Deniz Baykal, Nezih Demirkent, Hikmet Tanyu, Cemal Hüsnü Taray, Tahsin Yazıcı
Bugün 11 Şubat. CHP Genel Başkanlarından Deniz Baykal'ın ölümünün 2. yıldönümü. Türkiye gazeteciliğinin duayeni Nezih Demirkent'in ölüm yıldönümü. 11 Şubat aynı zamanda Hikmet Tanyu, Cemal Hüsnü Taray, Tahsin Yazıcı'nın da ölüm yıldönümü. BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz. Deniz Baykal kimdir? 20 Temmuz 1938'de Antalya'da doğdu. Babasının adı Hüseyin Hilmi, annesinin adı Feride'dir. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Doktorasını Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde tamamladı.ABD Colombia ve Berkeley Üniversiteleri'nde iki yıl süreyle doktora sonrası çalışmalarına devam etti. Siyasal Bilgiler Fakültesinde siyaset bilimi doçenti olarak öğretim üyeliği görevinde bulundu. Siyaset bilimi alanında kitap ve makaleleri yayınlandı.15(IV), 16(V), 18, 19, 20, 22. ve 23 Dönemlerde Antalya Milletvekili seçildi. Türkiye Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanlığını yürüttü.Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyeliğine seçildi. 37. Hükümet'te Maliye Bakanlığı, 42. Hükümette Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 52. Hükümette Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı görevlerini üstlendi.Sosyalist Enternasyonal Başkan Yardımcılığı'na seçildi. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığı görevinde bulundu. Çok iyi düzeyde İngilizce bilen Baykal, evli ve 2 çocuk babasıdır. 11 Şubat 2023'te vefat etti. Nezih Demirkent kimdi r? Nezih Demirkent, 11 Şubat 2001 tarihinde noktalanan 70 yıllık başarılı, onurlu hayatında ekonomi gazeteciliğinde DÜNYA ile birlikte bir çığır açtı. Türkiye ekonomisini İstanbul’dan ibaret sayan anlayışı yıkarak Anadolu’yu Türkiye gündemine taşıdı. DÜNYA bugün onun ilkeleri ile saygın, güvenilir, bağımsız bir gazete olarak yayın hayatını sürdürüyor. Gazetemizin kurucusu, Türk basınının duayen kalemi Nezih Demirkent’i ölümünün 15’inci yılında saygıyla anıyoruz. 70 yıllık yaşamında büyük başarılara imza atan Demirkent, bağımsızlığa ve özgürlüğe adanmış yaşamıyls Bab-ı Âli’de önder oldu. Nezih Demirkent, 1930 yılında İstanbul’da doğdu. Nurettin Bey, 1934’te yürürlüğe giren soyadı kanunu ile Demirkent soyadını aldı. Uzun yıllar sonra Nezih Demirkent, bir sohbet sırasında yakın dostlarından Hasan Yılmaer’e, soyadı öyküsünü şu sözlerle anlatmıştı: “Babamın ve ailesinin kökeni Manisa’nın Demirci ilçesidir. Soyadını alırken, önce ilçenin adı olan Demirci’yi düşünmüş. Sonra da ‘Demirci adının, demir yapan, demir döven’ şeklinde anlaşılabileceğini düşünerek bundan vazgeçmiş. Sonra, Demircili olduğunu çağrıştırsın inancıyla ‘Demirkent’i soyadı olarak almış.” Hakkari, ardından Nezih Demirkent’in ilkokula başladığı Van derken, Babasının ‘şark hizmeti’ tamamlanınca aile İzmit’e geldi. Nezih Demirkent de Van’da başladığı ilkokul öğretimine İzmit’in Akçakoca ilçesindeki okulda devam etti. 1941-1942 öğretim yılında Haydarpaşa Lisesi’nin orta kısmına kayıt oldu. Haydarpaşa Lisesi’nden 1948 yılında mezun olan Nezih Demirkent, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi. Fakültedeki ilk arkadaşları, onunla gazetecilikte de birlikte olacağı Necmi Tanyolaç, tıp fakültesi öğrencisi Dr. Mücahit Atmanoğlu, Erol Dallı, bir üst sınıftan Hakkı Devrim oldu. Fakülte yılları, lise sıralarında ve Moda Spor Kulübü’nde olduğu gibi yine sporla iç içe geçti. Çeşitli konularda düzenlenen münazaraların değişmeyen isimlerden biri de Nezih Demirkent idi. Demirkent, 1952 yılında Hukuk Fakültesi’ni bitirdiği zaman mesleğini çoktan seçmişti. Artık o, 50 yılını vereceği gazetecilik mesleğinin içindeydi. Son Saat’te mesleğe ilk adım Genç hukuk öğrencisi Nezih Demirkent, fakültenin ikinci sınıfındayken, 10 Kasım 1950’de Son Saat gazetesinde, stajyer spor muhabiri olarak gazeteciliğe başladı. Gazetenin başında Cihat Baban vardı. Eski dostlarından Hakkı Devrim, Hasan Pulur da Son Saat’te çalışıyordu. Son Saat’te başarılı çalışmalarıyla dikkati çeken Nezih Demirkent, 1952 yılında Yeni Sabah gazetesi spor servisinde göreve başladı. Spor yazarı olarak çalışıyordu. Demirkent’in yeni görevi yılın transferi olarak konuşuldu uzun süre. İlerleyen yıllarda Yeni Sabah’ın yazı işleri müdürlüğüne kadar yükselecek yoğun çalışma temposu başladı. Demirkent, işi bitmeden evine gitmiyor, servisteki arkadaşlarının da aynı tempo ile çalışmasını sağlıyordu. Askeri darbeler, ayaklanmalar, muhtıralar birbirini izliyor, gazeteler sık sık kapanıyor ve gazeteciler tutuklanıyordu. Nezih Demirkent, o yılları TV programında anlatırken, “Bizim kuşak üç askeri müdahaleyi yaşadı. Gazetecilik yapmak zordu” demişti. Safa Kılıçlıoğlu, 1964 yılında Yeni Sabah gazetesini kapattı. Nezih Demirkent, Yeni Sabah kapandıktan kısa süre sonra Türkiye’de ilk ofset baskıyla yayınlanan ve Hürriyet grubuna bağlı Yeni Gazete’de yazı işleri müdürü olarak göreve başladı. 1969 yılında aynı gazetede genel müdür yardımcısı oldu ve 1970 yılında da müessese müdürü olarak Hürriyet’e geçti. Daha sonra aynı gazetenin genel müdürü oldu. 1981 yılında da Hürriyet gazetesinden ayrılırken kıdem tazminatı olarak DÜNYA gazetesini aldı ve bu gazetenin imtiyaz sahibi oldu. Anadolu’nun sesi oldu Nezih Demirkent, mesleki örgütlere çok önem veriyordu. Türkiye Spor Yazarları Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. Burhan Felek’in ölümünden sonra 1982 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) başkanlığına geldi ve 10 yıl süreyle bu görevi yürüttü. Türkiye Gazete Sahipleri Sendikası’nın da bir dönem başkanlığını yaptı. Demirkent, aramızdan ayrılmadan önce de Türkiye Gazete Sahipleri Birliği Başkanlığı ve İstanbul Sanayi Odası Meclis üyeliği görevlerini yürütüyordu. Baba ocağı Manisa’daki Celal Bayar Üniversitesi, Nezih Demirkent’e ‘Fahri Doktor’ unvanı vermişti. Yaşamı boyunca spora büyük önem veren Demirkent, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkan Yardımcılığı görevini üstlendi ve ölümüne kadar da bu görevini yürüttü. TGC Başkanlığı sırasında Gazeteciler Sosyal Hizmetler ve Emeklilik Vakfı’nı yöneten Demirkent, TGC’nin yayın organı Bizim Gazete’nin aylık olarak yayınını başlattı. Ayrıca, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu TGC Hikmet Memduh Kızılağaç Huzurevi ile TGC Basın Müzesi projelerini gerçekleştirdi. Türk basınının duayen ismi Nezih Demirkent, 11 Şubat 2001 tarihinde noktalanan 70 yıllık başarılı, onurlu hayatında ekonomi gazeteciliğinde DÜNYA ile birlikte bir çığır açtı. Ölümünün 15’inci yılında andığımız kurucumuz Nezih Demirkent, Türkiye ekonomisini İstanbul’dan ibaret sayan anlayışı yıktı. Anadolu ekonomisini Türkiye gündemine taşıdı. Türkiye ekonomisinin merkeziyle gövdesi arasındaki köprüleri kurdu. DÜNYA, bugün onun ileri görüşünün bir kanıtı olarak saygın, güvenilir, bağımsız bir gazete olarak yayın hayatını sürdürüyor. ‘Bizim için gezmek bir fanteziydi, gündüz işte gece de evde çalışırdık’ 3 Şubat 2006’da aramızdan ayrılan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı, Prof. Dr. Işın Demirkent, yarım asra yakın evliliklerinin gelecek kuşaklara da mesaj niteliği taşıyan unutulmaz çizgilerini şöyle anlatmıştı: “Bizim için gezmek biraz fanteziydi. Gündüz işyerlerimizde çalışmalarımızı tamamladıktan sonra, akşam da evde çalışırdık. Çalışkan insanları severdi, vurdumduymaz, mazeret yaratan, bir işi alıp da bitirmeyen insanlardan pek hoşlanmazdı.” Hikmet Tanyu kimdir? 9 Ocak 1918’de Ankara’da doğdu. 1948’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. 1955’te Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dinler Tarihi Kürsüsü’ne Annemarie Schimmel’in asistanı olarak girdi. 1959’da Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri başlıklı teziyle Türkiye’nin ilk dinler tarihi doktoru oldu. 1960’ta Almanya’da alanıyla ilgili araştırmalar yaptı. 1962-1963 yıllarında Kudüs’te İbrânîce kursuna devam etti. 1966’da Türkler’de Taşla İlgili İnançlar başlıklı çalışmasıyla doçentliğe yükseldi. Aynı yıl Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde Dinler Tarihi Kürsüsü başkanlığına getirildi ve 1985’te emekli oluncaya kadar bu görevi yürüttü. 1971-1972 yıllarında Almanya, İngiltere ve Fransa’da araştırmalarda bulundu. 1973’te Yehova Şahitleri başlıklı monografisiyle profesör oldu. 1977-1980 yıllarında Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi dekanlığı yaptı. 1979’da dönemin Sovyet müftüsü Ziyaeddin Babahonof’un daveti üzerine Özbekistan, Azerbaycan ve Rusya’yı kapsayan bir geziye çıktı. Bu gezi sırasında Türk dünyasının dinî, tarihî ve kültürel hayatını yakından inceleme imkânı buldu. 11 Şubat 1992’de İstanbul’da öldü ve emeklilik döneminde ikamet ettiği Heybeliada’da defnedildi. Etrafında güçlü bir öğrenci halkası oluşturan (Abdurrahman Küçük, Mehmet Aydın, Harun Güngör, Şaban Kuzgun vb.) Hikmet Tanyu onların Türkiye’nin ilk dinler tarihçisi olarak yetişmelerine rehberlik etmiştir. Tanyu ekolünü meydana getiren bu ilk nesil sonraki yıllarda Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde görev yapmıştır. Tanyu kendi metodolojik yaklaşımını “dinî etnoloji” diye tanımlamıştır ( Dinler Tarihi Araştırmaları , s. 124). Bu yaklaşım, etnolojiden ve olayların dinî-kültürel bağlamlarını göz ardı eden katı tarihsellikten farklıdır. Buna göre toplumun mensup olduğu din başta olmak üzere tek tanrıcılığı esas alan dinî kalıntıların, toplumda geçerlilik görmüş dinî âdet, davranış ve inançların etnografik filoloji, mukayeseli mitoloji ve tarihî mukayeseli yaklaşımla tasnif, tesbit ve tahlilini yapmak gerekir. Zira bir millete ait tanrılarla ilgili efsaneler, âyinlerde okunan dua ve ilâhiler, kahramanlık destanları, millî halk felsefelerini yansıtan atasözleri ve hurafelere yönelik araştırmalar, sadece o milletin değil bütün insanlığın düşünce tarihini ve gelişim evrelerini öğrenmek için önemli malzeme sunar. Tanyu’nun bu yaklaşımı kültür tarih metodu veya etnografik fenomenolojik yöntem diye de adlandırılmıştır. Hikmet Tanyu bu şekilde İslâm öncesi Türk inançlarının diriltilip yeniden yaşatılmasını amaçlamamıştır. Ona göre din etnolojik bir olgu olduğundan bir dine nüfuz edebilmek için öncelikle gerçek inançla bâtıl inançların birbirinden ayrıştırılması gereklidir. Tarihî din araştırmalarını yalın Türkoloji araştırmaları biçiminde görmeyen Tanyu, genel anlamda İslâm dinini ve Türk milletinin kültürel problemlerinin çözümüne katkı sağlayacak hususları dinler tarihinin temel araçlarıyla ve etnolojik bir bakışla incelemeye değer bulmuştur. Tanyu’nun dinler tarihi sahasına dikkat çeken görüşlerinden biri de eski Türk inancının Şamanizm olmadığını savunmasıdır. Türklerin Dinî Tarihçesi adlı eserinde eski Türk dinine “tenri (ten͡gri) dini” yahut “yüce ve ulu tanrı” anlamında “göktanrı inancı” denilebileceğini, Şamanizm veya Toyunizm diye tanımlanamayacağını ileri sürmüştür. Ona göre günümüzdeki Altay ve Yâkut halklarına ait inançları bütün eski Türk kavimlerinin dini olarak görmek yanlıştır. Türk dinini ele alırken bütün Türk kavimlerinin özgün tarihlerini göz önünde bulundurmak gerekir. Eski Türkler’de kutsal dağ/orman/kaynak/taş/ateş/demirle ilgili inançlar esasen bu tanrı fikrini destekleyici özelliktedir. Bu varlıkların içinde koruyucu ruhların, perilerin ve cinlerin mevcudiyetine inanılmış ve onlara saygı gösterilmiş, ancak bu ruhlara animizmin öngördüğü şekilde bir kült diye tapınılmamıştır. Eski Türkler’e ait hiçbir etnolojik veri millet olarak Türkler’in bir puta tapma kültünden bahsetmemektedir. Tanyu’ya göre zâhirde İslâm’ın ruhuna muhalif görünen adak gibi uygulamalara yönelik araştırmalarda sapkınlıktan uzak halk kültlerindeki niyete bağlı dinî pratik yönü arayıp ortaya çıkarmak esas olmalıdır. Türkiye’nin dinler tarihi bakımından çok önemli bir konumda bulunduğunu vurgulayan Tanyu’ya göre Anadolu -Şiîlik, Bektaşîlik ve Alevîlik dahil- İslâm mezheplerinin yanı sıra tarikatlara ve mistik şahsiyetlere vatan olmuş, aynı zamanda milâttan önce 6000’lere kadar inen tarihiyle Hitit, Hurri, Frigya, Lidya, Pers, Süryânî, Yunan ve Roma medeniyetlerine ev sahipliği yapmış önemli bir ülkedir. Trakya başta olmak üzere Anadolu’nun pek çok bölgesi 1071’den önce de Hunlar, Hazarlar, Avarlar ve Peçenekler gibi Türk topluluklarının etkisini derinden hissetmiştir. Tanyu ayrıca, bu çok kültürlü zenginliğiyle Anadolu topraklarının hâlâ arkeolojik açıdan yeterince incelenmemiş ve kadim yerel dinlerin tarihinin henüz tam olarak ortaya konmamış olması sebebiyle bu toprakların kültürel yönlerini öne çıkaracak uzun ve sabırlı araştırmalara ihtiyaç duyulduğuna dikkat çekmiştir. Eserleri. a) Dinler Tarihi Çalışmaları: Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri (Ankara 1967), Türklerde Taşla İlgili İnançlar (Ankara 1968), Dinler Tarihi Araştırmaları (Ankara 1973), Yehova Şahitleri: Dinler Tarihi Bakımından Tenkîdi Bir İnceleme (Ankara 1973), Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler (I-II, 1976, 1979), Türklerin Dinî Tarihçesi (İstanbul 1976), İslâmlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı (Ankara 1980), Nuh’un Gemisi, Ağrı Dağı, Ermeniler (İstanbul 1989). b) Modern Türkiye Tarihi, Kültürü ve Siyasetine Yönelik Çalışmaları: Türkçülük ve Gerçek Demokrasi (İstanbul 1945), Türk Gençliğinin Kükreyişi: Türk Milliyetçiliğinin Davası ve Hedefleri, Komünist ve Komünistlerin Tahlil ve Tenkidi (Ankara 1947), Türkçülük Davası ve Türkiye’de İşkenceler (Kayseri 1950), Ziya Gökalp ve Yeni Türkiye’nin Hedefleri (Ankara 1956), Niçin Komünist Oluyorlar? (Ankara 1958), Atatürk ve Türk Milliyetçiliği (Ankara 1961), Türkçülük ve Ziya Gökalp (İstanbul 1962), Türkçemiz (I-III, İstanbul 1971, H. Fethi Gözler ile birlikte), Tevfik Fikret ve Din (İstanbul 1972), Ziya Gökalp’in Kronolojisi (Ankara 1981), İslâm Dini’nin Düşmanları ve Allah’a İnananlar (İstanbul 1989). c) Şiir Kitapları: İnsan ve Dünya (Ankara 1978), Cihan İçinde Bir Cihan: Felsefî ve İslâmî Şiirler (İstanbul 1980), Atatürk İçin Şiirler (Ankara 1981). Cemal (Cemalettin) Hüsnü Taray kimdir? Cemalettin Hüsnü Taray (1893, Kop, Gümüşhane - 11 Şubat 1975), Türk siyasetçidir . Lozan Üniversitesi Genel İktisat ve İçtimaiyat Fakültesi'ni bitirdi. Bern Büyükelçiliği, Ziraat Bankası Genel Müdür Muavinliği, II. (Ara Seçim, İstifa: 10 Şubat 1925) ve III. Dönem Gümüşhane , V. Dönem (İstifa: 29 Ocak 1930) Bolu Milletvekilliği ile Millî Eğitim Bakanlığı yaptı. Bekârdı. Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ndeki ilk temsilcisi oldu. Atatürk İlkeleri Işığında Türkiye'de Demokrasi ve Sol: Sorunlarımız ve İsraflarımız isimli bir kitabı bulunmaktadır. Tahsin Yazıcı kimdir? Hasan Tahsin Yazıcı , (1892, Manastır Vilayeti , Osmanlı İmparatorluğu - 11 Şubat 1970, Ankara , Türkiye ), Türk asker ve siyasetçi . 1912 yılında Mekteb-i Harbiyeyi bitirdi. I. Dünya Savaşı 'nda Gelibolu 'da Çanakkale Cephesi 'nde teğmen olarak görev yaptı. Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'ya geçerek çeşitli cephelerde çarpıştı. 1934'te yeni oluşturulan Tank Taburu'nun komutanlığına atandı. 1949 yılında Tuğgeneral rütbesine terfi etti. Temmuz 1950’de başlayan Kore Savaşı 'nda, Birleşmiş Milletler safında savaşmak üzere Güney Kore ’ye gönderilen Kore Türk Silahlı Kuvvetleri Komutanlığına tayin edildi.. Güney Kore saflarında savaşa katılan, tam teşkilatlı ve takviyeli bir tugay kadrosu olarak hazırlanan 5 Bin kişilik Türk askerî birliğinin başında 17 Ekim 1950 tarihinde Kore 'ye vardı. Doğruca ateş hattına sürülen birliğin başında, Pusan, Suvan, Kumhwa, Elco kesimlerinde meydana gelen savaşlarda büyük başarılar gösterdi. Bir gecede 352 kişinin yaralandığı, 78 kişinin de öldüğü Kunuri Muharebesinde , 8. Amerikan Ordusu, Türk birliğinin direnişiyle yok edilmekten kurtuldu. Savaş sırasında 1951 yılında tümgeneral rütbesine terfi etti.
Türk Tugayı komutanı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı (ortada), ABD I Kolordusu komutanı Korgeneral Frank W. Milburn 'ü 6 Temmuz 1951'deki bir Türk kutlamasına katılmak üzere Kore'deki Tugay Karargahına vardığında selamlıyor. Kasım 1951'de Türkiye’ye döndü ve 1952 yılında emekli oldu. 1954-1960 yılları arasında X. ve XI. dönem Demokrat Parti İstanbul Milletvekili olarak TBMM 'ye girdi. Demokrat Parti iktidarına karşı yapılan 27 Mayıs Darbesinden sonra, Yassıada'da yargılanarak 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Daha sonra çıkan bir af kanunuyla serbest bırakıldı. 1970 yılında Ankara'da öldü.

Bugün 11 Şubat. CHP Genel Başkanlarından Deniz Baykal'ın ölümünün 2. yıldönümü. Türkiye gazeteciliğinin duayeni Nezih Demirkent'in ölüm...