Çinikitap'ın yeni sayısındaki Şaban Akbaba yazısı...
Genel yayın yönetmenliğini Nuri Demirci'nin, yazı işleri müdürlüğünü Fehmi Enginalp 'in yaptığı, Bursa'da yayımlanan edebiyat kültür ve sanat dergisi Çini Kitap 'ın 73. sayısı okurlarıyla buluştu. 13 yıldan beri yayımlanan Çinikitap'ın Temmuz-Ağustos 2022 sayısında aralarında Mahmut Temizyürek, Şükrü Bilgiç, Erhan İzgi, Duran Aydın, Fehmi Enginalp, Ahmet Günbaş, Hüseyin Peker ve Hilmi Haşal gibi yazarların da bulunduğu 40 kişinin ürünleri yer alıyor. Çinikitap'ın bu yeni sayısında Kuşadası Eğitim ve Geliştirme Vakfı tarafından düzenlenen M. Sunullah Arısoy 2022 Şiir Ödülü'nü Ağıt, Kahır ve Sevda yapıtıyla kazanan Şaban Akbaba’nın 13 Mayıs 2022 tarihinde gerçekleştirilen ödül töreninde yaptığı konuşma da yer alıyor. Şaban Akbaba'nın Çinikitap'ta yer alan 2022 M. Sunullah Arısoy Şiir Ödülü törenindeki konuşması şöyle: "ZAMANIMIN SIRLARI Saygıdeğer şiir dostları merhabalar. Size, ilginç bulacağınız bir gerçekliğimden başlayarak zamanımın sırlarından söz etmek istiyorum. Şiir sevgimin kaynağı, babamın sabah namazlarından sonra okuduğu ilahilerdir. Biz kardeşler odanın üç duvarı boyu uzayıp giden sekilerde uyurken babamın güzel sesiyle uyanır gibi olur, tam olarak uyanamaz, o sesin ve Yunus Emre sözlerinin ahenginde yeniden uyurduk. Masal bilmeyen, ağzı yaşmaklı olduğu için az konuşan annemin, iş yaparken, inek, koyun sağarken sözsüz mırıldandığı içli ezgiler ise şu anda bile kalbimde… Bebekliğimde mutlaka ninni söylemiştir, çocukluğumda da tekerleme belki ama anımsamıyorum. Annemin yalnızca parantez içi yaşamına karşın babamın parantez dışı yaşamı çok kendine özgüydü. 1929 yılında kurulan Millet Mekteplerinde dört ay okuma yazma ve dört işlem öğrendikten sonra beş yıl köy öğretmenliği yapmış; askerde, komutanı, “köyünüze gidince buğday üretin, ülkemizin ihtiyacı var,” dediği için öğretmenliğe dönmeyip Arpaçay’ın kurak, verimsiz toprağında buğday yetiştireceğim diye dinip durmuş; köy çocuklarına, gençlerine kendi evinde, hiçbir ücret almadan, yıllarca Türkçe okuyup yazmayı ve Kur’an okumayı öğretmiş; dahası da şu ki 1960 yılında başlayan kısa muhtarlık döneminde köyde okul açmış, cami yaptırmış, öğretmen ve imam almış; aynı yıl, köyümüze ilk atanan, benim de öğretmenim olan Cemil Akbulut (kulakları çınlasın) ile gününden bir hafta sonra ulaşan Cumhuriyet Gazetesine abone olmuş, çevrede “halife” olarak anılan bir köylü. Halk bilgesi, demenin yanlış olmayacağını düşünüyorum. O ikisini, Köy Enstütülerini kuran kadroya benzetiyorum. Bütün bu işleri birlikte kotardılar, hâlâ devam eden ve doktorundan prof’una kadar çok çeşitli meslek sahibi insanın yetişmesine temel olan dinamik yapıyı birlikte kurdular. (Bu arada kıvançla belirtmek isterim, köyümüz kökenli ilk doktor, oğlum Özgür Nehir’dir.) Hikâyemin devamı da ilginç olacak sanıyorum. İlkokul yılları boyunca, babamın “hadi biraz daha” diyerek zorlamasıyla her akşam Büyük İslam İlmihali, kendi başıma kalınca da Kerem İle Aslı okudum. Bulamadığım hatta bilemediğim için bir tek çocuk kitabı bile okuyamadığımı itiraf ediyorum. Okulu yeni açılmış, uzak ve yoksul köyde çocuk kitabı ne ola ki? Bu babam, tuhaf bir kararla, ilkokuldan sonra orta okula değil, camiye gönderdi beni O yıl Kur’an ve Mevlit okumayı öğrendim. Ondan sonrası hep hatim, mevlit, sünnet, ölü gömme ritüelleri… O yıl, dedem ölüm döşeğinde. “Kur’an’ını da al gel,” dedi babam. Kur’an’ı omzuma astım, peşine düştüm, dedemin, köyün biraz dışındaki evine gittik. Dedem, ölmeye yatmış, can çekişiyor, biz Kur’an okuyoruz. Birden dedemim elleri, parmakları, ayakları, neredeyse yüz yaşına yaklaştığı halde simsiyah duran saçları uzamaya; gözleri, kulakları büyümeye başladı. Rengi sarıdan siyaha, mora dönüştü. Gözlerim karardı, midem alt üst oldu. Kur’an’ı dedemin yorganının üstüne bırakıp kendimi dışarı attım. İkinci yıl, yerlerde tepinerek ikna ettim babamı, gidip Arpaçay orta okuluna yazıldım. Orta okul ve liseyi, küçük kiralık evlerde, ekmek peynirle karın doyurmaya çalışarak; kışın üşüyerek, yazın pişerek tamamlamak üzereyken, bütün yaşamımı alt üsten, hâlâ acısını çektiğim bir olay oldu. Lise son sınıfın ara tatilinde evlenmiş biriydim ve liseyi dereceyle bitirme yarışında birinciliğe oynuyordum. Liseyi dereceyle bitiren ilk üç öğrenciyi Hacettepe Üniversitesi Fizik bölümü sınavsız alıyordu. Son aylar içindeydik, kompozisyon ödevinde, içimdeki taze yangının kahramanlarını, Deniz Gezmişleri örnek verince, okul disiplin kurulu derece hakkımı elimden aldı. O yıl üniversite sınavını kazanamadığım gibi bir sonraki yıl da ancak iki yıllık eğitim enstitüsüne girebildim. Sonuçta benim de okula kavuşmama neden olan babamı biraz kızgınlıkla da olsa büyük saygıyla anıyorum. Yoksa köyüm en az yirmi otuz yıl daha karanlıkta kalacak, ben de okuma fırsatını kaçırmış olacaktım. Orta okul ve lise yıllarımda babam, beni, hepsi de dini yayınlar satan tanıdığı kitapçılarla götürür, “bu doymaza ödünç kitap verin okusun,” der, giderdi. Bu sayede Kur’an tercümelerinden, peygamberler tarihine, romandan şiire kadar İslam’a dair çok kitap okudum. Aynı anda bilimsel, sanatsal kitaplara merak sardım. O kitaplardan ilki Cavit Orhan Tütengil’in Azgelişmenin Sosyolojisi, ikincisi George Politzer’in Felsefenin Temel İlkeleri ve üçüncüsü de Soyalzimin Alfabesi’dir. Yıllar içinde kafamda oluşan soruların yanıtını bu ve benzeri kitaplarda bulmaya başladım; bakış açım hızla değişti. İlkokul öğretmeni olarak görevime devam ederken 1991’de Gemlik Eğit-Sen Temsilciliğinin, 2004 yılında da kısa adı BUYAZ olan Bursa Yazın Sanat Derneği’nin kuruluşuna önayak oldum, yönetimlerinde görev aldım. Şimdilerde yaşamım büyük oranda Çocuk Edebiyatı Atölyeleri tarafından biçimlendirilmektedir. Çocukken çocuk kitabı okuyamadığımı söylemiştim. Köy öğretmenliğinde geçen on sekiz yıl boyunca eleştiri yoksunluğu yaşadığımı da eklemeliyim. Bütün bu nedenlerle çıtayı yüksek tuttum; amacım çocuklar için yazacak nitelikli yazarlar yetiştirmekti, açık yüreklilikle söylemeliyim ki bunu başardım. Katılımcıları genellikle öğretmem olan atölyeler, para söz konusu olmaksızın tamamen kolektif anlayışla yürüyor. Uzun erimli olması, çocuğa ve çocuk edebiyatına dair kültürlenme süreçleriyle birlikte devam etmesi esastır. Hem atölyede üretilen öyküler, hem de yazılmış çocuk kitaplarının incelenmesi bağlamında temel yöntem eleştiri ve beyin fırtınasıdır. Kimisi on, kimisi yedi yıldır devam eden atölyelerden, okul öncesi, ilkokul ve ilk gençlik için yazan on üç yazar yetişti, altmış sekiz kitap yayımlandı, bir o kadar da üretilmiş dosya yayımlanmayı bekliyor. Şu anda biri Bursa merkezde, diğeri İnegöl’de olmak üzere, birbirine koşut iki atölyeyi, yedi yıldır sürdürdüğümüz ikinci atölyemden yetişen dört yazarla (Şükrü Bilgiç, Aymen Akçay, Nihal Aksoy, Mesut Akça) birlikte yürütüyorum. Yaşamın nesnel gerçekliği sanattan ne istiyor olabilir? Onun tarafından etkilenmesini, dönüştürülerek gelişmesine, yaşanılır hale gelmesine katkı yapmasını. Yani müdahil olmasını. Düşünsenize; hukuk haksızlığa uğrayanı savunacak, sosyoloji toplumsal yapıları, psikoloji bireysel sorunları çözümleyecek; sanat ellerini göğsünde bağlayarak izleyecek. Sanatın, şiirin doğasına ve amacına aykırı olan bu durum, sanatı gericinin, sermayenin yararına araçsallaştırır. Yoksa sınıflı toplumların tarihi boyunca neden var ki saray soytarıları ve ne işe yararlar? Şiir özelin gelince… Paul Eluard’ın dediğince “saf şiir safsatası”na ben de pirim vermiyorum. Düş gücüyle nesnel gerçeklik arasındaki diyalektikten doğar şiir. Kendiliğinden anlamlı ve kendiliğinden eylemcidir. Bireyin içindeki açık-kapalı karmaşık örüntülere sahip dipsiz kuyulardan, toplumun içindeki karmaşık kara deliklere kadar; paralel evrenler arası geçiş tünellerinden kapitalist emperyalist sitemlerinin vahşi sömürüsüne; fiziki, psikolojik, ekonomik eziyetine, işkencesine kadar uzayan geniş yelpazeden süzülüp gelir. Şiirin sezdiği, en derinlerine sızarak çözümlemeye çalıştığı temel ve sorunlu olgulardan biri; insanın kendi gerçeğiyle uzlaşamaz duruma düşmüş olmasıdır. Marcius Sade’nin teorik olarak yücelttiği, şu anda ülkemiz insanı, hatta toplumu için de geçerli sadizm halidir bu. Umarım; sadizmin doruğundan kendi gerçeğiyle uzlaşan insana evrilir bireyimiz, toplumumuz. Tam da bu ve benzeri nedenlerle çocuklukta masalın, yetişkinlikte şiirin sinsi, gizemli, yaratıcı ve eleştirel çözümlemeciliğine ihtiyaç var. Bunu başarabilmesi için de Luis Aragon’un dediği gibi “özü fırtına olan şiirde, her imge bir tufan yaratmalıdır.” Yani durgun suyun bulanması, bulandırılması gerekir, öylece dibini gösterirken durulmanın diyalektiğini imgeler. “Şiir sadece gereklilik değil,” diyor Nâzım Hikmet. “Çağdaş toplumumuzun en devrimci ilkelerinden biri; insanı, onun ruhunu ve sonunda insandaki temel değişimleri öğrenmenin en etkin aracıdır.” (Aziz çalışlar, Nâzım Hikmet, Sanat ve Edebiyat Üstüne.) “Şiirler aracılığıyla kişi tat alma yetisi daha gelişkin, daha incelikli duyumsayan, daha iyi bir insan olur; bu nitelikler herhangi bir zamanda, herhangi bir biçimde kendini gösterir,” diyor Bertolt Brecht. Sanki onun bu savı doğrulansın diye ilginç bir olay yaşamıştır Pablo Neruda. Santiago’da, acil bir davetle Vega pazar hamallarının sendika binasına götürüldüğü gün, yanında yalnızca Yürekteki İspanya adlı şiir kitabı var. Kendisince de anlaşılması zor bir kitaptır. İstemeye istemeye okumaya başlar. “Birbiri ardına şiir okurken kelimelerin içine düştüğü sessizliği işiterek devam ettim,” diyor. “Bir saat kadar süren okuma bittikten sonra, beline torba bağlı biri ayağa kalktı, ‘hiçbir şey bizi bu kadar etkilememişti,’ dedi. Konuşma bittiğinde hıçkırığını tutamadı. Birkaç kişi daha ağlıyordu. Islak gözler ve kabaca alkışlar arasında dışarı çıktım.” (Pablo Neruda, Anılar) Şirin sosyokültürel etkisiyle ilgili bir deneyimimden örnek vermek istiyorum. Almanya’daki beş yılık öğretmenliğim süresince on üç farklı kültürün insanına; “Türkiye deyince?..” diye sordum. Dokuz kişi Nâzım Hikmet, üç kişi Atatürk ve bir kişi de Mevlana yanıtını verdi. Sözü sonlandırmam gerekiyor. Özcesi, Nâzım’ın dediği gibi “babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geri” bir emekli öğretmen, çocuklara adanmış bir edebiyat işçisi olarak yaşamıma devam ediyorum. Çünkü bütün yaşamımızın çocukluğumuzdan ibarettir ve çocukluğu olmayan edebiyatın, sanatın büyüklüğü de olmaz. Ayrıca; Yüreğim Koynundadır adlı şiir kitabımdaki şiirimin dediğince: … benim kadar sevemez hiç kimse ülkesini tapamaz taşına toprağına yoksul ve bilge halkına o kadar çok sevdim ki dikenlerine verdim parça parça tenimi kuşlarına benek bildim kanımı… Üçü çocuklar, üçü de yetişkinler için yayımlanan altı kitabımdan 14 yıl sonra yayımlanan Ağıt Kahır ve Sevda’nın “2022 M.Sunullah Arısoy Şiir Ödülü”ne layık görülmesi sevindirici oldu. Edebiyat ve şiir bağlamında yıllar yılı yoğun biçimde sürdürdüğüm çalışmalarıma özverili desteğinden ötürü aileme; kendisi de şair-yazar, araştırmacı gazeteci M. Sunullah Arısoy’u saygıyla anarken eşi sayın Ülkü Arısoy’a, Kuşadası Eğitim ve Geliştirme Vakfı yöneticilerine, emek verenlerine; şimdilerde çokça gereksindiğimiz “adaletli karar”ı için Hidayet Karakuş, Ayten Mutlu, Ahmet Özer, Çiğdem Sezer, Halim Yazıcı gibi seçkin edebiyatçılardan oluşan seçici kurula teşekkürlerimi sunuyorum. Saygımla…" ŞABAN AKBABA KİMDİR?
Şaban Akbaba, 1954’te Kars-Arpaçay Bardaklı Köyü'nde doğdu. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’ni bitirerek öğretmen oldu, 1980’de Bursa’ya atandı. Orhaneli’nin Deliballar ve Eskidanişment, Gemlik'in Narlı ve Muratoba köylerinin ilkokullarında on dört yıl öğretmenlik yaptı. 1993’te Türkçe ve Kültür dersleri öğretmeni olarak Hamburg’a atandı. Daha sonra yeniden Bursa’ya dönerek yeni kurulan Bilim ve Sanat Eğitim Merkezi’nde görevlendirildi. 2004’te Bursa Yazın ve Sanat Derneği’nin kurucuları arasında yer alan ve başkanlığını üstlenen Akbaba, PEN Türkiye Merkezi, Türkiye Yazarlar Sendikası üyesi, Edebiyatçılar Derneği Yönetim Kurulu üyesi oldu.
Akbaba’nın şiir ve düzyazıları 1978’den başlayarak Eğitim Mücadelesi, Edebiyat ’81, Dönem, Yamaç, Yeni Olgu, Öğretmen Dünyası, Cumhuriyet Dergi, Abece, İmece, Kıyı, Yaba Öykü, İnsancıl vb. dergilerle Cumhuriyet, Zonguldak Yenice, Yeni Adana, Adana Hürses, Kars Mücadele, Gemlik Körfeze Bakış gazetelerinde yayımlandı.
Başlıca yapıtları: Güneşin Konağı (şiir), Yüreğim Koynundadır (şiir, 1992), Ağıt, Kahır ve Sevda (şiir ,2021) Kafessiz Bir Dünya (çocuk romanı, Akademi Kitabevi Başarı Ödülü), Güneşi de Getir Bize (çocuk şiirleri, Damar-Çankaya Belediyesi Çocuk Şiirleri Üçüncülük Ödülü), Nazik Kız (öyküler), Kolonya Kokulu Mendil (çocuk romanı), Işığa Yolculuk (çocuk romanı), Sevgi Ana (çocuk şiirleri), Kardan Anne (çocuk şiirleri), Ülkemin Güzel Yüzleri (şiir) Bursa’da Yazın (araştırma), Deri’n (roman).
Genel yayın yönetmenliğini Nuri Demirci'nin, yazı işleri müdürlüğünü Fehmi Enginalp'in yaptığı, Bursa'da yayımlanan edebiyat kültür ve...