyle ünlenen aşığı Muhlis Akarsu'nun Pir Sultan Abdal ve Karacaoğlan etkisindeki tavrını her zaman hissetmek mümkündür. Muhlis Akarsu'nun eserlerini dinledikçe gerçekten de akarsu gibi çağlayan sesini hissedecek ve onu sevgiyle anacağız. Ruhu şad olsun.


Nesimi Çimen kimdir?


1931 yılında Adana’nın Saimbeyli kazasının Fatmakuylu Köyü’nde doğmuştur. 1941 yılında 10 yaşındayken, ailesiyle birlikte Kayseri’ye göçtü. 12 yaşında cura çalmaya başlayan Nesimi Çimen, Alevi deyişlerini kendine özgü yorumuyla seslendirdi ve ilgi gördü.


Nesimi Çimen yoksul bir hayat yaşamıştır. Daha çocuk yaşta çalışmaya başlayan Çimen, 1946 yılında evlendi. Eşiyle birlikte Adana’nın Kozan kasabası Faydalı Köyü’ne yerleşen Çimen, köyde çapacılık yaptı. Kalaycılık ve bakırcılık da öğrendiği zaanatlar arasındaydı.


1953 yılında askere giden Nesimi Çimen, 1956 yılında Adana, Kadirli’ye döndü.


1959 da ise Maraş- Elbistan'ın Akdil Köyü'ne yerleşti. 1960 yılında tekrar Kadirli'ye dönen Nesimi Çimen 1962 yılından sonra İstanbul'a yerleşti ve Yaşar Kemal’in yardımıyla bir mozaik fabrikasına işçi olarak girdi.


Girdiği iş sonrası hayatı da düzene giren Çimen, yeni kurulan İşçi Partisine üye oldu. TIP’ın özel gecelerinde kendi demelerini ve Alevi deyişlerini çalıp söyledi.


Sık sık göç eden Nesimi Çimen, 1984’ten 1987 yılına kadar da İsveç’te yaşamış, oturum izni olmasına rağmen Türkiye’ye geri döndü.


1967 yılında Tunceli’de sergilenen bir Pir Sultan Abdal oyununda oynayan ve deyişler söyleyen Nesimi, salonda olay çıkınca gözaltına alındı ve işkence yapılmış bir halde serbest bırakıldı.


Ailesiyle birlikte Zeytinburnun’da bir gecekonduya yerleşen Nesimi Çimen’in evinde konaklayanlar arasında Yaşar Kemal, Atıf Yılmaz, İlhan Selçuk, Behice Boran, Yılmaz Güney gibi isimler vardı.


Nefesleri, türküleri ve kendi yazdığı deyişlerini de okuyup söylemiştir. Halk ozanı Nesimi Çimen, 2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta Madımak Oteli’nin yakıldığı ve 35 kişinin yanarak öldüğü Sivas Katliamı’nda hayatını kaybetti. Cenazesi İstanbul Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi. Balet ve müzisyen Mazlum Çimen'in babasıdır.


Nesimi Çimen’in Ünlü Türküleri:


Şifa İstemem

Ayrılık Hasreti Kar Etti Cana

Barış Güvercini

Bu Dünyanın Devranına

Daha Senden Gayri Aşık Mı Yoktur

Deli Gönül Yine Ah-U Zar Oldu

Tan Yıldızı


Saniye Can kimdir?


Çanakkaleli Türk Halk Müziği Sanatçısı Saniye Can, derlediği, ses vererek halk müziğine kazandırdığı türküleri ile ölümsüz sanatçılarımız arasındaki yerini aldı. 1996'da yitirdiğimiz usta sanatçının türküleri hala dillerde söylenirken, onun halk müziğine kattıkları ise değer biçilemez? Halkın dilden dile söylediği türküleri ile mutlu olduğunu, 1993 yılında TRT?ye verdiği röportajında ifade eden Halk Müziği sanatçısı Can, "Halk seviyor, bunlar bana büyük mutluluklar verdi. Hiçbir şey düşünmedim hiç evlenmedim. Bütün hayatım halk müziği oldu" diyerek sanatına olan bağlılığını böyle vurguladı?


Çanakkale doğumlu, Türkiye’nin ender yetiştirdiği sanatçılardan biri olan Saniye Can, sanat hayatı boyunca ses verdiği, derlediği halk müziği eserleri ile yaşamaya, anılmaya devam ediyor. Hala söylenegelen, dillerde pelesenk olan halk müziği eserleri ile ölümsüz sanatçılar arasında ismini yazdıran, Türk Halk Müziğine ölümsüz türküler kazandıran Saniye Can, Çanakkale’nin de ‘kentin sanatçıları’ gurur listesinde yer alıyor… Ablası Refia Berkalp tarafından derlenen “Annem Entari Almış” türküsü ile çıkış yapan Saniye Can, Balıkesir Yolunda, Karyolamın Demiri (Yandım Ayşem), Sıra Sıra Siniler (Çanakkale), Gökte Uçan Teyyare, Karanfilin Moruna, gibi türküleri derleyen, sesiyle can veren Saniye Can, hala ülkenin en önemli halk müziği sanatçıları arasındaki yerini koruyor.

1953’te kadrolu sanatçı olur

Halk Müziği sanatçısı Saniye Can, 1930 yılında Çanakkale’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini bu kentte tamamlayan Can, daha sonra Ankara’da bulunan ablasının yanına gitti. Burada aile dostlarının teşvikiyle Ankara Radyosu Yurttan Sesler Korosu Şefi Muzaffer Sarısözen ve saz sanatçısı Emin Aldemir’den dersler alan Can, 1953’te açılan sınavla kadrolu sanatçı oldu. Sanatçı, radyo çalışmalarının yansıra Nezahat Bayram, Aliye Akkılıç, Yıldız Ayhan, Turhan Karabulut, Mustafa Geceyatmaz gibi sanatçılarla turnelere çıktı.

Anadolu’da Saniye Can ilgisi

Sanat çalışmaları radyo ve turnelerle devam eden Can, derlemesini Ablası Refia Berkalp`in yaptığı “Annem Entari Almış” adlı eseri ile büyük bir çıkış yaptı ve yurdun her köşesinde sevilen bir sanatçı oldu. Türk Halk Müziği sanatçısı Saniye Can, “Balıkesir Yolunda” (Debreli) ve “Karyolamın Demiri” (Yandım Ayşem) adlı eserler ile unutulmayan Türk Halk Müziği Sanatçıları arasında yerini aldı. İyi bağlama da çalabilen Saniye Can, 1972 yılında İstanbul Radyosu’na atandı. Türkiye genelinde birçok ili tek tek dolaşarak derlemeler yapan Çanakkaleli Saniye Can, bağlama da icra edebilen sanatçı Anadolu’da büyük ilgi gördü. 1972’de İstanbul Radyosuna atandı ve buradan emekli oldu. Emekliliğinin ardından Çanakkale’ye yerleşen Saniye Can, 2 Temmuz 1996’da vefat etti.


1993’te TRT’ye konuşmuştu

Çanakkaleli sanatçı Saniye Can, 1993 yılı TRT’ye verdiği röportajında açıklamalarda bulundu.Ailesinin Yugoslavya’dan göçmen geldiği ve 10 kişiye bakmak zorunda oluğu için evlenmediğini söyleyen Can, “Hepsini okuttum, üniversite tahsili yaptım” diye anlattı. “Kültürü Ankara Radyosu’nda aldık, başka bir çalışma alanımız yoktu” diyen Can, “Bir türkü öğrendim, ‘Sabahın seher vaktinde Ali’yi gördüm Ali’yi’ diye, bu türküyü söylerken kendimden geçerdim ve bir hafta sonra halkın dilindeydi. Aradan bir ay geçiyor, bir Anadolu turnesine çıkıyorum, geliyorum. ‘Kızım seni Ali’ye vereyim mi’ türküsünü okuyorum, bakıyorum halk seviyor bunlar bana büyük mutluluklar verdi hiç bir şey düşünmedim hiç evlenmedim bütün hayatım halk müziği oldu” diye anlattı.

Saniye Can’ın derlemesini yaptığı, “Çanakkale Zeybeği”, “Çanakkale Türküsü” olarak da bilinen “Karyolamın Demiri” (Yandım Ayşem” isimli türkü bugün hala söylenegelen türkülerden sadece biri...

Çanakkale Türküsü

“Karyolamın Demiri”

Karyolamın demiri

Yandım Ayşem

O yar benim değil mi?

O yar benim olmasa

Yandım Ayşem

Yeni düştü sevimiz

Bu seviler bizdeyken

Yandım Ayşem

Çatlar ölür birimiz

Bahçelerde papirim

Yandım Ayşem

Hasta olur yatarım

Hekim doktor istemem

Yandım Ayşem

Sevdiğimi getirin…

***

Annem Entari Almış

Annem Entari Almış Siyah Dalları Varmış (Hey)

Keşke Sevmez Olaydım Yârimin Yâri Varmış

Dağlarda (Dağlarda) Koyun Güder Ovalarda (Beyim Aman)

Beyaz Geyme Tanırlar Seni Yolcu Sanırlar

Senin Fidan Boyunu Nazar Eder Yolcular (Beyim Aman)

Yatma Yeşil Çimene Uyur Uyanamazsın (Hey)

Verme Beni Ellere Görür Dayanamazsın (Beyim Aman)

***

Balıkesir Yolunda

Balıkesir Yolunda

Sepeti Var Kolunda

Ben Yârimi Kaybettim

Balıkesir Yolunda

Debre De Güzelime Debreli

Debre De Civanıma Debreli

Entarisi Pembeden

Yakışıyor Giymeden

Ben Yârimi Tanırım

Yüzündeki Benlerden

Debre De Güzelime Debreli

Debre De Civanıma Debreli

Entarisi Filizi

Kimbilir Halimizi

Esti Bir Hafif Rüzgâr

Ayırdı İkimizi

Debre De Güzelime Debreli

Debre De Civanıma Debreli

(Haber: Seçkin Sağlam)

(Yararlanılan Kaynak: Çanakkale Yazar ve Sanatçı Evi)


Özcan Tekgül kimdir?


(15 Ocak 1941; Çubuklu, İstanbul - 2 Temmuz 2011; Antalya), Türk oryantal dans sanatçısı ve oyuncu. Doğum tarihi bazı kaynaklarda 1939 olarak da belirtilmiştir.

25 yılını doldurduğu 1980 yılında Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kendisine de verdiği "Onur Belgesi" o tarihte çeşitli çevrelerde tartışmalara yol açmıştı.


Özcan Tekgül 15 Ocak 1941'de İstanbul'da Boğaziçi'nin Anadolu yakasında Beykoz ilçesine bağlı bir semt olan Çubuklu'da dünyaya geldi. Bazı kaynaklarda doğum tarihi 1939 olarak da geçmektedir. Ortaokulu bitirdikten sonra eğitimine devam etmeyen Tekgül, 1954 yılında bir gazetenin açtığı "Plaj Güzeli" yarışmasında derece alınca gelen teklifler üzerine dansözlüğe başladı. 1955 yılında Karaca Tiyatrosu'nda ve Ses Tiyatrosu'nda sahneye çıktı. O günlerin magazin basını ve erotik dergilerinde fotoğrafları yayımlanmaya başlayınca şöhreti daha da arttı.

Yine 1955 yılında, daha 14 yaşındayken annesiyle gittiği bir film setinde yönetmen Muharrem Gürses tarafından keşfedildi, sonra da Faruk Kenç'in yönettiği "Kaybolan Gençlik" filmiyle sinemaya başladı. Böylece 1950'lerde güzellik yarışmalarından sinemaya geçen Ayfer Feray, Leyla Sayar gibi onlarca sanatçının arasında o da katılmış oldu. Üstelik bu ilk filminde Muhterem Nur'la birlikte başrolleri paylaşıyorlardı. Tekgül 1970'lerin başına kadar otuz kadar filmde oynadı. Bunların bazılarında oldukça önemli rollerdeydi. Bu filmlerde Fikret Hakan, Ayhan Işık, Vahi Öz, Fatma Girik ve Ajda Pekkan gibi dönemin starlarına karşı oynadı.

Bu arada ilk mesleği dansözlüğü de bırakmadı. 1962'den başlayarak yurt dışında çeşitli ülkelerde oryantal olarak çalıştı. Mısır, Lübnan ve Uzak Doğu ülkelerinde şeyhler, prensler, emirlere, sultanlar, cumhurbaşkanları ve krallar için dans etti. Yurda dönünce de dansözlüğe devam etti. "Ateş dansı" adını verdiği bir koreografiyle yaptığı oryantal dans adeta onunla özdeşleşti. 1956’da “müstehcen fotoğraf çektirmek” suçundan mahkemeye verilen Tekgül bu davadan beraat etti. Hep farklı olmak istediği için sürekli yenilikler peşinde koşardı. Bu nedenle yabancı dergilerde gördüğü fotoğrafları taklit ederek çıplak vücuduna desenler çizdirdi ve sahneye öyle çıktı. 1960'lar boyunca gazetelerde yer alan gazino ilanlarında hep onun adı ve görüntüsü yer aldı. Sürekli olarak dikkatleri üzerine çekmeye bayılırdı, bu nedenle 1950'lerde ve 1960'larda sık sık ölüm tehlikeleri atlattığına dair gazete haberleri çıkardı, ancak trafik kazaları, hava gazı zehirlenmeleri ve boğulma tehlikesi türünden bu haberler hep inandırıcılıktan uzak olmuştur.

1980 yılında Kültür Bakanlığı'nın 25 yılını doldurmuş bazı sanatçılarla birlikte kendisine de verdiği "onur belgesi", çeşitli çevrelerde tartışmalara yol açtı. Bir dansöze şeref belgesi verileceği haberi bakanlığı karıştırdı, bu nedenle bakanlıktan istifalar bile oldu. MSP, dönemin başbakanı Süleyman Demirel’e bununla ilgili bir de soru önergesi verdi. “Özcan Tekgül gibi kıvırma” sözü siyasetçiler arasında bir hakaret ve suçlama cümlesi olarak sıklıkla kullanıldı[5].

Bir süredir Antalya’nın Kemer ilçesinde bir tür inziva hayatı sürdürmekte olan 1960'ların ünlü vamp yıldızı Özcan Tekgül, 2 Temmuz 2011'de Antalya - Serik yolunda geçirdiği trafik kazası sonucunda yaşamını yitirdi. Arayanı soranı çıkmadığı için cenazesi üç gün morgda bekletilmiş, neredeyse garipler mezarlığına defnedileceği sırada kendisini tanıyan bir genç sayesinde Güzeloba'da bir camiden kaldırılarak Antalya’da Uncalı Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir. Özcan Tekgül'ün eskiden beri bir hayranı olduğunu belirten aktör Halil Ergün'ün sanatçının mezarını yaptırmaya talip olduğu basında çıkan haberler arasındadır. Hiç evlenmemiş olduğu için babasından kalan emekli maaşıyla geçinen Özcan Tekgül öldüğünde 70 yaşındaydı

Filmleri

  • 1955 - "Kaybolan Gençlik"

  • 1955 - "Kadının Fendi"

  • 1955 - "Garipler Adası"

  • 1955 - "Lokum Sultan"

  • 1955 - "Yaşlı Gözler"

  • 1955 - "Çoban Ali"

  • 1955 - "Basmacı Güzeli"

  • 1955 - "Uçan Daireler İstanbul'da"

  • 1955 - "Köye Gelen Dansöz"

  • 1956 - "Papatya"

  • 1956 - "Şehir Yıldızları"

  • 1956 - "Kadifeden Kesesi"

  • 1957 - "Yavrularımın Katili"

  • 1957 - "Annemin Gözyaşları"

  • 1959 - "Hicran Yarası"

  • 1959 - "Felaket Yolu"

  • 1959 - "Bağrıyanık"

  • 1960 - "Ve Allah Aptalları Yarattı"

  • 1960 - "Gece Ve Gündüz"

  • 1961 - "Kadın Asla Unutmaz"

  • 1962 - "Sokak Kızı"

  • 1962 - "Rıfat Diye Biri"

  • 1962 - "Ölmek İstiyorum"

  • 1962 - "Meçhule Gidenler"

  • 1962 - "İnsan Doğarken Ağlar"

  • 1963 - "Mukadderat"

  • 1963 - "Harmandalı Efe'nin İntikamı"

  • 1963 - "Çadır Gülü"

  • 1968 - "Yedi Adım Sonra"

  • 1968 - "Haris Ruhlar"

  • 1969 - "Tatlı Günler"

  • 1969 - "Çılgın Soyguncular"

  • 1971 - "Dişi Hedef"

Özcan Tekgül, rol aldığı filmlerin haricinde bir de roman yazmıştır. Eser Özcan Tekdemir tarafından 2008 yılında "Bekçi" adıyla sinemaya da uyarlanmıştı. Yönettiği filmin senaryosunu da yazan Tekdemir, başrollerde Emin Tuğra Baykul ve Ziya Hepbir'i oynatmıştı.


Şeref Bakşık kimdir?


(27 Şubat 1927 - 2 Temmuz 2019;İzmir), Türk siyasetçi.

Kurucu Meclis Basın Temsilciliği (6 Ocak 1961 - 25 Ekim 1961), 1.(XII.),2.(XIII.) ve 3.(XIV.) Dönem İzmir milletvekiliği ve İzmir senatörlüğü (5 Haziran 1977 - 12 Eylül 1980) yapmıştır. 21 Mart 1971 tarihinde Bülent Ecevit'in CHP Genel Sekreterlik görevinden istifa etmesi üzerine, Parti Meclisi tarafından 25 Mart 1971 tarihinde Genel Sekreterlik görevine getirilmiştir, bu görevden 18 Kasım 1971 tarihinde istifa etmiştir. CHP ile Bir Ömür isimli bir kitabı vardır.

Şeref Bakşık, 2 Temmuz 2019 tarihinde İzmir'deki evinde hayata veda etti. Cenazesi, 3 Temmuz 2019 tarihinde, İzmir Hatay semtindeki Murat Reis Camii'nde; ailesi ve CHP'li Milletvekillerinin katılımıyla düzenlenen törenin ardından, Kokluca Aile Mezarlığı'na defnedildi.



82 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


bottom of page