Bugün 5 Şubat. Ünlü bestekâr Selahattin Pınar'ın, siyasetçi Adnan Kahveci'nin ve ünlü tarihçi Cemal Kutay'ın ölüm yıldönümü. 5 Şubat ayrıca Ruhi Su bestelerini söylemekle ünlü Sümeyra Çakır'ın da ölüm yıldönümü.
BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla anıyoruz.
Selahattin Pınar kimdir?
22 Ocak 1902 tarihinde Üsküdar, Altunizade de doğdu. Babası Sadık Bey aslen Denizli ilinin Çal kasabasındandır. Eski hukukçulardan olan Sadık Bey kadılık yapmış, Denizli milletvekili olmuş, İstanbul "Yüksek Ticaret ve İktisat Mektebi"nde "Medeni Hukuk müderrisliği" yapmıştı. Annesi İsmet Hanım Ud çalar, babası da musikiyi severdi. Türk Musikisi’ni daha çocukluğunda, aile çevresinde tanımıştı.
Selahattin Pınar ilköğrenimini Çal'da tamamladı. Buradan sonra sırasıyla önce Saros adasına, sonra Edirne'ye tayin oldular. Ortaokulu burada okuduktan sonra 1918 yılında İstanbul'a geldiler. İtalyan Ticaret Okulu'nda okudu ise de yarıda bıraktı. Babası Sadık Bey, onun hukukçu olmasını istiyordu. Bir gün Denizli'den gelen eşraf için kurulmuş bir sofrada Sadık Bey'e oğlunu sordular. Selahattin Pınar da sofradaydı. Sadık Bey, o yokmuş gibi "Selahattin çalgıcı oldu" dedi. Selahattin Pınar ayağa fırladı ve "Babacığım, rica ederim, ben çalgıcı değil, sanatkârım" diye itiraz etti. Sadık Bey, pek sevimsiz bir kelime ile yanıtladı bu çıkışı. Bunun üzerine Selahattin Pınar, ceketini alıp sofrayı terk etti. Kapıdan çıkarken döndü ve şöyle dedi; "Babacığım, bir gün gelecek, benim adımla anılacaksınız." Sadık Bey, yanı başında bulunan gaz lambasını oğluna doğru fırlattı. Çıkan yangını güç bela söndürüldüler. Selahattin Pınar o günden sonra bir daha baba evine dönmedi.
Sanat hayatı:
Musiki çalışmalarına on iki yaşında iken, Udî Sami Bey'den Ud dersleri alarak başladı. 1920 yılında kurulan, daha sonra "Üsküdar Musiki Cemiyeti" adını alacak olan "Darü'l-Feyz-i Musiki”nin kurucuları arasında bulundu. Burada Telgrafçı Ata Bey, Udî Sami Bey, Kadıköylü Fuat Bey gibi kimselerle ciddi çalışmalar yaptı.
O zamanlar Üsküdar Musiki Cemiyeti'nde Bestenigâr Ziya Bey, Mızıkalı Celâl Bey, Udî Sami Bey, Hanende Hüsamettin Bey, Kazım Uz ve Ali Rıfat Çağatay hoca olarak görev yapıyordu. Selâhattin Pınar bütün bu hocaların çeşitli yönlerinden yararlandı.
1919 yılında Tambur çalmayı öğrendi. 1920 yılında bestekârlığa başladı. İlk eseri sözleri adliyeci Senihî’nin olan Kürdîlihicazkâr makamında, aksak usulünde bestelediği "Mülkün ne yaman şule-i ikbâli karardı" güfteli şarkısıdır. Eserlerinin çoğunu İskender Kutmanî yayınlamıştır. Bestelerinde Hacı Arif Bey ekolünü benimsediği görülür. Belki de bu yüzden Hacı Arif Bey'in mucidi olduğu Kürdîlihicazkâr makamını çok sevdiği söylenmektedir. Eserlerine söz seçmekte çok titiz bir sanatkârdı. Şarkılarının çoğunun sözlerini Mustafa Nafiz Irmak yazmıştır. 20. yüzyıl içinde yetişmiş bestekârlar arasında özel bir yeri olan Pınar, şarkı formunun geleneklerine bağlı olmakla beraber kendine özgü yeni bir yol izlemiş, yeni bir duyuş ve anlayışın etkisi altında güzel eserler bestelemiştir. Eserlerinde makamlarımızın seyir ve hareketi, usta bir modülasyon tekniği, ritim ve melodi uygunluğu dikkat çekicidir. Bu eserlerin çoğu o zamanın ve zamanımızın ses sanatkârları tarafından plâklara okunmuştur. Sanat hayatının büyük bir bölümünü İstanbul sahnelerinde geçiren sanatkâr geçimini bu yoldan temin etmiştir.
Çok temiz giyinen, zarif, efendi, güzel ve esprili konuşan Selahattin Pınar 6 Şubat 1960'da Todori'nin lokantasında, yanında söz yazarı Selim Aru olduğu halde, yemeğini yemek üzereyken yine bir kalp krizi sonucu öldü. 7 Şubat 1960 tarihinde kalabalık bir toplulukla Şişli Camii'nde kılınan namazdan sonra Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi.
Atatürk ile anıları:
ATATÜRK, İstanbul'da bulunduğu zamanlar huzuruna çağırırdı. Pınar bir anısını şöyle anlatıyor. "Arkadaşlardan Nubar, Dolmabahçe'de Büyük Gazi'nin huzurunda çalıyor; Gazi de zevkle dinliyor ve Nubar'a soruyor: -Kendi eserleriniz de var mı ? Nubar da okumuş. Gazi bunu da çok beğenmiş; bir şarkısını daha istemiş. Bunun üzerine Nubar:-Efendim, benim başka şarkım yok ama bir arkadaşımın yeni güzel bir şarkısı var. Müsaade buyurursanız onu okuyayım, diye benim,
Anladım sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek Hasta gönlüm yine hicranını yalnız çekecek Bil ki ruhum seni çılgınca severken ölecek Yine sensin beni bir lâhza şifâyâb edecek
diye okumuş. Nubar hakikaten güzel okurdu. Gazi'nin de pek hoşuna gitmiş. -Kimin bu ? Bu eserin sahibini öğrenmek isterim demiş. O da : —Arkadaşlardan tamburi Selâhattin... deyince, Gazi : -Bu kabiliyetli çocuğu tanısam..." demiş. —Ertesi akşam zaten tanıştığımız Kılıç Ali Bey telefonla beni davet etti. Otomobil gönderdiler, kalktım gittim. Büyük Gazi'nin huzuruna ilk çıkışım; heyecan içindeyim. Dolmabahçe Sarayı'nın muazzam salonunda nasıl adım atacağımı bilmiyorum. Gazi karşıda oturuyordu. —Sizi yalnız dinleyelim... Dün gece Nubar Bey güzel bir eserinizi okudu. Bir de sizin ağzınızdan dinleyelim buyurdu. —Emredersiniz diye okumağa hazırlandım ama, bir hatâ edeceğim diye ödüm kopuyordu. Tarif edilmez bir heyecan içindeydim. Hele bakışlarım gözlerine ilişince büyülenmiş gibi oluyor, titriyordum. Sazımı akort ettim ve tek başıma okudum. Çok mütehassıs oldu. " Bir daha okuyun " dedi. Bu iltifatın verdiği sevinçle kabıma sığmayacak hale geldim. O anda dünyalar benim oldu. Tekrar okudum, yine takdir etti, yalnız sazımı beğenmemiş. "Bu madeni sazı değiştirin. Bunda bizim ananevi tamburumuzun hassasiyeti yok", diye buyurdu. O günden sonra madenî saza veda ettim. İtiraf ederim ki, sanatımda beni en çok teşvik ve teşci eden büyük halaskâr Atatürk'ün paha biçilmez iltifatlarıdır. O vakit gençlik de vardı. O'nun küçük bir takdir ve teşviki insana yaratmak kudretleri, hayata ve sanata bambaşka gözle bakmak, emniyet ve cesaretle bağlanma aşkını verirdi. Ve o kadar yüksek bir sezişi vardı ki, tarif edemem.
Florya Deniz Köşkü yeni yapılmıştı. Bir akşam oraya davet ettiler. Hafız Yaşar da orada idi. -Bir fasıl yapın dedi. Hüzzam faslı yaptık. O aralık yeni bestelediğim şu şarkı da vardı:
Aşkınla sürünsem, yine aşkınla delirsem Bilmem ki ne yapsam da senin kalbine girsem Bir gölge gibi ruhunun altında belirsem Bilmem ki ne yapsam da senin kalbine girsem
Bunu Atatürk bilmiyordu. O gece saz heyetiyle hep beraber çaldık, söyledik. İlk defa dinledikleri bu şarkı dikkat nazarını çekmiş... Fakat zekâya bakın: " —Durun... dedi ve bana hitapla: -Bu şarkı sizin mi? diye sordu." -Evet efendim... dedim -Ben anladım zaten... Sen bunu yalnız oku" buyurdu. O kalabalık saz ve hanende içinde daha ilk duyuşta, benim olduğunu sezişi beni hayrette bıraktı. Bu görülmemiş müthiş bir seziş hassasıdır. Sonra son derece hassastı. Meselâ, bir gece yine "Gel gitme kadın" şarkısını okurken, "Karşında esirim bana düşman gibi bakma" yerine gelince, ağlayarak masayı terk edip uzaklaştığını görmüştüm."
Yüzyılın aşkı : Selahattin Pınar & Afife Jale Aşkı
Hicaz makamındaki Selahattin Pınar bestesindeki gibi "Bir Bahar Akşamı" rastlaştılar. İstanbul Kuşdili Çayırında... Hafız Burhan konserinde... Selahattin Pınar, üstadın arkasında tambur çalıyordu. Afife Jale ise Darulbedai'de sahneye çıkarak "Tiyatrodaki ilk Müslüman kadın oyuncu" olarak tarihe geçmiş, ancak tiyatro zaptiye tarafından basılınca kapı önüne konulmuştu. İşsiz, sahnesiz ve kimsesizdi. Acısını yatıştırıcı haplarla dindirmeye çalışıyordu. İkisi de 25 yaşındaydı. Şarkıdaki gibi;
İçimde uyanan eski bir arzu Dedi ki yılardır aradığım bu Şimdi soruyorum büküp boynumu Daha önceleri neredeydiniz
dediler ve evlenmeye karar verdiler.
Selahattin Pınar, bir gün eşinin öğle uykusu için çekildiği odasının anahtar deliğinden içeri baktığında, damarına morfin şırınga ettiğini gördü ve çöktü. Morfin için eczacıyla ilişkiye girmişti Afife.. Ama Pınar, eşine öfkeden çok, merhamet duyuyordu. Onu hayata döndürebilmek için çırpınmaya başladı. Sürekli melankolik besteler yapar olmuştu. Bunun üzerine Afife, "Terk et
beni" diye yalvardı ona. "Yoksa sen de mahvolacaksın, bırak beni gideyim" dedi. Pınar, 6 ay sonra Afife Jale'yi terk etti. Şimdi ikisi için de en kötü yıllar başlıyordu.
Afife Jale, kimsesizliğinin, terk edilmişliğinin, yoksulluğunun son durağı Balıklı Rum Hastanesi'nde vefat etti. Cenazesine 4 kişi katıldı. Mezar yeri de mektupları ve fotoğraflarıyla birlikte kaybolup gitti. Unutuldu. Selahattin Pınar, Afife'nin ölümünün ardından paraladı kendini... Nice, hicran dolu besteye imza attı. Son katıldığı radyo programında "Hatıralar" şarkısını seslendirdi;
Beni de alın ne olur koynunuza hatıralar Dolanıp kalayım bir an boynunuza hatıralar Yeriniz ne, yurdunuz ne, benden böyle korkunuz ne Duyuyorum sesinizi bazen derin bir uykudan Dinliyorum uzakları kalkıp derin bir uykudan Beni de alın ne olur koynunuza hatıralar Bu ömür tükenecek yolunuza hatıralar
Bir süre sonra müdavimi olduğu Todori meyhanesine gitti, doktorların yasak ettiği ne varsa hepsini ısmarlayıp sofrayı donattı. Rakısını yudumlarken, son nefesini verdi. "Her yıl ölüm yıldönümümde mezarıma bir büyük rakı dökün" diye vasiyet etti. Son yolculuğuna mezarlıkta kendi bestesi çalınarak uğurlandı;
Söndü yadımda akisler gibi aşkın seheri... Duruyor gözlerinin, kalbimin üstünde yeri Kupkuru yollarda ümitsiz yaşadım bîkesim Bülbülün duymadı zarını, gül bahçeleri
1948 yılında bestelediği Evcara makamındaki bu şarkının güftesi Mustafa Nafiz Irmak'a aittir. Bestekarımız şarkılarındaki temasıyla da kibar ve tam bir İstanbul Beyefendisi imajını vermiştir. Şıklığına oldukça önem veren Pınar, bir gün kravatını eleştiren arkadaşına" sesimi, sazımı ve hatta bestelerimi bile eleştirebilirsiniz fakat kravatımı asla" diyerek tepkisini belirlemiş. Bestekarın 800'e yakın kravatı olduğu söylenir.
Adnan Kahveci kimdir?
(1949 - 1993)
Zekası ve ürettiği yeni fikirlerle Türk siyasi tarihinde önemli bir yeri bulunan Adnan Kahveci, 1949 yılında Trabzon'un Sürmene ilçesinde dünyaya geldi. Hayatı hep birincilikle geçen Kahveci, Milliyet Gazetesi'nin açtığı ilkokullar arası bilgi yarışmasının ilk birincisidir. 1966 yılında Kabataş Lisesi'ni dönem birincisi olarak bitiren Kahveci, aynı yıl üniversite sınavlarında da Türkiye birincisi oldu. İstanbul Üniversitesi burs sınavında yine en yüksek puanı alarak birinci olan Kahveci, daha sonra ABD'de Indiana'da Purdue Üniversitesi'ne girdi. Buradan elektrik mühendisi olarak mezun olan Kahveci, mezuniyetinin ardından Missouri Üniversitesi'nde doktora yaptı. Ardından da aynı üniversitede asistan profesör olarak çalıştı. Kahveci, Türkiye'ye döndükten sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yaptı. Ardından da İçişleri Bakanlığı teknik danışmanlığında bulundu. 12 Eylül döneminde Başbakanlık Danışmanlığına atandı ve o sıralarda Turgut Özal'la tanıştı. 1983 yılında ANAP'ın kurucuları arasında yer alan Kahveci, askeri yönetim tarafından veto edildiği için milletvekili olamadı. Daha sonra 1987 yılında İstanbul'dan milletvekili seçildi ve Devlet Bakanı oldu. Bir süre sonra da Maliye Bakanlığı görevine getirildi. 5 Şubat 1993 tarihinde eşi ve iki çocuğu ile birlikte Bolu-Gerede yakınlarında trafik kazası geçirdi. Adnan Kahveci ve eşi olay anında hayatlarını kaybederken, 17 yaşındaki çocukları Aslıhan Kahveci yaralı olarak kurtuldu ancak, bitkisel hayata girdi ve 10 gün sonra vefat etti. Kamuoyunda dürüstlüğü ile tanınan ve çok sevilen Adnan Kahveci'nin yeni yapılan otobanda ters yola girerek kaza yapması, çeşitli şüphelerin ortaya atılmasına sebep oldu.
Cemal Kutay kimdir?
1909’da Konya’da doğan Cemal Kutay, orta öğrenimini Kadıköy Lisesi’nde tamamladı. Anadolu Ajansı’nda 1924-1928 yılları arasında muhabirlik, Hakimiyet-i Milliye’de İstihbarat Şefliği ve fıkra yazarlığı yapan Kutay, Konya’da Yeni Anadolu Gazetesi’ni ve Zaman Dergisi’ni, İstanbul’da Halk Gazetesi’ni, Millet Dergisi’ni çıkardı. Kutay, Pek çok gazete ve dergide özellikle tarihi konularda yazılar yazdı.
Cemal Kutay’ın kitap halinde basılan 187 eserinden bazıları ise şöyle: “Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi” (20 cilt, 1957-62), “Bilinmeyen Tarihimiz” (4 cilt, 1974-75), “Tarih Sohbetleri” (9 cilt, 1966-68), “Örtülü Tarihimiz” (2 cilt, 1975), ”Sisli Tarihimiz” (2 cilt-1975), “Midhat Paşanın Gurbet Hatıraları” (3 cilt, 1983), “Geçmişten Günümüze Türk Kitaplığı”
Cemal Kutay, 5 Şubat 2006 tarihinde İstanbul’da vefat etti.
Sümeyra Çakır kimdir?
(25 Mayıs 1946, Edirne - 5 Şubat 1990, Frankfurt), Türk halk müziği ses sanatçısı.
İlk ve ortaokulu Ankara ve İstanbul'da okuyan Sümeyra Çakır, Beşiktaş Kız Lisesini bitirdikten sonra girdiği İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka Mimarlık Fakültesini 1969 yılında bitirdi. Üniversiteye devam ederken, aynı zamanda 1966 yılında başladığı İstanbul Belediye Konservatuvarı Klasik Batı Müziği Şan Bölümünde 1977 yılına kadar eğitim gördü.
“"Annem babam müzisyen değildi ama müzik severdi. 11 yaşımda iken konservatuvara gitmeye ve keman çalmaya içim gidiyordu. Olmadı ama o sıralar annem bana bir mandolin armağan etti. Ben de hevesimi mandolinden aldım. Liseyi bitirdikten sonra tekrar konservatuvara gitmeyi denedim, yine olmadı. Mimarlık öğrenimine başladım."„
1971 yılında Ruhi Su ile tanıştı.
“"İlkokuldan beri gerçekleştirilememiş müzik tahsili yapma rüyamı, ancak üniversitede öğrenci olduğum sırada Konservatuvar'ın akşam bölümüne girerek, biraz geç kalmış da olsa, yakalamaya çalışıyordum. Tam o sırada Ruhi Su'yu duydum. "Bebek Türküsü"nü söylüyordu. Soluksuz kaldım. Bu hayranı olduğum Alman romantikleri Schumann, Schubert ve Brahms değildi. Onları söyleyen seslere de hiç benzemiyordu. Fakat onlar kadar güzel, hatta onlardan daha çok insan ve toprak kokusuyla yüklüydü. O günden sonra ben de hep türkü söylemeye başladım."„
Fakülteden arkadaşı Mimar Hasan Çakır'la evlendi.
Çalışmaları
Yurt içi çalışmaları
Sümeyra Çakır 1975 yılında Ruhi Su ile birlikte Dostlar Korosu'nu kurdu. Birlikte 1977 yılında yaptıkları El Kapıları ve Sabahın Sahibi Var albümleri ve birlikte gerçekleştirdikleri Pir Sultan Abdal, Köroğlu ve Türküler konserleri bir sanat olayı haline gelmişti. 1979 yılında, bir süre Türkiye Maden - İş Sendikası'nın korosunu yönetti.
“"Sırası gelmişken Sümeyra Çakır’ın sözünü etmek gerek. Bu kadife sesli, ölçülü ve ince beğenisiyle saygı uyandıran sanatçı, epeydir Ruhi Su ile çalışıyor ve konserler veriyor. Şarkıcılıkta ve türkücülükte bayağılığın geçer akçe olduğu şu günlerde, Ruhi Su ile Sümeyra Çakır’ı ve Dostlar Korosu’nu dinlemek ne büyük bir mutluluk. Bu atılım yalnız İstanbul seyircisi için değil, bütün yurt için kaçırılmaması gereken bir müzik olayı. Ruhi Su’nun, Sümeyra Çakır ve Dostlar Korosu ile gerçekleştirdiği bu çok olumlu başlangıcın uzun ömürlü olması ülkemizin halk müziği geleceği bakımından çok önemli"„
- Filiz Ali, Müzikbilimci, 1977 Cumhuriyet Gazetesi
Yurt dışı çalışmaları
1979 yılı Temmuz ayında Frankfurt'ta yapılan Almanya 1. Gençlik Festivali'nde Ruhi Su ile birlikte sahne sırasını beklerken
1977’de davetli olarak gittiği İngiltere, Fransa ve İsveç'te konserler verdi. Berlin'de yapılan Nâzım Hikmet haftasına katıldı. 1978 yılında Havana XII. Dünya Gençlik Festivali, Atina Akdeniz Ülkeleri Barış Festivali'ne katıldı. 1979’da Batı Berlin Türk İşçi Korosu şefi Tahsin İncirci'nin bestelediği şiirlerden oluşan şarkı ve türküleri okuduğu "Barış, Gurbet Türküleri" adlı uzunçalar Plâne Verlag isimli Alman plak şirketi tarafından yayınlandı ve aynı yıl Sofya'da yapılan Alen-Mak Festivali'ne katıldı. 1980 yılında Doğu Berlin'de yapılan Uluslararası Politik Şarkı Festivali'ne davet edildi. Almanya'da her yıl düzenlenen Türkiye Haftası'na katılmak üzere Berlin Senatosu'nun davetiyle gittiği Berlin'de bulunduğu sırada Enternasyonal Marşı'nı söylediği gerekçesi ile, Türkiye'de hakkında dava açıldı. Bu nedenle 1980 yılından sonra müzik yaşamını yurtdışında devam ettirmek zorunda kaldı. Fransa, İngiltere, İsviçre, Batı ve Doğu Almanya, Küba, Yunanistan ve Bulgaristan’da konserler veren Sümeyra 1981 yılında Tahsin İncirci ve Alman tiyatro sanatçısı Lutz Görner ile birlikte, Nâzım Hikmet şiirlerinin Almanca okunduğu "Ich liebe mein Land - Memleketimi Seviyorum" turnesini yaptı. Bu turne sonunda bir uzunçalar plak ve bir kitap ortaya çıktı. Frankfurt Türk Halkevi ve Almanya Sosyal Demokrat Partisi SPD'nin birçok etkinliğinde türkülerini söyledi. 1984 yılında tiyatro sanatçısı Pegy Lukacs ile birlikte "Kadınlarımızın Yüzleri" etkinliğini düzenledi. 1985 yılında Hollanda Lahey'de Kırmızı Karanfil Müzik Festivali'nde çalıp söyledi. 1985 - 87 yılları arasında piyanist Vera Sebastian'la birlikte "Brecht, Eisler, Ruhi Su Türküleri" konserlerini, 1987 yılında Avustralya Sidney Operası'nda "Allı Turnam" konserini ve tiyatro sanatçısı Erich Schaffner ile birlikte 1987 - 89 yılları arasında "Acayipleşti Havalar - Pir Sultan'dan Nazım Hikmet'e Şiirler ve Türküler" konserlerini verdi.
“"İnsanları barışa ve adaletli davranmaya çağıran, Almanya’yı pohpohlamadan, burada var olan eşitsizliği de gösteren Sümeyra, bu yanıyla kendisine saygı duyulması gereken bir kadın. Gerçekleri tüm çıplaklığıyla samimi bir şekilde anlatan, ama bunu umudumuzu kırmadan yapan böyle bir insana çok az rastladım. Ayrıca söylediği iki Türkçe ve bir Kürtçe şarkıyla insanlararası ilişkileri ve insan sevgisini dile getirdi. Şimdiye kadar beni, Sümeyra’nın sesi kadar başka hiçbir ses bu denli etkilememişti. Şarkıları öğreticiydi. Sevgi ve hoşgörü doluydu. Sana çok teşekkür ederiz bunun için Sümeyra. Seni unutmayacağız."„
- Sümeyra'nın 6 Haziran 1987 tarihinde Almanya'da, Tattersaal'da verdiği konser üzerine, Wiesbaden’da yayınlanan Südwind Gazetesi'nde çıkan yazı
Hannelore Marzi, 1995 yılında yazdığı Doğulu (Oryantal) Kadın Masalları (Orientalische Frauenmärchen) kitabını diğerlerinin yanı sıra Sümeyra'nın anısına adadı.
Albümleri
El Kapıları 1977 İmece Plakçılık (Ruhi Su ve Ruhi Su Dostlar Korosu ile birlikte)
Sivastopol Marşı
Aman
Kaman Ağıdı
Yemen Türküsü
Yemen Türküsü
Yemen Türküsü
Aladağ
O Vay Beni Ağlarım
Almanya Acı Vatan
Almanya'da Çöpçülerimiz
El Kapıları
Onlar
Barış ve Gurbet Türküleri 1979 Plâne Verlag
El Kapıları
Ateşçilerin Türküsü
Dursun Kaptan
Barış Türküsü
Varna Türküleri - Dikili Taşlar - Sofra
Japon Balıkçısı
Kız Çocuğu
Hürriyet Kavgası
Allı Turnam
Bir Çift Turna Gördüm
Yine Kısmetimiz Kaldırdı Bizi
Allı Turnam
Yine Bir Gariplik Düştü Serime
Gam Çekme Haline
Gurbet Elde Yad Ellerin Derdini
Yürü Bre Pınarbaşı
Alçakta Yüksekte Yatan Erenler
Gelen Turnalar
Bir Gözleri Sürmeli
Barabar
Gülün Elinden
Gülün Elinden
Aşkın Ateşi
Seyre Çıkmış
Salınarak Gelen Dilber
Hoşgeldin
Seher Yeli
Derdim Çoktur
Dağlar Nidem
Yarim Derdini Ver Bana
Gir Aşkın Deryasını Boyla
Acayipleşti Havalar
Traurige Freiheit
Es Wird Ein Tag Kommen
An Die Schriftsteller Asiens und Afrikas
Ein Südafrikanisches Lied
Das Wetter Ist Seltsam Geworden
Ein Volkslied
Öffnet Die Tore
Zünde Die Lampe Nicht An
Mein Fernes Pinarbasi
Trauer
Wisst Ihr Kein Mittel
Über Dem Berg
Du Schreiber
Man Nennt Uns Pir Sultan Abdal
Kadınlarımızın Yüzleri
Ağ Elime Mor Kınalar Yaktılar
Bulut Kat Kat Olmuş
Kaleden İniş mi Olur
O Yaylalar&Güvercin Olsam
Dere Akar Bulanık
Kırmızı Gül Demet Demet
Gül Ağacı Boğum Boğum
Eledim Eledim
Kapıya Bayrak Dikmedim
20. Yüzyıl İnsanlarıyız
Vardar Ovası
O Yaylalar Yaylalar
Vardar Ovası
Gökteki Yıldızı Sayan Olur mu
Ay Dost
Sunayı da Deli Gönül Sunayı
Maçin Dağı
Gam Çekme Haline
Havada Turna Sesi Gelir
Süwaré Çuçıkan (Serçelerin Süvarisi)
Cirit
Düşürdün Aşkın Narına
Ew Dilber
Gula Picuk
Hepse Braye Min
Hesenik U Ase
Hudey
Ji Avan
Le Le Bejne
Li Ser Stranen Kurd
Malan Barkir
Süwaré Çuçıkan
Ölüm
Sümeyra Çakır kansere yenik düştüğünde 10 yıldır sürgündeydi. Türkiye'ye giremiyordu. Sürgün yaşamı ve memleket hasreti hastalığın hızlı ilerlemesine neden oluyordu. Sesini insanlığın barışçı ve özgürlükçü sesine katan sanatçı, 5 Şubat 1990 tarihinde Frankfurt'ta hayata veda etti.
“Sümeyra
"Güneş batmış ay batmış
Batmamış halk yıldızı
Gurbeti sıla yapmış
Türk yapmış yalnızlığı
Ruhi Su’nun ses kızı
Yüreğini turna yapmış Kanat yapmış sesini Acılarını çiçek yapmış Karacoğlan koklayınca Unutuvermiş öldüğünü Dirilip ayağa kalkmış" Ali Yüce
„
Коментарі