
102 yıl önce kaldırılmıştı: Saltanatın sonu
Bu yıl saltanatın kaldırılmasının, yani kişi egemenliğinden millet egemenliğine geçişimizin 102. yılını kutluyoruz. Bir asır evvel yaşadığımız bu tarihsel olaya iki cepheden Ankara ve İstanbul'dan bakan, Şaduman Halıcı'nın yazısını okurlarımıza sunuyoruz.
TBMM Hükümeti 11 Ekim 1922 günü Mudanya Mütarekesi’ni imzalayarak barış yürüyüşünün ilk adımını atmıştır. Barış, Lozan’da görüşülerek sağlanacaktır. Ancak önünde iki büyük engel vardır. Bu engellerden ilki; kişisel egemenliğin simgesi olan Padişah ve onun hükümetinin varlığını hâlâ korumasıdır. İkincisi ise saltanat ve hilafet kurumuna bağlı güçlü bir muhalefetin bulunmasıdır. Öyle ki Refet Bey’in Keçiören’deki evinde yapılan dörtlü toplantıda Rauf Orbay ve Refet Bele saltanat kurumuna bağlılıklarını açıkça dile getirirken Ali Fuat Paşa Moskova’dan yeni döndüğünü söyleyerek görüş bildirmemiş, diplomatik davranmıştır. Mustafa Kemal Paşa ise saltanatın geleceğinin günün konusu olmadığını vurgulayıp konuyu geçiştirmiştir. Ne var ki gelişmeler, kişisel egemenlikle ulus egemenliğinin yan yana yürüyemeyeceğini kısa sürede ortaya koymuştur. Süreci başlatan ise İstanbul’daki Tevfik Paşa Hükümeti’nin tavrı olmuştur.
İstanbul hükümeti gayrimeşru ve hukuk dışıdır

Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya mektup/telgraf gönderir. Kazanılan zaferin İstanbul ve Ankara arasında var olan ikiliği kaldırdığını iddia ederek konferansa birlikte katılmayı önerir. Güvenilir bir kişinin gizli bir yönergeyle İstanbul’a gönderilmesini ister. Mustafa Kemal Paşa ise yanıtında Türk ulusu hakkında söz söyleyecek tek makamın TBMM Hükümeti olduğuna işaret eder ve konferansta Türkiye Devleti’nin yalnızca TBMM Hükümeti tarafından temsil edilebileceğini vurgular. İstanbul Hükümeti’ni gayrimeşru ve hukuk dışı olarak tanımlar ve devletin işlerine karışmaması konusunda uyarır. Bu haklı bir uyarıdır. Zira İtilaf Devletleri, Millî Mücadele süresince İstanbul ve Ankara hükümetlerini birbirine düşürüp gelişmeleri kendi lehlerine çevirmek istemiştir. Lozan’da toplanacak Barış Konferansı’na her iki hükümeti birlikte çağırmaları da bu politikanın devamıdır. TBMM İtilaf Devletleri’ne gönderdiği yanıtta Osmanlı Hükümeti temsil edilirse konferansa katılmayacağını bildirir. Ancak bu yanıt var olan sorunu çözmemektedir. Zira Tevfik Paşa 29 Ekim’de bu kez TBMM Başkanlığı’na telgraf çeker. Meclis’ten seçeceği kişiyi özel yönergeyle göndermesini bir kez daha ister.

Bu yol uygun görülmezse bu kez kendi bakanlarından birini Ankara’ya gönderebileceğini söyleyerek ısrarını sürdürür. Telgrafında Sevr Antlaşması’nın onaylanmasına karşı çıkıldığını, hatta zaferin kazanılmasına olabildiğince hizmet edildiğini de iddia etmiştir. Mustafa Kemal Paşa gerçeklerle bağdaşmayan telgrafı meclis genel kuruluna taşır. Telgraf 30 Ekim’de Meclis’te görüşülmeye başlandığında Vahideddin ve hükümetleri ihanetle suçlanır. Hükümet üyelerinin vatana ihanet suçuyla yargılanması istenir. Bu arada Dr. Rıza Nur ve arkadaşları hazırladıkları önergeyi Meclis Başkanlığı’na sunarlar. Önergede Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıldığı, yeni Türkiye Devleti’nin kurulduğu, egemenlik hakkının Anayasa ile ulusa geçmiş olduğu ve Hilafet makamının tutsaklıktan kurtarılacağı belirtilmiştir. Kimi isimler Hilafetin durumu belli olmadığı için önergeye karşı çıkarken oylamaya da katılmazlar. Muhalefetin bu tavrı nedeniyle gerekli çoğunluk sağlanamaz. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa 31 Ekim’de kendi grubunu (I. Grup) toplar ve konunun tartışılmasını ister. Rauf Bey’i de odasına çağırıp ondan saltanatın kaldırılmasını destekleyen bir konuşma yapmasını ister.
Egemenlik Türk milletine geçiyor
1 Kasım 1922 günü Meclis Genel Kurulu toplandığında Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinde değişiklik ister. Böylece halifenin ne şekilde ve kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilir. Mustafa Kemal Paşa o gün, TBMM’den başka bir saltanat makamının olmadığını açıklar, tarihten örnekler vererek hilafet ile saltanatın birbirinden ayrılabileceğine işaret eder. Rauf Bey de saltanatın kaldırılmasını destekleyen konuşmasını yapar hatta daha da ileri giderek o günün bayram olmasını ister. Ardından konu ortak komisyona gönderilir. Komisyon içinde yer alan Din İşleri Komisyonu üyelerinin, saltanatla hilafetin ayrılamayacağı tezini ısrarla savunmaları üzerine, Mustafa Kemal Paşa izin isteyerek söz alır ve şu tarihi konuşmayı yapar:
"Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye ilim gereğidir diye görüşmeyle, tartışmayla verilmez. Egemenlik ve saltanat güçle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk Ulusu’nun egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı. Bu zorbalıklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Ulusu bu saldırganlara dur diyerek, isyan ederek, egemenlik ve saltanatını kendi eline fiilen almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan ulusa; saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız sorunu değildir. Sorun, zaten oldubitti hâline gelmiş bir gerçeği açıklamaktan başka bir şey değildir. Bu mutlaka olacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir."
Bu konuşmadan sonra ortak komisyon, gerekli karar taslağını hazırlar ve Meclis’e gönderir. Yapılan oylamada oturum başkanı kararın oybirliği ile benimsendiğini belirtir. Ancak Ziya Hurşit itiraz eder ve kararın oy çokluğuyla alındığını tarihe not düşmek ister. TBMM, 1 Kasım 1922 günü aldığı kararla saltanat ile hilafeti birbirinden ayırır ve saltanatı kaldırır. Hilafet makamına Osmanlı hanedanının ilim ve ahlak bakımından en olgun mensubu seçilecek, seçimi TBMM yapacaktır. Böylece TBMM’nin üstünde hiçbir güç bulunmadığı bir kez daha vurgulanır. Saltanatın kaldırılmasına başlangıç olarak da İstanbul’un işgal günü olan 16 Mart 1920 tarihi alınır. TBMM o günden itibaren egemenliğin Türk milletine geçtiğini vurgular. Anadolu’da Yeni Gün gazetesi de bu vurguya şu cümleyle tercüman olur: "Artık millet saltanatı, millet hâkimiyeti başlıyor. Bundan sonra milletin hâkimi, sultanı, padişahı her şeyi kendimiziz."
Ankara cephesindeki bu gelişmeyle ulus egemenliği perçinlenirken acaba İstanbul’da ve sarayda neler yaşanmıştır? 1922 Eylül ayına geri dönelim.
Vahideddin'e darbe üstüne darbe

TBMM Orduları İzmir’e doğru bütün hızıyla ilerlerken Vahideddin haremdeki özel çalışma odasının duvarına astırdığı Anadolu haritasından harekâtı günü gününe izlemektedir. Vahideddin daha o günlerde gelecek kaygısına düşer ve bu kaygısını Damat Ferit Paşa ile paylaşır. O da İngiliz siyasi temsilcisi Sir Horace Rumbold’a iletir. İngiliz temsilci ise Padişah için endişe edecek bir şey olmadığını, ileride de olamayacağını söyleyerek güvence verir. Ne var ki bu görüşmeyi yapan Damat Ferit bile Millî Mücadele boyunca Kemalistlere yaptığı zulmün bilincinde olarak kendisini güvende hissetmez ve 22 Eylül 1922 günü Türkiye’den ayrılır.1 Vahideddin için bu ilk darbe olur. Mudanya Mütarekesi’nin imzalanması ise ikinci darbedir. Anadolu askerlerinin İstanbul’a gelmek üzere olduğu haberi Saray’da ölüm sessizliği yaratır, Vahideddin Türk askerinin İstanbul’a gelişini kendi hükümdarlığına bir darbe olarak değerlendirir ve şu soruları sorar: “İstanbul’a Anadolu askerleri nasıl sokulur? Olağanüstü askerî temsilci adı altında bir kumandan (yani Refet Bele) nasıl gönderilir?” Vahideddin sorularına yanıt bulmak amacıyla Başmabeyincisi Ömer Yaver Paşa’yı görevlendirir. Onun bir günde iki defa Rumbold ile görüşme girişimi sonuçsuz kalınca bu kez Yaveri Ali Nuri’ye, Refet Paşa’yı karşılama görevini verir. Padişah, Refet Paşa’nın takınacağı tavırdan ve söyleyeceği sözlerden Anadolu’nun kendisi hakkında ne düşündüğünü öğrenmeyi ummaktadır. 19 Ekim 1922 günü Kabataş İskelesi’nden kente ayak basan Refet Paşa daha o gün Vahideddin’i padişah olarak anmaz, yalnız hilafet makamına bağlılık ve sadakatini dile getirir.2 Vahideddin İstanbul halkının Refet Paşa’ya gösterdiği büyük coşkudan da ürker. Bu tarihten sonra ikili arasında egemenliğin kimde olduğu konusunda âdeta bir atışma başlar. Vahideddin saltanat hakkından feragat etmeyeceğini kesin bir dille ifade ederken Refet Paşa, Şark Mahfeli’nin balkonundan seslendiği İstanbullulara "Hâkimiyet, saltanat yalnız sizin, yalnız milletindir" der.3
Bu arada gazetelerin Saray’ı ve doğrudan doğruya Vahideddin’i hedef alan yayınları sertleşmiş hatta saldırıya dönüşmüştür. TBMM’de Saltanat’ın geleceği ile ilgili yapılan tartışmalar neredeyse tüm gazetelerin ilk sayfalarını doldurmaktadır. Meclis’in 1 Kasım’da aldığı kararın haberi ise Vahideddin’e Cuma Selamlığı’nda verilir. Cami önünde kısa süre konuştuğu General Harington onu Yıldız Sarayı’nda da ziyaret eder. Çit Kasrı’nda üç saat süren görüşmede Vahideddin endişelerini, hayatından emin olmadığını İngiliz kumandana anlatır. Harington’ın önerisi ve Vahideddin’in onayı ile İngiliz işgal ordusundan bir tabur asker Yıldız Sarayı’nın arkasında bulunan kışlalara yerleşir. Padişah aynı gün, “Cedlerim altı yüz seneden beri bu tahtın varisi bulunuyor. Osmanlı memleketinde hükümranlık hakkımın elimden alınmasına imkân tasavvur edilemez” diyerek İngiliz generale saltanat hakkından vazgeçmeyeceğini bir kez daha yineler. Ancak, “Geçici bir zaman için buhran atlatılıncaya kadar buradan uzaklaşmaklığım lazım gelirse vaziyet nice olacaktır” diye sormaktan da kendisini alıkoyamaz. Padişahın isteği ve onayıyla Harington Londra ile iletişime geçer.4

Gazeteler Vahideddin’in tahttan çekileceğiyle ilgili haberleri sütunlarına taşırken 3 Kasım’da Saray’da bir toplantı yapılır. Tevfik Paşa istifa isteğinde diretirken Vahideddin ondan kendisinin tahttan çekildiğine yönelik haberleri yalanlamasını ister.5 Tevfik Paşa 4 Kasım’da istifa eder. “Sultan hazretleri şimdilik istifa etmek istemiyor. Millete hesap vermek istiyor” açıklamasıyla da Vahideddin’in isteğini yerine getirir.6 İşte tam bu günlerde Millî Mücadele aleyhtarlığı ile nam salan Peyam-ı Sabah başyazarı Ali Kemal’in tutuklandığı (5 Kasım) ve meçhul bir yere götürüldüğü haberi yayılır.7 Bu haberle oldukça sarsılan Vahideddin “firar hazırlıklarıyla ciddiyetle meşgul olmak lüzumunu hisseder”. II. Abdülhamid’in kendisine emanet ettiği 33 yıllık saltanatına ait evrakı yaktırarak hazırlıklara başlar.8 Ertesi gün huzuruna kabul ettiği Rumbold ve Baştercüman Ryan’a İngiltere’nin yakın bir tehlike oluştuğunda, şahsını korumak için her şeyi yapacaklarına dair 1920’de yaptıkları vaadi hatırlatır, tahttan çekilirse ya da çekilmeksizin emin bir yere gitmek istediğinde kendisini götürüp götürmeyeceklerini sorar. Ancak net bir yanıt alamaz.9 Vahideddin, bu görüşmeyi yaparken bir yandan da kaçacağına yönelik haberleri yalanlatmayı sürdürür. Ömer Yaver Paşa, basına verdiği demeçte “Vahideddin’in firarına dair dedikodular yalan” der.10 Ertesi gün 6 Kasım’da İstanbul yeni bir dedikodu ile çalkalanır. Ali Kemal İzmit’te linç edilmiştir. Millî Mücadele günlerinde millîcilere yaptıkları zulmün bilincinde olan 150-160 kişi korkudan İngiliz Yüksek Komiserliği’ne sığınır. Kısa sürede sayıları 200’e çıkan sığınmacılar Taşkışla’ya yerleştirilir.11
7 Kasım’da Tevfik Paşa Le Temps gazetesine Padişahın kesinlikle tahttan vazgeçmek niyetinde olmadığını bir kez daha açıklarken12Vahideddin kaygılıdır. Zira kentin tramvayları üzerine bile tebeşirle “Kahrolsun Vahideddin” yazılmıştır.13
Vahideddin ise tıpkı Millî Mücadele günlerinde olduğu gibi yalnızca İngilizlere güvenmektedir. 11 Kasım’da Ömer Yaver Paşa’yı huzuruna çağırır ve “Paşa!” der, “Hemen gidip General Harington’u görünüz ve kendisine sorunuz, bizim vaziyetimiz ne olacak! Yoksa maksatları bizi de Ali Kemal’e benzetmek midir? Bize kat’i bir cevap versinler, ona göre başımızın çaresine bakalım!” Harington hükümetinden gelecek talimat üzerine gerekli önlemlerin alınacağını bildirir. Ömer Yaver Paşa aynı gün Refet Paşa’yı ziyaret ederek Vahideddin’in Mustafa Kemal Paşa ile haberleşme isteğini iletir. Refet Paşa, Mustafa Kemal Paşa’dan aldığı yanıt üzerine, isteğin yazılı olarak bildirilmesi gerektiğini söyler.14 Vahideddin, nabız yoklamak için yaptığı bu girişimi sürdürmez, yazılı başvuru yapmaz. Oysa az sonra benzer bir istekle karşısına çıkan Harington’a olumlu yanıt verecektir.
Firar zamanı

Londra’dan beklediği talimatı 12 Kasım sabahı alan Harington, Saray’a gider. Osmanoğulları hanedanının son padişahına resmen İngiliz himayesi altına alındığını, İstanbul’dan istediği zaman ayrılabileceğini, bu amaçla bir İngiliz zırhlısının emirlerine hazırlandığını bildirir. Konuklarını uğurlayan Vahideddin, Ömer Yaver Paşa’ya dönerek, “Ne yapalım, mukadderat... Kısa bir zaman için İstanbul’dan, tahtımdan uzaklaşmak lazım geliyor. Elbet bunun da bir sonu gelir ve biz de meşru hakkımıza kavuşuruz” der.15 O gün İngiliz Ryan katıldığı bir toplantıda Kemalistlerin saltanatı hilafetten ayırarak İngiliz mağlubiyetini zafere dönüştürdüğünü iddia eder. Vahideddin’in halife sanını kullanarak sömürgelerinde propaganda yapmak amacında olan İngilizler zehirli propagandalarına da hemen başlar. Hint Müslümanlarına ilettikleri mesaj şudur: “Halifenizin şahsı ve saltanatı Türk milliyetperverleri tarafından aşağılanarak dininiz mahvolma tehlikesi ile yüz yüze bırakılmıştır.”16 13 Kasım’da Harington Vahideddin’in yaverlerinden Yüzbaşı Fahri Bey ile görüşür ve ona “Padişah arzu ederse kendisini Malaya harp gemimizle Malta’ya nakledebiliriz. Durum düzelince memlekete dönerler” notunu iletir. Vahideddin notu kendisine getiren Fahri Bey’e yanıt vermez. Kaçma haberlerini yalanlamayı da sürdürür. Ziyaretine gelen Kiraz Hamdi Paşa, “Hususî haber aldığıma göre zât-ı şâhaneleri hicret buyuracakmışsınız” dediğinde Vahideddin, “Siz bilmiyor musunuz ki bir halife ve sultanın mezarı tahtıdır!” yanıtını vererek oyalamayı sürdürür.17
Ne var ki İngiliz elçiliği ile Saray arasındaki trafik öyle yoğundur ki Vahideddin de artık sızan haberleri yalanlayamaz. Nitekim Kiraz Hamdi, 15 Kasım’da bir kez daha ziyaretine geldiğinde ve “Emânâtı ve hazineyi de beraber alıp bir Müslüman limanına gidelim” önerisini yaptığında “Üç yüz kırk bin İngiliz liram vardır, o bana kâfidir” diyerek dolaylı yoldan kaçacağı haberlerini doğrular.18 O gün Zeki Bey aracılığıyla Harington’a bir kez daha hayatının tehlikede olduğunu bildirir ve yardım istediğini yineler. Ancak General bu kez başvurusunu yazılı yapmasını ister ve ısrarcı olur.19 16 Kasım’da Vahideddin, “İngiltere devlet-i fehimesine iltica ve bir an evvel İstanbul’dan mahall-i âhara naklimi talep ederim efendim” diyen başvurusunu kaleme alır.20 Kaçış için 17 Kasım Cuma sabahını uygun bulan Vahideddin gerekli hazırlıklara başlar. Kimse fark etmesin diye kimi saray mensuplarına izin verilir.21
Ancak haber sızar. İngilizlerden Amerikalı gazeteci L.E Browne öğrenir ve Türk meslektaşını bilgilendirir. O da 16 Kasım akşamı hem Refet Paşa'ya hem de eski Polis Müdürü, şimdi İstanbul Valisi olan (7 Kasım) Esat Bey’e Vahideddin’in o gece kaçacağını haber verir.22
Refet ve Esat beyler haberi oldukça sakin karşılar. Zira Ankara tüm gelişmelerden haberdardır. İstihbarat görevlileri İstanbul’un tüm noktalarına yerleştiği gibi Saray’a da sızmış, Harem bölümünde çalışan Halil Ağa ile Bekçi Osman Efendi’yi elde etmiştir. Onlara bilgi sızdıranlardan biri de Fehime Sultan’dır. V. Murat’ın kızı olan Fehime Sultan zaten Millî Mücadele’nin başından beri Yıldız Sarayı’ndaki kalfalarından sağladığı bilgileri Anadolu’ya iletmiştir. Vahideddin’in kaçacağı haberini ise 15 Kasım’da Esat Bey’e vermiştir. İşte bu nedenle Vali Esat Bey “kaçacak” haberine bir kahkaha atarak karşılık vermiş ve ardından “Boşuna telaş ediyorsunuz! İlelebet Yıldız Sarayı’nda oturacak değil ya! Elbet bir gün kaçacak! Bir an evvel gitsin, daha hayırlı olmaz mı?” demiştir.23 Anlaşılan o ki, tam bağımsızlık için çıkılan yolda askerî zaferini siyasî alanda da perçinlemek isteyen Ankara, Vahideddin’i yargılamak gibi bir sorunla zaman yitirmek istememiştir. Bulunmaz nimet gibi görünen firar kendiliğinden gelmiştir. Peki, Vahideddin nasıl firar etmiştir?

Osmanoğullarının 36. ve son padişahı VI. Mehmed Vahideddin, oğlu Ertuğrul ve beraberindeki dokuz kişi ile birlikte 17 Kasım sabahı Yıldız Sarayı’nın merasim kapısından çıkarlar. Talimhane kapısından dış bahçeye ulaşırlar. Harington’un kendileri için hazırlattığı iki ambulansa binerek saraydan ayrılırlar. Yolda Vahideddin’in içinde olduğu ambulansın lastiği patlayınca kısa süreli bir telaş yaşanır. Ardından yolcular deniz kıyısına ulaşır. Onları Harington karşılar ve hazırlanan motora binerler. Motor, yolcularını Malaya zırhlısına götürür.

Altı yüzyıllık imparatorluğun son hükümdarı Malaya zırhlısının koyu, karanlık dumanları altında Türkiye’yi terk ederken Harington tepeden bakan İngiliz üslubunu konuşturarak bir bildiri yayınlar ve Vahideddin’in “Bütün İslamların Halifesi sıfatıyla” İngiltere’nin himayesine sığındığını açıklar.24
Vahideddin dört gün süren yolculuğun ardından Malta’ya ulaşır ulaşmaz gösterdiği kolaylık ve büyük nezaket için Harington’a teşekkür ederken25 TBMM ise Türkiye dışında yeni bir Vatikan yaratmak isteyen İngilizlerin oyununu bozmuştur. 18 Kasım 1922 günü Vahideddin’i halifelikten düşüren fetvayı onaylar. Abdülmecid Efendi’yi halife seçer. İngilizlere sığınırken kısa sürede dönüp yeniden tahtına oturacağı inancını taşıyan Vahideddin ise yaşamının sonuna dek bu inancını koruyacak, bu amaçla yapılan onlarca girişimin maddi destekçisi olarak servetini tüketecektir.26
DİPNOTLAR
1 “Osmanlı Sarayının Son Günleri”, Yeni Sabah, Tefrika No: 16/18, 3/5 Nisan 1950, s. 4 (Bundan sonra kısaca tefrika nosu verilecektir); İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar ve Başvekiller, C. 3, MEB, Ankara, Tarihsiz, s. 2067; Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, C. II, TTK, Ankara, 1989, s. 196; Naşit Hakkı Uluğ, Halifeliğin Sonu, Türkiye İş Bankası KY, İstanbul, 1975, s. 100.
2 Yeni Sabah, Tefrika No: 17, Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C. IV, TTK, Ankara, 1996, s. 762.
3 İkdam, 21 Ekim 1922; Anadolu’da Yeni Gün, 24 Ekim 1922. Takvim-i Vekâyi, 29 Ekim 1922; Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, TTK, Ankara, 1991, s. 245-246.
4 Yeni Sabah, Tefrika No: 19/ 20.
5 G.Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, s. 24-248.
6 Hâkimiyet-i Milliye / Tevhid-i Efkâr, 5 Kasım 1922.
7 Hakimiyet-i Milliye, 8 Kasım 1922; Z. Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C. IV, s. 799;
8 Yeni Sabah, Tefrika No: 19 /21.
9 Z. Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C. IV, s. 807, 821; Salâhi R. Sonyel, Gizli Belgelerle Mustafa Kemal, Vahideddin ve Kurtuluş Savaşı, AAMY, Ankara, 2007, s. 197-198.
10 Tevhid-i Efkâr, 6 Kasım 1922.
11 Hâkimiyet-i Milliye, 9, 14 Kasım 1922.
12 G.Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, s. 249.
13 N. H. Uluğ, s. 72-75.
14 Yeni Sabah, Tefrika No: 22/23.; G. Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, C. II, s. 11.
15 Yeni Sabah, Tefrika No: 23.
16 Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi, Kn. 57, Gn: 86, Bn. 86001.
17 Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivi (EGMA), Dosya No (DN): 12222/45, Belge No (BN): 8/B-2
18 EGMA, DN: 12222/45, BN: 8/B-3.
19 N.H. Uluğ, s. 76; Z. Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C. IV, s. 830.
20 Hâkimiyet-i Milliye, 19 Kasım 1922.
21 Yeni Sabah, Tefrika No:24/ 25.
22 Z. Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C. IV, s. 810.
23 Yeni Sabah, Tefrika No: 26/30.
24 Tarık Mümtaz Göztepe, Osmanoğulları’nın Son Padişahı Vahideddin Gurbet Cehenneminde, 3b. Sebil Yayınevi, İstanbul, 1991, s. 15; Yeni Sabah, Tefrika No: 28/29/30, 16/17.
25 N. H. Uluğ, s. 81.
26 Bkz. Şaduman Halıcı, “Vahideddin, Bir ‘İttihatçı’ Üç ‘Yüzellilik’”, CTAD, S. 22, Güz 2015, ss, 267-303.
Bu yazının kaynağı: Şaduman Halıcı, İSTdergi.com, Sayı 11, 18 Ağustos 2022
NOT: Harf Devrimi ile ilgili yazımız için yarını bekleyiniz...BRT
Kommentare