top of page
< Back

Va-Nu, Haydar Gedikoğlu, Ömer Altuğ, Edris Stannus, Burçin Terzioğlu

Bugün 9 Mart. Haydar Gedikoğlu, Ömer Altuğ, Va-Nu ve Edris Stannus'un ölüm yıldönümleri. BRT Yayın Grubu olarak bu değerleri saygıyla sevgiyle anıyoruz. Bugün aynı zamanda Burçin Terzioğlu'nun doğum günü. Sayın Terzioğlu'na nice güzel yıllar dileriz. Haydar Gedikoğlu kimdir? Ünlü sanatçı Ruhi Su'nun El Kapıları uzunçalarında "Almanya Acı Vatan" adlı Karadeniz türküsünün derleyicisi, halkbilimi araştırmacısı, eğitimci Haydar Kenan Gedikoğlu'nun bir süreden beri tedavi gördüğü Trabzon Kanuni Eğitim Araştırma Hastanesi'nde geçen yıl 8 Mart'ı 9 Mart'a bağlayan gece vefat etti. Uzun yıllar Trabzon Lisesi'nde öğretmenlik ve yöneticilik yapmış, Doğu Karadeniz - Masallar Öyküler Söylenceler Destanlar, Akçaabat Folkloru, Trabzon Efsaneleri ve Halk Hikâyeleri, Trabzon Folkloru gibi önemli araştırmaları imza atmış olan Gedikoğlu 9 Mart öğlen saatlerinde doğduğu köyde, Akçaabat'ın Kuruçam köyünde yapılan cenaze töreninin ardından aile mezarlığında toprağa verildi. Alâettin BAHÇEKAPILI'nın notları: "Almanya Acı Vatan" ve Haydar Gedikoğlu... 2015 yılıydı... Kadim arkadaşım Nabi Belekoğlu ile -anlatması uzun sürer- "türkülerimizin efendisi" Ruhi Su için, benim ilkin Nâzım Hikmet'in 50. ölüm yıldönümünde yaptığım Nâzım Sen Gittin Gideli kitabı gibi bir yapıt hazırlığına başlamıştık. Ruhi Su'nun El Kapıları uzunçalarında Sümeyra Çakır ile birlikte söylediği bir Karadeniz türküsü vardı: "Almanya Acı Vatan." Ben bu türküyü TRT'de yeniden yeniden yayımlanan Sılaya Dönüş dizimde "sinyal müziği" olarak da kullanmıştım. Bu türkünün derleyicisi Trabzonlu halkbilimi araştırmacısı ve öğretmen Haydar Gedikoğlu idi, biliyordum. Telefonla ulaştığımda doğduğu köyde, Kuruçam'da yaşıyordu; bir başınaydı, eşi vefat etmiş, kızları uzaktaydı. Her ne kadar her konuşmamızda "çık gel, eşinle birlikte gel, evim geniş, konuğum olursunuz, ev şenlenir" dese de kısmet olmadı. Ama, hazırlamakta olduğumuz Ruhi Su Sen Gittin Gideli kitabı için duygularını, düşüncelerini ve Ruhi Su ile olan ilişkisini anlattı, yazdı bana. Kitapta 5 sayfa olarak yer alan bu mektubu, anısına saygıyla okuyuculara armağan ediyorum: Sevgili Ruhi Su, “Merhaba”, diyerek başlıyorum mektubuma. “Merhaba” dediğini, yanıt verdiğini duyuyor yüreğim. Trabzon Lisesi yıllarından beri yaptıklarıyla, yazdıklarıyla, eylemleriyle onu uzaktan izleyen bende “takdir duygusu” uyandıran, öğretmeni olma şansı yakalayamadım diye “üzüntü duyduğum” Alâettin Bahçekapılı size mektup yazmamı istediğinden beri sizi düşünüyorum; doğrusu içim ısınıyor bu kış günlerinde… Tek başına yaşadığım evimde kalabalıklaşıyorum; sanki her odada biri var… Düğün dernek içindeyim… Sanki horona durmuşum Akçaabat ekibiyle… “Ha uşak ha” “aşağı kırıyoruz.” Sevgili Ruhi, En iyi siz bilirsiniz, yalnızlığın ne olduğunu; öyle ya, “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardan biri”siniz. En iyi siz bilirsiniz, çevrenizdekilerin çekip gitmesinin acısını; öyle ya, İngiliz ve Fransızların Adana’yı işgal yıllarında Toroslara doğru yaşadığınız “kaç-kaç yıllarında” dağ başında terk edildiniz, elinizde bir testi su ile… İncir ağaçlarının üstünde uyudunuz gecelerde, meyve yiyerek karnınızı doyurdunuz günler boyu… En iyi siz bilirsiniz, dilinizi çözmek için günlerce, aylarca omuzlarınız kadar genişliği, boyunuz kadar yüksekliği olan “tabut”ta tutularak “mahkûm edildiğiniz” yalnızlığı yenmenin yollarını… Direnmenin, dik durmanın nasıl başarılabileceğini… Mektup yazmaya söz verdiğimden beri, dört odalı evimin içindeki sessizlikle, yalnızlıkla daha bir başa çıkar oldum. Oysa eskiden Kemalettin Kamu’nun “Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın Kulaklarım komşuların ayak sesinde Varsın yine bir yudum su veren olmasın Başuçumda biri bana ‘su yok’ desin de” şiirine kaptırırdım kendimi, bir insan sesi arardım çevremde… 4-5 yıl önceye değin, sevgili eşim vardı bu evin içinde… O şimdi sizin oralarda bir yerde. Kendimi şanssız duyumsuyorum… “Bir fındığın içini – Yar senden ayrı yemem” diye türkü yakan bir yörenin insanıyız… Bilirsiniz, türküler yaşadığımızdır, duygumuz düşüncemizdir… Yaşım 90’a doğru koşturuyor; ama ben, bırak koşturmayı, çok gezip dolaşamıyorum bile… Hareketlerim biraz kısıtlandı yaşlılıktan dolayı. Aklı melekelerimde kayma yok; ama, fiziksel yeteneklerimi kullanmakta sorunlarla karşılaşıyorum. Uzmanların “Yalnızlık, insanın yakınında iç alemini paylaşabileceği kişi ya da kişileri bulamadığı zaman yaşanan bir durumdur. Bu duygu insanın en derin yaşadığı korkulardan biridir. Bu duygunun içinde kalan kişi kendini zayıf, işe yaramaz, güçsüz, gayesiz ve bitkin hisseder.” dediğini bilmesem, paniğe kapılacağım da, yapmıyorum. Yalnızlığın “iki yanı keskin kılıç” olduğunun ayırdındayım. İşte böylesi bir durumdayken, sizi düşünmek; yaşadıklarınızı, düşüncelerinizi, direncinizi; zindanlarda, tabutluklarda, mahpuslarda geçirdiğiniz yılları göz önüne getirmek güç veriyor bana, damarıma yeniden yürüyor bir sıcak kan, “kalk, miskinleşme, dikel, yürü, koş” diyor bir gizli ses… Sevgili Ruhi Su, Ben “türküleri”, “şiirlerden” daha “gerçek”, daha “sahih” bulurum; daha bir kapsayıcı, ortaklaşacı… Türkü, bir toplumun yaratısı, ortak düşüncesi sonuçta. Şiirde böyle bir özellik yok. Şiir, bir kişinin, şairin; nece yayılsa, türkü denli kapsayıcı değil, “ortak üretim” değil… Ancak, bir yazın öğretmeni olarak şairlere de haksızlık etmek istemem; “şiirin hasını ayak seslerinden tanıyan”, “Karadeniz dediğin deniz değil insan” diye tanımlanan bir yörenin bireyi olarak bilirim şiirin de değerini. O nedenle, türkülerimiz denli, iyi şiirlerimizi de o bas-bariton sesinizle toplum katmanlarına ulaştırmanızı gönülden selamlarım. “Karadeniz dediğin deniz değil insan Gelir vurur Akçaabat pazarına. Güneşe bırakılmış balık ağlariyle Kayıklariyle kumlara çekilmiş Denize karşı insan! Kalabalık, güzel, çalışkan, İner çam direkli gemilerle. (……) Akçaabat pazarından vurdun mu dağlara doğru, Hepimizin evleri belli. Çocuk düşlerimizde kaptanların kayıkları, Deniz görünmez artık, yılda bir gördüğümüz. Akçaabat pazarından vurdun mu dağlara doğru Fındık denizleri bizim bildiğimiz, Ablamın iri gözleri güzel çıtır çıtır kırılmış Neye yarar derim bu yeşil hey bu yeşil dediğimiz.” Ne güzel anlatmış Ceyhun Atuf Kansu, Yurdumdan kitabının daha ilk sayfalarında benim şu an yaşadığım ilçemi, köyümü. … Burası Kuruçam Köyü… Eski adı Muhula. Denizden 500 metre yükseklikte. Söğütlü deresinin kollarından biri olan Acısu deresi vadisindeki köylerden biri. Çevresinde Acısu, Şinik, Kemaliye, Arpacılı, Sertkaya köyleri yer alıyor. Güney yönü Karadağ eteklerine dayanır. Akçaabat'tan 16-17 km uzaklıkta. Köyde eskiden nüfusuna kayıtlı 850-900 kişi yaşardı, şimdilerde ne fındık geçindiriyor insanı, ne mısır. Okuyan gidiyor, gençler iş peşinde, gurbet çağırıyor onları da… Bugünler, köyün nüfusu 600’ü bulmaz. Benim gibi yaşlılar bağlı doğduğu topraklara. Doğrusu ben de gitmeyi düşünüyorum buralardan… “Gençler iş peşinde, gurbet çağırıyor onları da” dedim, usuma geldi, sizin ölümsüz sesinizle “yıkılsın el kapıları” dediğiniz, “sığmazken atalarım güne, yarına/düşmüşüm vay düşmüşüm ben el kapılarına” diye haykırdığınız o “El Kapıları” uzunçalarınız. Oraya benim de bir ürünümü koymuşsunuz. Yaşamımın en büyük ödülüydü bu: “Almanya Acı Vatan.” Yüzlerce, binlerce türküye can veren sevgili Ruhi Su, belki anımsamazsınız, size “Almanya Acı Vatan” türküsünü nasıl verdiğimi… Anımsatayım. Yukarıda yazdığım gibi, 90’ıma merdiven dayadım; ama belleğim yerinde; dün gibi anımsıyorum. Söz aramızda, bu, yaşlılığın bir belirtisi, eskiyi çok ayrıntılı anımsar da dün ne yaptığını bilemez, yaşlılar. 1970’li yılların ortalarıydı: Tam tamına 1977. Siz bir “türkü resitali” için Trabzon’a geldiniz. Tabii sizi seven bizler, salonu tıka basa doldurduk. Dışarda kalanlar oldu. Sahnede bir dev vardı. Sesiyle, sazıyla bir dev. Tanrı’nın gücüne gitmesin ama, tapınma gibi bir haldi sizi dinlerkenki durumumuz. Konuştunuz, yorumlar yaptınız, örneklediniz, çaldınız söylediniz. Biz, türkülerimizi bir daha, bir daha sevdik, tutulduk halkımızın yaratılarına, uçmağa vardık. Siz “türkü resitalinizi” bitirdiğinizde eski deyimle “mest” olmuştuk. Eşimle birlikte Trabzon’dan Akçaabat’a, bizim Kuruçam Köyü’ne nasıl döndük, anımsamıyorum. Evde, pikaba 45’liklerinden birini koydum, dinledim, dinledim. İlk kez, sabah olsun istemedim. Büyü bozulur diye… Asıl mutluluğu ertesi gün yaşayacakmışım, nereden bileceğim. Halkevi’nden arkadaşlarla “türkü resitaliniz” sonrası oturup konuşmuşsunuz bir yerde. Orada soru-yanıt sırasında bir arkadaş şöyle demiş: “Niye Karadeniz türküleri okumuyorsunuz?” Siz de “Ben Karadeniz türkülerini bilmiyorum. Sizin önerdiğiniz türküler varsa, söylemeye çalışırım” demişsiniz. Arkadaşlar, benim türkü derlemelerim olduğunu biliyorlar, benim adımı atmışlar ortaya. Ertesi günü beni evden çağırdılar. Köyle Akçaabat’ın arası 17 km. Uçtum, uçtum. Akçaabat’ta 17 Şubat Kitapevi vardı, orada bekliyordunuz beni… Ben sizi daha önce de görmüştüm. Şimdi bu denli yakınımda görünce heyecanlandım, dilim tutuldu. Oturduk, toplantıyı anlattınız, arkadaşların sözlerini anımsattınız. Benim derlemeler yaptığımı öğrendiğinizi söylediniz. Görmek istediğini belirttiniz. Ben neyle karşılaşacağımı bilmediğimden hazırlıksız gelmişim. Dosya evde. Bir koşu gittim eve, o derleme klasörünü getirdim. “İçinden istediğinizi seçebilirsiniz” dedim. Klasörü size verdim, klasörü o anda inceleyemediniz, “Ben bunu inceledikten sonra Trabzon’daki arkadaşlara bırakırım” dediniz. Bıraktınız da, ben derlediğim türkülerden hangisini ya da hangilerini seçeceğinizi doğrusu merak ediyordum; tabii ben nota bilmiyorum, derlediğim türkülerin yalnız sözleri var dosyada… Bir Akçaabat köftesi yedik, başka şeyler konuştuk, gittiniz. Aradan uzun bir süre geçti. Bana postaneden bir paket geldi; açtım baktım sizin bir uzunçalarınız ve 45’lik plaklarınızdan oluşan bir paket. Çok sevindim. Bir de özel mektup koymuşsunuz pakete; el yazınızla yazılmış. Mektupta teşekkür ediyorsunuz verdiğim türkü için. Şimdi o mektup ses sanatçısı ve yazar kızım Umay’da: “Daha iyi korurum” diyerek aldı. Gerçekten çok heyecanlandım. Daha sonra El Kapıları adlı uzunçalarınız yayımlandı. Orada Karadeniz ezgileri de vardı. Benim derlediğim türkünün sözlerinden yola çıkarak çok güzel bir beste yapmıştınız: “Almanya Acı Vatan.” Sonradan sevgili dostum, TRT Şef Prodüktörü Alâettin Bahçekapılı “Sılaya Dönüş” adlı bir program dizisinde bu türküyü sizin sesinizden “sinyal” olarak kullandı. Çok sevinçliydim, çok. Daha sonra sizi aradım, İstanbul’da evinize geldim; teşekkür ettim. Aramızda o türkü vesilesiyle bir yakınlık oluştu. Sizi tanımış olmayı, söyleşmeyi, sizinle konuşmuş olmayı bir ödül gibi taşırım yüreğimde… Sonraki yıllar, nerede “türkü resitaliniz” varsa, gitmişimdir, dinlemişimdir. Sizin müzik etkinliklerinize “türkü resitali” adını koymanız ve 1944 yılından 1983’e değin bu nitelemeyi kullanarak sahneye çıkmanız, kimi müzik çevrelerince eleştirilmiştir: Halk müziğimizin bir formu olan “türkü” terimi ile Batı müziğinde “dinleti” anlamına gelen “resital” terimini yan yana getirişinizi benimsemeyenler olmuştur. Kimileri de bu bileşik kavramı, “halk müziğimizin uluslararası düzeye taşımak için bulduğunuz ilginç ve yerinde bir niteleme” olarak selamlar. Kesin olan şudur ki, siz türkülerimizi teorik ve pratik anlamda, geniş kitlelere, hatta Arjantin’den Almanya’ya, ABD’den Bulgaristan’a dek birçok ülkeye tanıtmış, sevdirmiş, halk kültürümüzü yaygınlaştırmış bir aydınsınız. Aydınlarla halk kültürü arasındaki bağı kısaltmış, sıkılaştırmış bir sanatçısınız. Sevgili Ruhi Su, Dünyamız ve ülkemiz zor günlerden, yıllardan geçiyor. Olaylara bakış açımı sorguladığım oluyor, yorumlarımı, niyetlerimi de… Bardağın dolu yanını görmek istiyorum; biliyorum bu beni diri tutacak, algılarımı değiştirecek, yaşama olumlu yönden bakmamı sağlayacak. Böylece, mutluluğun anahtarını yeniden elde edebileceğimi, yaşama sevincini başkalarına göre daha fazla duyumsayabileceğimi biliyorum. “Akçaabat pazarından vurdun mu dağlara doğru, Doğduğum evdir o akça, Önünde mısır ekili bahçe, Bellidir toprağa boyun eğmediğimiz, Da! gülen sarı! Gündelik ekmeğimiz.” Böylesi bir ortamda, bir başımayım. Yine de “umutsuz” değilim. Yukarıda “Doğrusu ben de gitmeyi düşünüyorum buralardan…” diye yazdığıma bakmayınız, biliyorum “İnsan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar.” “Gündelik ekmeğimiz” için “toprağa boyun eğmeyen” bizler, kaçıp gider mi “da?” Nâzım ne güzel söylemiş: “Umut, umut, umut; umut insanda!” Işıklar içinde ol! Mimar Bekir Gerçek, Haydar Gedikoğlu, Alâettin Bahçekapılı Haydar Gedikoğlu kimdir? (Akçaabat/Trabzon, 1930 - 8-9 Mart 2022 ) 10 yaşındayken Kuruçam Köyü’nde açılan okula kaydoldu (1940). 1950 başlarında öğretmenliğe başladı. İlk ve ortaöğretim okullarında sınıf öğretmenliği, başöğretmenlik, Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği, müdür yardımcılığı, müdürlük gibi görevler yürüttü. Akçaabat Lisesi müdürü iken 1979 yılının başında kendi isteğiyle emekli oldu. 1950’lerden günümüze kadar Yirminci Yüzyıl, Varlık, Türk Dili, Kıyı gibi dergilerde yazıları yayımlandı. Uzun yıllar AA ve TRT muhabirliği yaptı. Trabzon’da yayımlanan Hakimiyet, Hizmet, Sonhaber, Bayraktar, Yenigün, Karadeniz, Kuzey Haber gazetelerinde köşe yazıları yazdı; kültür ve sanat sayfaları düzenledi. Kuzey Haber gazetesinde ayrıca “düzeltmenlik” ve “genel koordinatörlük” görevlerini yürüttü. Akçaabat Postası adlı gazetenin kuruculuğunu ve ilk “genel yayın yönetmenliği”ni üstendi. 1991’de yayıma giren Akçaabat Yeni Haber gazetesinde belirli aralıklarla yüzlerce yazısı yer aldı. Akçaabat (1996), Trabzon Efsaneleri ve Halk Hikâyeleri (1998), Yüzyılların Eğitim Anıtı (1998), Doğu Karadeniz Masallar Öyküler Söylenceler (2008) ve Akçaabat Folkloru (2012) adlarında 5 kitabı yayımlandı. 8-9 Mart 2022 tarihinde Trabzon'da vefat etti. Haber ve görseller: BRT Yayın Grubu Genel Yönetmeni Alâettin Bahçekapılı Ömer Altuğ kimdir? Bestekar ve Tanburi Ömer Altuğ, 1905 yılında Sivas’ta doğmuştur. Babası Mehmet Kamil Bey’dir. Sivas’ta Rüşdiye’yi bitirmiş, bir süre Sultani’de okumuştur.
Ömer Altuğ Tanburi ve bestekar. Tanburi Ömer Altuğ, 1905 yılında Sivas’ta doğmuştur. Babası Mehmet Kamil Bey’dir. Sivas’ta Rüşdiye’yi bitirmiş, bir süre Sultani’de okumuştur.
Ömer Altuğ 1907 yılında Sivas ’ta doğdu. Sivas Sultanisi ’nde orta öğrenimini tamamladı. Lise eğitiminden sonra müzik tutkusu ağır bastığından, eğitimine devam etmedi ve kendini müziğe adadı. Saza çocuk denecek yaşta ve kendi çabalarıyla öğrendiği ud ile başladı. En çok etkilendiği kişi Tanburi Cemil Bey oldu. Klasik Türk Müziği ’nin, notaya dayanan kültürüne vakıftı. Bir ara, kemana da heves etti. Yatağının yanında udu, kemanı daima dururdu. Onlarla yatar, onlarla kalkardı. Sabahları, en büyük zevki, sazları ile uğraşmak olurdu. Sonradan, tanbura tutuldu. Uddaki başarısını, tanburda gösterebilmek için, gece-gündüz, bütün çalışmalarını bu saza döktü. Mızrabı güzeldi. Artık O, udi değil; Tanburi Ömer Altuğ olarak anılmaya başlamıştı. Kemanın verdiği yetenekle, yaylı tanburdaki başarısı daha da üstün oldu. Bunun sonucunda da güfte, beste ve saz semaileri ortaya çıkardı. Güfte ve bestelerini, loş bir ortamda yazar ve bestelerdi.
Müziğe olan tutkusunun yanında, güzel sanatların her dalına karşı da bir eğilimi vardı. Bunlardan biri olan hattatlık ile ilgilendiği gibi, kendi yeteneği dahilinde çalışmalar yapardı. Gördüğü her güzel şeye aşık olan, hassas, duygusal, mütevazı bir kişiliği olan Tanburi Ömer Altuğ’un, çevresinde, kendi gibi müziğe tutkun sanatçı arkadaşları vardı. Sivas Halkevi ’nde, kimi konuşmacıların yanında, müziğini icra eder, konuşmalara ayrı bir hava ve renk getirirdi. Bu olaylar, O’nu ve kendini müziğe adamış sanatçı arkadaşlarını Halkevi’ne bağlamıştı. Artık her hafta, Cumartesi günleri, Halkevi hoparlörlerinden, bütün Sivas, eşi bulunmaz bir müzik ziyafetini dinleme mutluluğunu yaşıyordu.
Çok geçmeden, TRT Ankara Radyosu’nda tertiplenen, müzik folkloruyla ilgili çalışmalara, Sivas Halkevi’ni de çağırdılar. Bu vesileyle, Radyoevi’nin Türk Müziği bölümünde çalışanlarla tanıştı ve kısa bir süre sonra da, 1944 yılında Ankara Radyosu sınavlarını kazanarak, radyonun kadrolu sanatçılarından biri oldu. Radyo sanatçılığının yanısıra, Milli Savunma Bakanlığı ve Harita Genel Müdürlüğü’nde çalıştı.
İçine kapalı bir sanatçıydı. Bestelerinde, içli bir gönlün, tanbur kadar duygulu seslenişleri vardı. Bu yüzden hiçbir zaman, piyasada çalışmadı. Çünkü müzik, O’nun için bir geçim kaynağı değil, ruhunun besin ve ilham kaynağıydı. O’nun sanatçı ruhu, Ankara’ya hiçbir zaman ısınamadı. Maalesef, emekli bile olamadan, hastalığının belirtileri ortaya çıkınca, Sivas’a döndü ve bir bürokrat şehri olan Ankara’nın her çeşit hengamesinden uzak, mütevazı bir yaşam sürmeyi tercih etti.
Bir süre sonra, hastalığı ilerledi ve maalesef çok sevdiği tanburunu ve müziği bırakmak zorunda kaldı. Gerekli vefayı göremeden, vakitsiz bir şekilde, 9 Mart 1965 ’te 58 yaşında, Sivas’ta hayata gözlerini yumdu. Geride, kendisine ait onlarca beste, güfte ve şarkı bıraktı. Bunların içinde en tanınmışları; Neyden Dökülen Nağme Olup Kalbime Aksan (sevgili eşi Nazmiye Altuğ için bestelemiştir.), Nedendir Ruhumda Bu Hicran Neden Ruhumda Bu Akşam Yine Gizli Bir Melal Var Hüzün Gibi Gül Yüzlüm İsmini Nerede Ansam’dır Nihavend Saz Semaisi (Bu esere Gönlümün Melali adını vermiştir.) Şehnaz Saz Semaisi Sultaniyegah Saz Semaisi Kaynak: Wikipedi Vâlâ Nureddin kimdir? Ahmed Vâlâ Nureddin, bilinen kısa adıyla Vâ-Nû, Türk gazeteci ve yazardır. Gençlik yıllarında ünlü şair Nâzım Hikmet'in yakın dostu olan yazar, Kurtuluş Savaşı yıllarında onunla birlikte Millî Mücadele'ye katılmak için İstanbul'dan Anadolu'ya geçen; öğrenim görmek için birlikte Moskova'ya giden kişidir. Tam adı Ahmet Vâlâ Nurettin. Veli Nuri, Va-Nu, Akşamcı, Hikayeci imzalarını da kullandı. 1901'de Selanik'te doğdu. Galatasaray Lisesi'nin orta kısmını bitirip bir süre Viyana Ticaret Akademisi'nde okudu. Berin Nadi'nin babası Celâl Sahir Erozan'ın 1918'de çıkardığı Birinci Kitap, ikinci Kitap adlı dergilerde şiirleri yer aldı. Nâzım Hikmet'le birlikte önce Anadolu'ya geçerek Milli Mücadele'ye katılmak üzere Ankara'ya gitti. Daha sonra Bolu'ya öğretmen olarak yine Nâzım Hikmet'le birlikte gönderildi. Ancak Bolu'daki Ağır Ceza Reisi'nin Sovyetler Birliği'ndeki değişiklikleri büyük övgülerle anlatması, oradaki irtica baskısı onları Moskova'ya yöneltti. Batum üzerinden Moskova'ya gittiler. O da Nâzım Hikmet gibi, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'nde (KUTV) (1925) öğrenim gördü. Yurda dönünce 1926'da Vakit gazetesine girdi. Çok uzun bir süre (1927-1938) Akşam gazetesinde çalıştı. Sonra Haber, Cumhuriyet, Tercüman, Havadis ve Köroğlu gazetelerinde yazılar yazdı, röportajlar yayımladı. Yapıtları içinde arkadaşı Nâzım Hikmet'i anlattığı Bu Dünyadan Nâzım Geçti kitabı, anı sıcaklığı, içtenliği ve belgesel niteliğiyle büyük ilgi gördü. Korkusuz Murat adlı yapıtıyla Doğan Kardeş Dergisi Çocuk Romanları Yarışması'nda eşi Müzehher Vâ-Nû'yle (Nihal Karamağralı) ikincilik Ödülü'nü kazandı. Vâ-Nû, Vâlâ Nurettin Eserleri Anı : Bu Dünyadan Nâzım Geçti (1965). Roman : Baltacı ile Katerina (1928), Tuzaktaki Kaplan (1963). Çocuk romanı : Korkusuz Murat (eşi Müzehher Vâ-Nû -Nihal Karamağralı- adıyla, 1968). Edris Stannus kimdir? Dame Ninette de Valois, İrlanda doğumlu İngiliz dansçı, koreograf Dünya bale tarihinin en önemli isimlerinden birisi olan Dame Ninette de Valois, 20. yüzyılın en önde gelen bale topluluklarından İngiliz Kraliyet Balesi'nin kurucusudur. 1940'larda Türkiye'ye gelerek Türk balesinin kurucusu olmuştur. Asıl adı Edris Stannus. Türk Hükümeti‘nin çağrısı ile 1948 yılında Türkiye‘ye gelerek, Türk balesinin kuruluşunda önemli katkılarda bulunmuştu. 1997 yılında Türkiye tarafından liyakat nişanı ile ödüllendirilmişti.104 yaşında hayata gözlerini yumdu. Doğum günü: Burçin Terzioğlu kimdir? Burçin Terzioğlu (d. 9 Mart 1980, İstanbul), Türk oyuncu. Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde (MSM) Aktör Stüdyo - Özel Sahne Diksiyon eğitimi almıştır. Henüz 5 yaşındayken sinema dünyasına ilk adımını Patron Duymasın ve Çıplak Vatandaş filmleriyle atmıştır. 1997 yılında Ali Güvenin aynı adlı albümünde yer alan "Yolcu" şarkısının klibinde oynamıştır.Kadın İsterse dizisinde "Demet" rolüyle parladı. Fırtına dizisinde "Zeynep" karakteriyle ilk başrolünü oynadı. 20 Haziran 2008'de Fırtına dizisinin setinde tanıştığı Murat Yıldırım ile evlendi. 30 Haziran 2014'te ise boşandılar. Ezel'de Azad Karaeski karakterini canlandırdı. Merhamet dizisinde "Deniz" karakterini canlandırdı. Çekimleri Kıbrıs'ta tamamlanan Halam Geldi filminde oynadı. 2015'ten Beri Poyraz Karayel dizisinde başrol oynamakta. Sinema ve TV Filmleri
1985 Patron Duymasın - Yardımcı Karakter
1985 Çıplak Vatandaş İbrahim'in Kızı Yardımcı Karakter
1986 Hasretinle Yaşanmıyor Burçin Yardımcı Karakter
1986 İki Milyarlık Bilet Gül Yardımcı Karakter
1987 Baba Yüreği Aslı Yardımcı Karakter
1987 Hayallerim, Aşkım ve Sen Rukiye Yardımcı Karakter 1989 Fazilet Fazilet'in Kızı Yardımcı Karakter
1991 Menekşe Koyu Ayşe Yardımcı Karakter
2000 Annem ve Ben Gül Başrol Oyuncu
2000 Oyun Bitti - Başrol Oyuncu
2003 Taştan Kalp Özlem Başrol Oyuncu
2014 Halam Geldi Benek (Anne) Başrol Oyun

Va-Nu, Haydar Gedikoğlu, Ömer Altuğ, Edris Stannus, Burçin Terzioğlu

Bugün 9 Mart. Haydar Gedikoğlu, Ömer Altuğ, Va-Nu ve Edris Stannus'un ölüm yıldönümleri. BRT Yayın Grubu olarak bu değerleri saygıyla...

bottom of page